Piyasalar

Yediverenlerin Şehri

Punto:

Şehirlerin dili vardır, konuşur onlar.

Cinsiyetleri olduğu gibi!

Daha sert çizgiler ve sonuca daha net, daha sert giden, betona daha fazla boğulmuş erkek kent tanımı yerine, kendine özgü yumuşak çizgileri,  güçlü kültürel alt yapısını korumayı başarabilen, verici, doğurgan yapısıyla Muğla bu anlamda coğrafyamızın kadın şehirleri arasındadır.

Daracık beyaz sokaklarında nice hikâyelerinin olduğu, rüzgârın isterik bir erkek eli gibi bu sokaklarda gezinirken sokaklardaki farklı iniltileri, yaşlı insanlarının yüzlerindeki dinginliği, sırtını halen çağlar öncesine dayamış meslek erbaplarının hayata tutunma çabaları bile başlıbaşına bu şehri kadın görmemize yetmektedir.

O da yetmedi, açılmayı bekleyen koca kapılı konaklarına bakın ki oğlunun seferden dönmesini, adamının akşam işten dönmesini bekleyen kadını görürsünüz.

Konak, medeniyettir, büyükannedir. İçindeki eşyalar, parmaklarının değdiği her bir köşe onun izlerini taşır.

Kadınları anlamak, okumak, duyup anlayabilmek ise ayrı ve kadim bir mesele!

Kadını yaşatabildiğimiz sürece medeniyetten söz edebiliyoruz.

İzlemek, görebilmek ve biraz da emek istiyor onları anlamak.

Sokaklarında sessizce süzülmek, kapılarında uzunca düşünmek, rüzgârını yüzünde hissetmek, tozunu yutmak, sohbetlerinde demlenmek gerekiyor.

Ancak o vakit görebiliyorsunuz o kapıdan size uzatılan yediverenleri.

O vakit düşüyor sır perdesi ve tek tek açılıyor önünüze bütün kapılar.

Kentte sıkışıktır hayat ve zaman hızlı akar. Ağaçları da sıkıştırılmıştır öyle cadde kenarlarına. Ya da evlerden arta kalan mekânlarda oluşturulan parklar içinde bir araya getirilerek yasak savılmış, canlı oldukları göz ardı edilerek, karanlıkta uyumalarına bile müsaade edilmeyerek parklarda hem betonlar hem de ışıklar içine hapsedilmiştir zavallılar.

Şehirde zamanın acelesi yoktur. Ağaçlar da yıllardır keyfini çıkarırlar bu şehrin. Hatta bayırlarla, yamaçlarla, derelerle beraber sokaklara yol vererek evleri konumlandırırlar. Kavaklı sokak, Kavakaltı sokak, Karaselvi sokak, Söğüt Sokak, Akasya sokak gibi.

Sokaklar, evler ağaçlara göre konumlarlar kendilerini. Sokaklara, muhitlere adını veren ağaçlar vardır şehirlerde. Dağ köylerinden gelen koca sedirle, aşağı mahallenin dilberi mavi selvi ve buraların yakışıklısı kızılçam, kendilerine çok da ayak uydurmadan, işine gücüne bakarken sadece onlara kulak kesilerek iktifa eden zeytinin samimiyetini sergiledikleri, buluştukları yerlerdir şehirler.  

Kentin aileleri, anne, baba ve çocuklardan oluşur. Evler buna göre planlandığından küçüklük ve ergonomiklik ön plandadır.  

Şehirlerde ise evler geniş, hatta yanı başlarındaki konaklara ayak uyduramamış olmanın, zamana yenik düşerek küçülmenin hüznünü yansıtır gibidirler. Binalardaki bu hüzün, sakinlerine de yansır adeta.

Eskideki gibi büyük olmasalar da yine bayramlarda, özel günlerde büyük aile fotoğraflarına tanık olmanın şükrü ile avunur şehrin insanları.

Konuşmak, sadece kadına mahsus olmasa da kadının sesinin güzelliği söylenir öteden beri. Erkeğin sesinden ziyade kadının sesi farkındalıktır, niteliktir.

Her şehrin kendine has bir sesinin olması kadınsı özelliğinin belirtisidir.

Dinlemesini bilene ne çok şey söyler o sesler.

Kadın Muğla’mız içinde de nice kadınlar seslenir.

Varmaya gör yanlarına, dokunmaya gör sinelerine.

Bir dokun ki, yedi versinler.

Sen bir sor, yedi söylesinler.

İsmail Zorba o seslerin izini süren bir eğitimci.

O sesleri derleyip, o seslerden şehri dokuyan bir isim.

Kırksekiz’ in Yediverenleri, bu seslerin derlendiği, okurken bu seslerle hemhal olacağınız bir eser.

Karabağlar yaylalarının irimlerinden, Asar’ın zirvelerinden, Yılanlı’nın kıvrımlarından gelen seslerden,  Şahidi’ nin avlusundaki huzurdan nasiplenmek isteyenlere harika bir fırsat sunmuş bu çalışmasıyla İsmail Hoca.

Yazılmayı bekleyen onca hikâyeyi barındıran evleriyle; onca türküye kaynak olan türküleriyle ve onca filme ev sahipliği yapan beldeleriyle Muğla’nın yediverenleri bu kitap ile adeta yeni sürgünlere durmuş.  

Yazarın minyatür şehrim dediği Muğla; ‘asude güzelliğinin deminde huzuru, sükuneti temsil ederken kırksekizin yediverenlerinde sanki dört iklimi değil yediveren sürgünlerinde binbir baharı yaşatırken’ bu şehrin hasbelkader hemşerisi olmuş ya da hasretini çekenlere de sayfaları arasında bu bahar ışıltılarını ikram ediyor.  

Bir yanı hüzün, bir yanı huzur!

Kulağınızı gürültüye mahkûm etmeyin!

Gürültünün hemen ötesinde öyle deruni sesler var ki, size ulaşmak için az bir gayretinizi beklemekteler.

O seslerle tayyi zaman ve tayyi mekân yolculuğunda belki de kaybettiğinizi sandığınız niceleriyle karşılaşacağınızı şimdiden tahmin ediyorum.

Her şehir; sokaklarını arşınladığımız, üzerinde gezindiğimiz, hemşerisi olduğumuz bu sessiz sanıp kulak kesilmediğimiz her şehir aslında o kadar çok okunmayı hak ediyor ki…

İsmail Zorba’ yı tanıyıp okuduktan sonra Muğla’ yı kıskanmamak mümkün mü?  

                                                                                                                        Erdal ÇİL

                                                                                                                cerdal48@gmail.com