Rubil GÖKDEMİR
Punto:
Dinle
Statükoyu temsil eden "devletçi", "buyurgan", "kimlikçi" ve topluma "vasi"lik yapma anlayışıyla kurgulanmış ve kutuplaştırma parantezine sıkıştırılmış eski siyaset tarzı yerine; milli, sivil, demokrat ve hukukun üstünlüğü esas alınmak üzere, 82 milyon için vatandaşlık temelinde ortak hayat alanlarının kurallarını üretebilme becerisini gösterebilmemiz gerektiğine dâir tezleri bugüne kadar hep savunageldim...
Israrlı bir şekilde; kısa dönemli siyasi bir faydacılık anlayışıyla toplumsal fay hatlarını tetiklemek yerine, akıl ve bilim çizgisinde, rasyonel analizlerle çözümler üretecek, uzlaşmacı bir siyaset yapma biçiminin, zannedildiğinin tam tersine ötekileştirmelerin, kamplaştırmaların önüne geçeceğini ve bu özelliklere sahip bir siyaset tarzının toplumsal meşrûiyet potansiyelinin de en az %85-90 oranlarında olacağını tam bir fikri takiple savunduğumu beni takip eden arkadaşlarım bilecektir.
Bu yönde bir siyaset üretme görevinin aynı zamanda tarihi sorumluluğumuz olduğunu ve bilhassa 16 Nisan 2017 tarihli referandum sonuçlarıyla birlikte büyük kentlerde ortaya çıkan "yeni sosyolojinin" iyi okunması gerektiğini, bu okumalardan çok önemli verilere ulaşacağımızı ve yeni siyasetin de bu sosyolojiden hareketle inşâ edilebileceğini o günün en yetkili muhataplarına samimi bir şekilde, hatta bir "feryat" üslubuyla, yazılı ve sözlü olarak anlatmaya çalıştığıma kendileri de şahittir.
Özellikle kentleşme ve pazar ekonomisi sonrası ortaya çıkan yeni sosyal ilişkiler biçimi ve değerler doğrultusunda; dışa açık, kamunun yardımı dışında kendi ekmeğini kendisi üreten, otoriter bir dili ve dikey hiyerarşiye dayalı yapılanmaları reddeden, hukuk bilinci ve demokrasi algısı daha gelişmiş "birey"lerin temsil ettiği yeni sosyolojiye önemle vurgu yaptım...
Büyük kentlerde başlayan bu dip dalgasının Anadolu'nun içlerine doğru da yol alacağını, sosyal değişmenin belirleyeceği bu siyasi ve sosyal talepleri "yeni siyaset" anlayışının temsil etmesi gerektiğini yol arkadaşlarıma dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.
Ayrıca hukuk ve demokrasinin bu topraklarda kökleşmesi ve daha kolay bir şekilde kabul görmesi için milletin değerleriyle barışık Türk milliyetçilerine öncelikle bu görevin düştüğünü, bunu göstermenin ilk yolunun da milleti gerçekten siyasetin bütün mekanizmalarına dâhil etmek gerektiğini ısrarla vurguladım.
Siyasetin sınırlı sayıda aktörle yapılmasının eskinin devamından başka bir şey olmayacağını, bir siyasi hareketin statü ve havuç dağıtmak dışında güçlü bir fikri motivasyona ihtiyaç olduğunu nafile bir şekilde tekrarlayıp durdum.
Nitekim bu yöndeki kanaatlerimi kamuoyuna açık bir şekilde ve eş zamanlı olarak TV ekranlarında da paylaştım. Bu sebeple, kısmen de olsa o süreçle ilgili olarak vicdanen rahatım diyebilirim.
Ancak yeni bir siyaset projesi yerine, klasik sağcılık ve komitacılık refleksleriyle kendi kariyer planlamalarıyla daha çok meşgul olduğunu müşahede ettiğim profesyonel siyâset sınıfı, anlatmaya çalıştığım hususları dikkate almadıkları gibi, belki de söylediklerimizi "entelektüel ve teorik züppelikler" diyerek geçiştirdiler.
Neyse ki, profesyonel siyâset sınıfının yapamadığını her zamanki gibi yine milletimiz yaptı ve o eşsiz ferâsetiyle, soğuk savaş dönemi siyasetçilerinin "kimlik ve kutuplaştırma siyasetine" dâir bütün ezberlerini bozdu ve 23 Haziran İstanbul seçimlerinde, hiç bir parti veya kesimin tek başına sahiplenemeyeceği bir toplumsal destek ve oranla %54,2'lık bir siyasi sonucu ortaya koydu.
Bu sonucun ortaya çıkmasında; kutuplaştırma dilinin bıktırıcılığının fark edilmesinde veya daha kolay anlaşılmasında doğaldır ki, can yakıcı ekonomik problemlerin, iş ve ekmek kaygısıyla birlikte, her türlü hoyratlıkla toplumun "adâlet duygusunu" rencide etmenin de belirleyici olduğunu tabi ki kabul etmeliyiz.
Yine sıkça tekrarladığım üzere, statükonun temsili ve kamu kaynaklarının paylaşımına dayalı eski siyaset biçiminin yansıması ve adı olan YANAŞMA DÜZENİ asla kartondan kale değildir ve bu düzenin muktedirleri 23 Haziran sonuçlarıyla kendini gösteren "siyasal sürecin" önünü kesmek için her yolu deneyeceklerdir. Millileşme, sivilleşme, demokratikleşme ve hukukun hakim olması fikrine dayalı bu siyasal talepleri ve ortaya çıkan toplumsal enerjiyi "hadım" etmek için her yönteme başvuracaklardır.
Bu sebeplerle hiç değilse bundan sonra demokratik sivil siyaset ve ülke adına, milletin ortaya koyduğu bu irade ve siyasal süreçlere sahip çıkıp, bir adım daha ileriye götürebilme basireti gösterilebilse...
Bu vesileyle ifade etmem gerekirse, siyaset mühendisleri bundan sonrası için de yine "sağ-sol" veya AKP/CHP parantezine alınmış bir siyasi kurgu peşindeler ise, sosyal değişmenin dinamiklerini hâlâ okuyamıyorlar demektir.
Herkes artık anlamak zorundaki, Cumhuriyetin de en önemli projesi olan hür "birey"lerden oluşan, çoğulculuğu ve çeşitliliği ile ortaya çıkan bir toplumsal yapıyla karşı karşıyayız. Bu hareketlenmeyi kimse "otoriter baba" tavrıyla temsil edemez artık.
Özellikle hafif atlatmayı temenni ettiğimiz, ancak zorunlu olarak yaşayacağımız ekonomik krizle birlikte, Türk insanı daha rasyonel tercih ve çözümlemelerde bulunacağı bir süreci yaşadıktan sonra, hiç kimsenin hamasi ve duygusal unsurlarla mobilize edeceği veya istemediği istikametlere sürükleyebileceği bir toplum olmayacaktır.
Selam ve sevgilerimle.
Rubil GÖKDEMİR