Punto:
Dinle
Bir ülkenin temel bağımsızlık ilkelerinden bir tanesi iktisadi bağımsızlığı dır. İktisadi bağımsızlık için de parasal bağımsızlık şarttır. İktisadi bağımsızlığını kaybetmiş olan bir ülkenin önce halkının fakirleşmesi kaçınılmazdır. Sonra o ülkenin halkının farklı kesimler üzerinden birbirine düşürülmesi, sosyal sorunların artmasına neden olacaktır. Nihayetinde ülkenin ekonomik sorunların oluşmasına neden olan liberal ekonomik politikalardır.
Türkiye'nin borç sarmalından kurtulması gerekir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için öncelikle tatbik edilen para kredi sistemi modelinin değiştirilmesi şarttır.
Bütün mal ve hizmetleri kontrol eden, bütün insanları ve devleti borçlandıran bir yapı değişmediği sürece, kesinlikle ülkenin kalkınması adil bir milli gelir yapısının tabana yayılması mümkün olmayacaktır.
Liberal ekonomik borç politikaları, 24 Ocak 1980'den itibaren, küresel elitin istediği politikalara çok daha net bir şekilde geçmiştir. Borç modeli ekonomik anlayışın temel uygulamalarından biri olmuştur.
Bugün siyasi arenada boy gösteren tüm partilere ‘’ülkenin borç sorununu nasıl çözeceksiniz’’ sorulduğunda, verdikleri ortak cevap manidardır. Daha uzun vade de katma değer üreten borçlanmaya gideceklerini ifade ediyorlar. Birde kulağa hoş gelen üretimi arttıracağız demeleri. Üretim için hangi finans sistemini kullanacaksınız diye gelebilecek bir soruya karşı ne kadar hazırlıksız olduklarını verdikleri cevaplardan ibretle izliyoruz.
Üretime yönelik bu açıklamalardan önce, siyasilerimiz paranın nasıl üretildiğini çok iyi kavramaları gerekiyor. Yapmak istediklerini yaptıracak asıl unsurun(paranın) nasıl üretildiğini bilmemek, onları sürekli siyaseten boşluğa düşürecektir.
Kullandığımız paranın millilik özelliği yoktu. Maalesef bu sorun hala devam etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendi parası yoktur. Parasal bir bağımsızlığı olmadığı için, dayatılan liberal faizci politikalarla, devlet sürekli borçlandırılmaktadır. Bu ağır borç yükü vergi olarak millete yansıtılmaktadır.
Aksi halde kendilerini, danışmanları, klasik ekonomist mantığı içinde projeler üzerinde halkın karşısında konuşturarak, birbirinden farksız olmadıkları halkın gözünde rahatlıkla görülecektir.
Kalkınmak, adil bir milli gelirin halka paylaştırılması, öyle kuru kuruya laflarla olacak şey değildir. Mevcut iktisadi düzeni değiştirecek güçlü bir kadronun yeni bir değersayım anlayışı ile milletin vicdanlarını harekete geçirmesi gerekir.
Bir ülkenin kalkınması için tasarruf sahibi olması gerektiği, eğer tasarruf yeterliliği yoksa başka milletlerin tasarruflarını borç olarak alması, böylece borç ile kalkınmanın sağlanacağı inancı hala bu millete büyük bir yalan olarak yutturulmaktadır.
Yatırım yapabilmek için tasarruflara ihtiyaç vardır iddiası, uygulamadaki finansal faiz düzeninin parayı kontrol etmede belli kavramlar üzerinden algı operasyonudur.
Siyasiler, akıl danıştıkları, küresel elitlerin kuramlarını benimsemiş ekonomistler tarafından sürekli narkozlanıyor. Siyasiler de halkı narkozluyor. Adeta bir salgın hastalık gibi zihinsel çaresizlik yayılıyor.
Zehir, aynı yerden farklı kanallar üzerinden yayılınca, olması gerekenin bu olduğu, genel kabul bu ise başka bir çıkış yolunun olmadığı algısı çok hızlı bir şekilde de topluma yerleşiyor.
Oysa buna millet olarak mahkum değiliz. Öğretilmiş bu çaresizliği, itiraz ederek; önce fark etmeye sonra üzerinde düşündükçe yapılan büyük finansal tiyatroyu görmeye başlayacağız.
Önümüze konulan siyasi aktörler, bizlerin tek tercihi olmamalıdır. Uyanan, uyandırmak zorundadır. Bu nedenle milli vicdanların uyandırılması seferberliğine geç kalınmadan başlanılmalıdır.
Selam ve dua ile…
Yunus EKŞi