MUHSİN BAŞKAN ŞAADETİNDE;
CUMHURİYETİN 100.YILINDA YÜZ KARASI BİR DÖNEM
Bir tarafta Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açmış olduğu, Büyük Birlik Partisi (BBP) Kurucu Genel Başkanı Muhsin YAZICIOĞLU ve beraberindeki 5 kişinin şehit olduğu helikopter kazasıyla ilgili olarak 9 üst düzey kamu görevlisinin "görevi kötüye kullanma" suçundan ikişer yıl gibi mahkumiyet verilirken diğer yandan Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı'nca, BBP Kurucu Genel Başkanı Muhsin YAZICIOĞLU ile 5 kişinin ölümüne ilişkin olarak yürütülen soruşturmaya kapsamında gerçekleri tersyüz eden medyada paylaşılan "SANIKLARIN TANIK, TANIKLARIN İSE SANIK OLDUĞU" şahsımın da dahil olduğu bir yeni bir dava daha açılmıştır.
KISA BİR HATIRLATMA
Bizler ve Muhsin Başkan’ı seven herkes, her hafta yaşanan “planlı kazalar” sebebiyle O’nun öldürüleceği korkusunu yüreğimizde hissederek yaşardık.
Nitekim, bu tip bilgileri not olarak yazdığım bir kitabı yanıma alarak ŞEHADETİNDEN iki ay önce SÜRMELİ OTEL’de yapılan toplantı için kendisini ziyaret ettim.
Korumaların, “Muhsin BAŞKAN arkada, sizi bekliyor” demeleri üzerine, yanına vardım. Yüzündeki “endişe” ve “acı” hissiyle; “Emrullah UZAKTAN geldi, bizi yalnız bırakın. Simit ile çay içelim” dedi.
Konuşmamız esnasında, “Önalan ailesi olarak bizim yaşadığımız kamyon kazasını” sordu, Kısaca anlattım. "Şunları şunları çevrenden uzaklaştır, şunlara şunlara dikkat et ve şu nota göre sana ölüm emri verilmiş" dedim ve içinde not bulunan kitabı kendisine teslim ettim.
Şehadetin gerçekleştiği 25 Mart “Karagün” gecesi, Aşkale BBP İlçe Başkanı Cahit YARBA ile birlikte Göksun İlçesi Sisni Köyüne vardık. Köylülerle görüştük. Köylüler, aramalarda yaşanan garabete, "HELİKOPTER ŞURADAN AĞAÇLARI YALAYARAK ŞU KARŞIYA GİTTİ ANCAK BUNLAR BAŞKA YERLERİ ARIYOR" şeklinde tepki gösteriyorlardı.
Bir grup gönüllü ile birlikte, köylülerin ifadelerini dikkate alarak ertesi sabah vakti Sisni Dağı’nı aşarak arka tarafını görecek kadar ilerledik. Geniş bir alandı ve bu bölgenin aranması gerekiyordu.
Bölgede görevli jandarma komutanının, köylülerin aslında isabetli olan ifadelerini dikkate almadığını ve inatla kayıtsız kaldığını gördüm.
Mevcut durumu aktarmak üzere, Göksun İlçe Jandarma Komutanlığı’na gitmeye karar verdim. Komutanlığa girişte, parkalı bir astsubay, beni kolumdan tutup köşeye çekerek;
"ERZURUM’UN DUMLU İLÇESİ DOĞUMLUYUM. MUHSİN BAŞKAN’I, SENİN KADAR BEN DE SEVİYORUM. FAKAT BANA TAKINDIĞIN TAVRI, ÇIK YUKARIDAKİ .......LARA ANLAT" dedi.
Bunun üzerine, hızlı bir şekilde, üst kattaki toplantı odasına yöneldim. Ben, henüz kapıya varmadan, uzun boylu renkli gözlü bir HAVA KORGENERAL odadan çıktı.
Benim, "BU NASIL ARAMA? BU NASIL KURTARMA?" şeklindeki çıkışıma gayet lakayt bir üslupla; "DAHA NE YAPACAĞIM, KASA UÇAĞINI BİLE HAVADA UÇURUYORUM" dedi.
O saatlerdeki, "HELİKOPTER ENKAZI BULUNDU. MUHSİN BAŞKAN’IN AYAĞI KIRIK HASTANEYE GÖTÜRÜLÜYOR” garabetini anlatmayacağım. Aynı şekilde, İHA Muhabiri İsmail GÜNEŞ'in yüreğimizi yakan telefon konuşmalarının bize yaşattığı TRAVMALARI ile GÜNEŞ’in cansız bedeninin bulunma sürecindeki garabetleri de burada anlatmayacağım.
Defin günü, TBMM’deki törene gitmek için Genelkurmay’ın önünden geçerken "saçı sakalı birbirine karışmış” bir kişi, hemen arkamızda Genelkurmay’ı gösterip; “Başkan’ı bunlar öldürdü” diye bağırdı.
Bu bağrışmayı duyar duymaz elimdeki eşyaları, arkadaşım Cahit Bey’e verip çemberden çıkıp adamı kolundan tuttum. EN ACILI günümüzde bile "ULAN SEN NE YAPIYORSUN. BU MİLLETİN ÇOCUKLARINI BU MİLLETİN ORDUSUYLA ÇATIŞTIRMAK MI İSTİYORSUNUZ?" dedim.
“BU MİLLETİN ÇOCUKLARINI BU MİLLETİN ORDUSUYLA ÇATIŞTIRAMAZSINIZ" ferasetini gösterenlere, YALANCI TANIKLIK YAFTASI yapıştıramazsınız!
ŞİMDİ BUYURUN BAKALIM "NERESİ YALAN?"
Elbette bütün bu süreçleri yaşamış birisi olarak gidip sadece her ölüm yıldönümünde MEVLİD OKUTUP bunu da MEDAYA servis ederek yan gelip yatacak değildik. Nitekim öyle de yaptık.
"HAZIRLANMIŞ KADERE HELİKOPTER YOLCULUĞU" başlıklı bir MEKTUP yazarak dönemin Cumhurbaşkanı’na gönderdim. Altına şu notu kaydetmiştim: "ÜÇ AY İÇERİSİNDE BU KONUDA SORUŞTURMA AÇILMAMASI HALİNDE KONUYU MEDYADA GÜNDEME GETİRECEĞİM!"
Üç ay içerisinde herhangi bir gelişme olmayınca, "HAZIRLANMIŞ KADERE HELİKOPTER YOLCULUĞU" başlıklı mektubumu ve bazı gazetelerde şüpheye sebep olan olayları da izah ederek sosyal medya üzerinden paylaştım.
Bahse konu yazımı, “derin gazeteci” Ahmet AKPAK'a okutan bir arkadaşım aradı:
"REİS BU İŞ PLANLI BİR SUİKAST İMİŞ. İSTANBUL'A GELİNCE GÖRÜŞTÜREYİM" dedi.
İstanbul'a gitmeye karar verdim. Arkadaşımı buldum. Bana şöyle dedi:
"Reis Ahmet Abi (AKPAK) senin yazıyı okuduktan sonra, NATO uzantılı Özel Kuvvetler’deki ekipler ile irtibata geçmiş. Çocuklar, Emrullah Başkan'ın böyle idaları var, bu işten haberiniz var mı? diye sorunca, onlardan biri:
“Evet, biz emri alıp İNFAZA gittiğimizde Muhsin Bey’i görünce şok olduk. EYVAH, biz ne yaptık dedik ama bizim yapacak bir şeyimiz yoktu" diyor.
Bunun üzerine, kendisine, “Bu fotoğrafı doğrudan Abdullah GÜL’e ulaşması lazım” diyerek sonradan Abdullah Gül beye ulaştırılan bir fotoğraf teslim ediyorlar.
O fotoğraf neyi gösteriyor, biliyor musunuz?
"HELİKOPTERİN PARÇALARININ SÖKÜLDÜĞÜNÜ GÖSTERİYOR!”
Bunun üzerine ben de:
“Tamam, o fotoğrafı bana verin, ben Emrullah ÖNALAN olarak ulaştırırım” dedim.
Onlar:
“Hayır Reis, sen sadece gör yeter. Sen ulaştıramadan seni de beni de öldürüler. Bu iş bildiğin gibi değil. Bunlar "ÖLÜM MAKİNESİ" vesselam.
Bunun üzerine Muhsin Başkan’ın kayınbiraderi ve o dönem AK parti Gurup Başkanvekili olan Nevat PAKDİL Bey’in ziyaretine gittim.
Daha önce şüphelerimi yazdığım bir zarf ile beraber fotoğrafın suretini kendisine verdim.
Sonra Yalçın TOPÇU Bey’i aradım. O da: “Antalya toplantısına gel, görüşelim” dedi.
Antalya’ya gittim. Yalçın Bey’e:
“Yalçın Başkan, bakın, durum böyle böyle. Şurada Ahmet APAK ile bizim arkadaşın telefonları var. Arayın, bu işi çözün" dedim.
Biz, bugün yarın işin çözülmesini beklerken Abdullah GÜL’ün; "KEÇİLER Mİ SÖKTÜ HELİKOPTERİN BU PARÇALARINI" açıklaması nihayet patladı!
O günlerde tekrar İstanbul’a gittim. Arkadaşımla görüştüm. “Seni ya da gazeteci Ahmet AKPAK Bey’i arayan oldu mu?” diye sordum.
Arkadaşım: “Yok Reis, kimse aramadı” deyince ben şoke oldum.
“O halde, Ahmet AKPAK ile biz görüşelim” dedim. Arkadaşım:
“Reis, AKPAK, çok hasta, şeker komasında. Ama, daha vahim olaylar var. AKPAK’ın elinde bu defa İNFAZIN VİDEOSU VAR!” dedi.
Ben: “O halde gidip alalım” dedim. Arkadaşım:
“Karşıdan izin almadan vermezler. Şimdi olmaz. Sen, kendini de beni de öldürteceksin. Biraz sabret, bekle” dedi.
Bunun üzerine Ankara’ya giderek BBP Genel Başkanı Mustafa DESTİCİ Bey ile görüştüm. Olayları anlattım. DESTİCİ bana, gayet soğukkanlı bir şekilde:
"BENİM YAPACAĞIM BİRŞEY YOK, BUNLARI SAVCILIĞA ANLATIN" dedi.
Tekrar, İstanbul’a gitmeye karar verdim. Gazeteci Ahmet AKPAK Bey ile görüşecektim. Ancak, Ahmet AKPAK hayatını kaybetmişti.
Bunun üzerine, arkadaşlarla birlikte, oğlu Alper AKPAK ile görüşmek istedik. Oğlu Alper, MHP Üst Kurul Delegesi idi. Muhsin Başkanı çok severdi. Telefonla aradığımızda taziye verdik. Görüşmek istediğimiz söyledik. O da:
“Abi, ben sizi arayacağım” dedi.
Akşam, aile büyüğümüz fikir dostum Tahsin ağabey ile buluştuk. Eve giderken yolda, Ahmet AKPAK'ı sordum. “Çok iyi tanıyorum, rahmetli oldu” dedi.
“Onunla ne işin var?” diye sordu.
Olayları anlattım. Alper APAK’ı aradı. Benimle olan yakınlığından ve bana olan sevgi ve saygısından bahsetti, görüşmek istediğimi söyledi. (Bütün bunlar telefon kayıtları ve görüşme trafiğinde mevcuttur).
Bir gün sonra Alper APAK Bey’i aradım. Akşam, Avcılar İBB Sosyal Tesisleri’nin oto parkında bir aracın içinde buluştuk. Bana:
“Abi, Muhsin BAŞKAN'ı en az sizler kadar seviyorum. Böyle bir görüntüyü size asla veremem” dedi.
Ben de: “O halde görüntülere bakayım”. dedim.
Parkasının cebinde, eski bir mini kamera ekrandan 10-15 saniyelik görüntüyü izletti. (İlk mahkeme ifademde bahsettiğim görüntüler, bu görüntülerdi.)
Vurgun yemiş gibiydim.
Birgün sonra davanın avukatı arkadaşları aradım. Av. Kemal YAVUZ ve Av. Selami EKİCİ ile olayı oturup enine boyuna konuştuk. Ortak kanaatimiz şöyle idi:
Davaya bakan Özel Yetkili Savcı ile paylaşalım. Gerekirse, savcılığın talimatıyla ani bir baskın yapılır, görüntüler elde edilebilirdi.
“Savcı’ya güvenebilir miyiz?” diye sordum.
Selami Bey: “Savcı Bey, Muhsin Başkan’ı çok seven, hatta (doğmuş ya da doğacak) oğlunun adını Muhsin koyacak” diye rahatlatıcı bir cümle sarf etti.
Nitekim Savcı Bey’e gittik, avukatlar nezaretinde olayı anlattık, o da ifade tutanağına geçti, gerekenin yapılacağını söyledi.
Çıkınca biz, Savcılık işlerinin uzun sürebileceğini tahmin ederek görüntüleri elden teslim almaya karar verdik.
Uçakla İstanbul’a gidip Kasımpaşa'da Alper APAK ile görüştük. Alper:
“Abi bana bir kaç gün müsaade edin. Babamın çiftliğine tekrar gideyim. Şu an bir şey yapamam zaten, gözetim altındayız” diyerek biraz ötedeki birilerini gösterdi.
Biz ayrıldık, Savcılık ya da Alper AKPAK'tan gelecek cevabı beklerken tam iki gün sonra Alper AKPAK, Kasımpaşa'da sokak ortasında MUAMMALI bir tartışma sonrası İNFAZ edildi.
"KANLI ÇUKUR” kitabının yazarı, o dönem Cihan Haber Ajansı muhabiri Köksal Akpınar:
“Başkanım, benim de bütün araştırmalarım, sizin ifadelerinizi teyit ediyor. Bunu haber yapalım. Nihayet haber yapıldı.
Düşünün bütün bu iddiaları doğrulamak için "KANLI ÇUKUR" kitabını yazıp bu haberi yapan adam tanık iken her ne HİKMET ise Emrullah ÖNALAN sanık!
İddianame ’de yer alan Ak Parti’den adaylık seremonisinin kısa hikâyesi:
Yıl 2010 sonu. Selçuk ÖZDAĞ Bey aradı:
“Şenol ÖZBEK Bey (Muhsin Bey ile yakınlığını bildiğim, o dönem Kanal A'da Alper TAN ile program yapan e.kurmay yarbay) seninle tanışmak istiyor, telefonunu rica etti, vereyim mi?” dedi.
“Verin” dedim.
Biraz sonra Şenol Bey aradı. “Başkanım sizinle tanışmak istiyorum” dedi.
Ve’l hasıl, Ankara'ya gittiğimde, geldi. Kırmızı KİA (gariban aracıyla) beni aldı, tanıştık. Hem Muhsin Başkan meselesini hem de ülke meselelerini konuştuk.
“Başkanım, sizinle birlikte bir gurup akl-ı selim ülkücüler, AK Parti’den aday olup Meclis’e girmeli. Buna Türkiye’nin ihtiyacı var.” dedi.
Daha sonra Selçuk Bey ile görüştük. O da benzer şekilde, Bülent ARINÇ Bey’in de isteği ile BBP'de görev yapmış ben dahil, 9-10 kadar arkadaşı aday yapmak istediklerini söyledi.
İkisine de; "Önce bu 9-10 kişi bir araya gelip bir değerlendirme yapalım. Bir VİZYON çizelim ve şartlarımızı sunalım, kabul ederlerse, aday olalım. Seçildikten sonra BBP'ye dönelim. Muhsin Başkan’ın bıraktığı boşluğu kolektif bir çalışma ile doldurmaya çalışalım.” dedim.
2011 seçim döneminde, hem Şenol ÖZBEK Bey hem de Selçuk ÖZDAĞ Bey;
“Mutlaka adaylık müracaatı yapın, biz konuştuk anlaştık, 7-9 arası sayı aday olacak” dediler.
Birkaç arkadaşı aradım. “Ortak bir tavır ile şartlarımızı koyalım” dedim. Çoğu arkadaşımız zaten müracaat yaptığını söyledi.
Ökkeş Bey’i ziyaret ettim. “Arkadaşları davet edin, buluşalım. Benim üç önerim var. Bunları kabul ederlerse, aday olalım” diye görüşlerimi tekrar ettim.
Derken, adaylık süresinin son gününe geldik.
Hem Selçuk Bey hem de Şenol Bey; “Mutlaka aday olmalısın, söz verdik, mahcup oluruz” diyorlardı.
O gün akşama doğru 16:00 sularında amcaoğlu aradı.
Ak Parti İl Başkanı’nın onu aradığını, benim aday olacağımı duyduğunu söyledi.
Ben, henüz adaylık müracaatı yapmadığımı söyledim.
İl Başkanı, amcaoğlu ile beraber, benim adıma müracaat formunu doldurmuşlar.
Son dakika, ben de hazırlanmış formun üstüne el yazısıyla detaylı açıklamaları ek’teki dosyada belirtilen üç konu ciddiye alınacak ise aday yapılmamı, aksi halde dilekçemin işleme konulmamasını yazdım.
Bu üç şart şunlardı:
a-Muhsin Başkan suikastının aydınlatılması.
b-Rant yerine üretimi esas alan ekonomik modellerin uygulanması.
c-PKK sorununun kökten çözümü.
Adayların değerlendirmeye alındığı gün, Selçuk ve Şenol beyler:
“Abi, siz bugün İdris Naim ŞAHİN Bey ile görüşün, sonrasında hem Bülent Bey ile görüşeceğiz hem de Tayip Bey’e bilgi notu gidecek” dediler.
Bir gün sonra, Genel Merkez’de İdris Bey’in yanına vardığımda, bana:
“Hele buyur bakalım, neymiş bu ön şartlarınız” gibi bir tavır takınınca, karşısında masaya oturmadım. Ancak, İdris Bey’in de içinde bulunduğu aday değerlendirme heyetinde kendisini eski BBP'li olarak tanıtan Samsun Milletvekili ve bir avukat hanım milletvekilinin gayet nazik ve saygılı şekilde:
“Buyurun sizi dinleyelim” isteği üzerine üç konuyu detaylı şekilde anlattım.
Konuşmamın sonunda, İdris Bey, gömleğinin kollarını indirdi, kravatını taktı, beni uğurladılar.
Dışarıda Selçuk Bey ile buluşup Bülent Bey’e gidecekken tam asansör başında (ismi bende mahfuz) şahıs:
"Ya sen bu ülkeye lazımsın, bilgi dolu birisin. Ama bu Muhsin Başkan’ın işine kafayı fazla takmışsın" dedi.
Ben de:
“Biz, 25 yıl birlikte aynı yolda yoğrulmuşuz, yarın ölüp gideceğiz. Öteki alemde karşılaştığımızda demez mi, siz nasıl kardeştiniz?” dedim.
O, bu defa:
"OSMANLI DA DEVLETİN BEKASI İÇİN ÇOCUKLARINI ÖLDÜRÜYORDU" deyince, dünyam yıkıldı.
Bunun üzerine:
"OSMANLIDA ACİZLİK YAPMIŞ VE MUHSİN BAŞKANI ÖLDÜREN DEVLET, BENİM DEVLETİM OLAMAZ" dedim ve çıktım.
Bülent Bey ile yapacağımız görüşmeye de gitmedim.
Aday listeleri açıklandı. Selçuk Bey hariç, bizden kimse yoktu.
Şenol Bey aradı, küplere binmiş, ağzına geleni söylüyordu.
Kendisine:
“Bu şartlarla bizi aday yapmazlar, zorlamayın, size söylemiştim” dedim.
Daha sonraki günlerde Ankara’ya tekrar gittiğimde Şenol Bey ile yine görüştük.
Yanında Tayyip Bey’in bu işlere bakan Özel Kalem yetkilisi vardı.
Şenol Bey:
"ULAN O ADAM BİZE SÖZ VERDİ, BİZ DE BU ADAMLARI ADAY ETTİRDİK, ULAN BU ADAMLARIN ONUN BAKAN YAPTIĞI ERTUĞRUL GÜNAY kadar değeri yok mu?” diye sordu.
Özel Kalem yetkilisi:
“Şenol Bey, bu kadar kızmanıza gerek yok. Neden olmadığını söyleyeyim. Emrullah Bey, siz Ertuğrul Bey’in yerine bakan olsaydınız, bir projeye karar verip başlatarak kamuoyu ile paylaşsaydınız Sayın Beyefendi arayıp; “Bu olmaz. İPTAL et” deseydi, geri adım atar mıydınız?”.
Ben: “HAYIR” dedim.
Yetkili, Şenol Bey’e dönerek:
"İŞTE BUNUN İÇİN OLMAZ, Şenol Bey” dedi ve çekti gitti.
Sonra Şenol Bey, içini çekerek:
"Abi, hakkını helal et, benim bunlar ile artık yolum ayrıldı. Karşı tarafta da beni, “ölüm listesi”nin başına koymuşlar. Çoluk çocuğuma değmesinler, bana ne olacaksa olsun. Bana birşey olursa, bu davanın yükü senin sırtında" dedi.
Ben, “kızgınlıkla söylenmiş sözler” diye düşünürken tam iki gün sonra telefonuma bir mesaj geldi:
"MİLLETİN YARBAYI İZMİR YOLUNDA ŞÜPHELİ BİR KAZADA HAYATINI KAYBETTİ!"
(Bu meseleyi doğrulayacak kayıtlar, hem şahsımın 25 yıldır aralıksız kullandığım telefonda hem de ismi geçenlerin telefon trafiği, HTS kayıtları ve parti arşivlerinde açıkça görülebilir).
O HALDE ŞİMDİ SORUYORUM ;
Temel dayanağı o dönemin hakim savcı ve devlet görevlilerinin FETÖ’cü olması dolaysısıyla o döneme ait tanıklarında ya da delilerinde FETÖ müdahalesi şüphesi üzerine kurulu olan İDDİANAME’yi hazırlayanlara soruyorum:
1-Benim de bulunduğum bir ortamda, o dönemin Özel Yetkikli Savıcısı nezaretinde Erzurum Radar’dan alınan "SAVAŞ UÇAKLARININ HELİKOPTER ÜZERİNDE AYNI KOODİNATLARDA AYNI GÜN ve AYNI SAATTTE UÇMA GÖRÜNTÜLERİ" yani görev yapanlar FETÖ'cü diye DELİLLER de mi FETÖ'cüdür?
2-O dönemin tanıklarına hatta DELİLLERİNE bile FETÖ'cü derseniz, o dönemin Siyasal İktidarı ya da Devleti de mi FETÖ'cüdür? Böyle bir ADALET anlayışı , böyle bir Devlet anlayışı olabilir mi?
3-Savcılık, Alper AKPAK Kasımpaşa'da sokak ortasında MUAMMALI bir tartışma sonrası İNFAZ edilirken de Emniyet ve Adliye’de FETÖ'cü dediğiniz adamlar hala vardı ve burada ele geçirilen belgelerin başka özel Siyasal Şahsiyetlere sevis edilip edilmediği bugün bu belgeler üzerinden SİYASETİN şekillenip şekillenmediğini neden araştırmaz?
4-Yukarıda ayrıntısı yazılı Adaylık meselesinde hiç bir dahil ve müdalliği olmayan Can ve Çıkar korkusu bir zavallının beyanları üzerinden DAVANIN SULANDIRILMASI Türk Adaleti adına ayrıca bir UTANÇ vesikasıdır.
Daha vahim sorular var,ancak ülkenin gidişatı VAHİM hal almasın diye şimdilik sormayacağım?
ANCAK SİZE YAKIN TARİHETEN ADALET HATIRLATMASI YAPAYIM :
Cumhuriyet’in kurucusu, büyük insan ve büyük devlet adamı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, ta Cumhuriyet ilan edilmeden neler söylemiştir, okuyunuz:
“Herhalde dünyada bir hak vardır ve HAK kuvvetin üstündedir”. ( 1919 )
“Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin,devlet halinde varlığı kabul olunmaz”. (1920)
“Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz, kuralı adlî politikamızın temelidir”. (1922)
24 Mart Karagünde Devletin Onurunu KARLAR altında bırakanlar gibi, Zaten zedelenmiş ADALETİN ONURUNU'da siz karanlıklar altında bırakmayın!!!
Unutmayın;
Devletin onuru ADALETTİR,
Adaletin onuru HÜRRİYETTİR,
Hürriyetin Onuru DEMOKASİ,
Demokrasinin ONURU ise ŞEFAFLIK ve HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜDÜR,
BAKIN BEYLER:
Ergenekon ve Balyoz davalarının en ZİRVEDE olduğu zamandan bir hatıramı paylaşayım:
Ergenekon ve Balyoz davaları devam ederken dönemin Ergenekon davalarının Ağır Ceza Reisi HAŞILOĞLU bey, benimle görüşmek istediğini bildirmişti. Kahvaltıda buluştuk. Bana:
Emrullah Başkan gidişatı nasıl görüyorsun? diye sordu.
“Vallahi, yanlış yapıyorsunuz!” dedim.
“Neden?” dedi.
“Yahu bir ülkenin Genelkurmay Başkanı’nı örgüt lideri ilan etmek, o ülke, o devlet yok demektir! Sahi, bu görevleri size kim verdi? diye karşılık verdim. O:
“Vallahi devletin tepesi çağırdı, bu devletin içinde çeteler var, sizde bu devletin vatan millet sever çocuklarısınız siz bunları temizleyin biz de arkanızdayız” dediler.
“Bakın, dedim. Doğru, devletin içinde ERGENEKON gibi KUTSİ ismin altına gizlenmiş çeteler var, ancak bunları bahane edip TÜRK ORDUSUNU hedef haline getirmek İHANET olur. Bana göre de "BİRİLERİ SİZİNLE ONLARI BİLİYOR. ONLARLA DA SİZİ DOĞRARLAR. BU ÜLKENİN ÇOCUKLARI BÜYÜK BEDELLER ÖDERLER" dedim. İşte o gün bunları diyebilen bir Emrullah ÖNALAN!
2011 yılı, şubat ayı. ERZURUM ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ KÜLTÜR SİTESİ’nde, Zaman ve Star Gazetelerinin ortaklaşa programında Mehmet ALTAN panelist, Faruk MERCAN moderatör idi. "BAŞKANLIK SİSTEMİ" konulu bir toplantıya rica minnet ısrar ile dinleyici olarak katıldım.
Panel bitti. Soru cevap kısmı başladı. İki yanımda, iki daire müdürü arkadaş ile arkamda oturan gençlere dedim ki; şimdi ben biraz riskli sorular soracağım siz yanımdan uzaklaşın, onlar uzaklaştı ben elimi kaldırdım mikrofonu aldım ve dedim ki;
Bakın, sizler, bir HİZMET hareketi olarak işe başladınız. Bizim gibiler, sizi, Hoca Ahmet YESEVİ misyonunun Anadolu'da yeniden İHYASI olarak algıladık. Anadolu insanı da eğitim ve öğretim özlemiyle çocuklarını size emanet etti. Ancak, siz şimdi ülkenin çöplerden ekmek toplayan, balli koklayan çocuklarını unuttunuz. Başkalarının çocuklarına hizmet ediyorsunuz.
CEMAAT İKTİDAR VE KÜRESEL GÜÇ TEMSİLCİLERİ BURADA “ÇAPRAZ MÜŞTEREREKLER İTTİFAĞI KURMUŞSUNUZ".
Ancak unutmayın, "BİRBİRİNİ KULANARAK YOL KAT EDENLERİN ARALARINDA BİR GÜN MENFAAT KAVGASI ÇIKAR VE BİR UÇURUMUN BAŞINDA BULUŞTUKLARINDA KENDİLERİNİ DAHA ÜST BİR KULLANICININ KULLANDIĞINI FARK EDERLER. AMA ÇOK GEÇ OLUR VE SİZE "EŞŞEK ARSININ SOLUCANA OYNADIĞI OYUNU OYNARLAR" BUNUN BEDELİ SAĞ SOL DÖNEMİNE BİLE BENZEMEZ, BU ÜLKE ve ÇOCUKLARI AĞIR BEDELLER ÖDER" diye haykırdım.
O gün, onlarca resmi ve sivil kamera önünde hem de birilerinin EN GÜÇLÜ dönemlerinde bunları yüksek sesle ifade eden Emrullah ÖNALAN'a karşı böyle UCUZ suçlama ve korkutma girişimleri BEYHUDEDİR!
Yahu FETÖ yada hangi ALÇAK sürüsü yaptı ise bunu ortaya çıkarmak bu Devletin ile Siyasal İktidarın ve Adaletin HAYSİYET sorunudur, Şuan FETÖ'nün bütün adamları DERDEST edilmiş Cezaevlerinde Buyurun Çözün, O zaman bizde önünüzde saygıyla eğilelim.
Hem FETÖ yaptı diyeceksiniz hem de FETÖ kaşesi ile tanıkları korkutma yıldırma yoluna giderek KAZA deyip davayı kapatmaya yönelik İDİANAME hazırlayacaksınız,
CUMHURİYETİN 100 YILINDA “TÜRKİYE YÜZYILI VİZYONU” SAHİPLERİNİN SİYASAL SORUMLUĞU
05.10.2022 tarihli Yeni şafak gazetesinde Bülent ORAKOĞU (28 Şubat Süreci emniyet İstihbarat Daire Başkan Vekili) “Muhsin Yazıcıoğlu BAYLOK konuşmaları” başlıklı yazıda hem Muhsin BAŞKAN üzerine bir şüphe bırakma hem de şahsımla ilgili devam eden bir mahkeme süreci üzerinden HÜKÜM verilmiş gibi yazı yazdı, tabii hem telefonda hem yüz yüze ikazlarımız sonrası yine Yeni Şafak Gazetesindeki 23.11.2022 Tarihli yazısında TEKZİP yayınıma zorunda kalmıştır…
İktidar yanlısı bir gazetede, 28 Şubat sürecinde AKP iktidarına zemin hazırlayan dönemde kritik görevde bulunmuş bir şahsiyetin, 28 Şubat sürecine net tavır koymuş Muhsin BAŞKAN ve süreçte çetin bir mücadele vermiş ve 4yıl 8 ay hapis istemiyle yargılanmış şahsım hakkında böylesi bir yazı kaleme almış olması oldukça düşündürücüdür..
Maalesef bu ülkenin çocukları yarım asırdır farklı kutsal isimlerin gölgesine sığınmış PARALEL YAPILAR üzerinden birbirine kırdırılarak helak ediliyor, bu ülke bu şekilde yoluna devam edemez...
Ben; ne dün, ne evvelsi, gün ne de bugün hiçbir HUKUK dışı yapılanmanın piyonu olmadım bundan sonrada olmayacağım...
Muhsin BAŞKAN'ın ŞEHADETİ, nasıl hayatına yakışır oldu ise,
Ölümü üzerindeki SIR PERDESİNİN aralanması da yine Milletine, Devletine olan SEVDASINA YAKIŞIR şekilde olacaktır.
Şehsuvaroğlu'nun dediği gibi, bilesiniz:
Denizler yaran asadır, benim adım,
Firavun yıkan Musa’dır, benim adım,
Kessen de dilimi konuşur, doğruyu ebedi,
Tanrı’dan gelen yasadır, benim adım.
Emrullah ÖNALAN
BBP Eski MKYK Üyesi ve Erzurum Eski İl Başkanı