Yaşam dediğimiz yalnız başına nefes almak mıdır?
O, ne bir ekmek kavgasıdır,
Ne de inanç ve ideoloji savaşı…
Ekmek de kutsal bizim için, gönül nağmesi de
Toprak, su, emek, alın teri ve gözyaşı…
Hani özlemimiz şuydu:
İnsan özüne dönüp, hakla yoğrulacaktı
Sen eğer düzelseydin, her şey doğrulacaktı
Yolcu yolunu bulup, su duru akacaktı
…Bilgiye ulaştınız, yöntem bilemediniz
…Ve insanı tanıyıp, tartıp sevemediniz
Asla sevemediniz…
Evet yazıma şiirsel bir betimlemeyle başlamak istedim.
Önceden negatif bir olay karşısında tepki olarak: “haksızlık, ahlâksızlık işte” deyip geçiyorduk. Şimdi daha ötesine vardık ki; “kirlenme, yozlaşma, bozulma ve kokuşma” tanımları bile yetersiz kalıyor. Peki neyimiz eksik, neyimiz tükendi, neleri ihlal ve ihmal ettik ki, tüm imalatlarımız yetersiz kalmaktadır? Toplumsal erozyon neden bu kadar hızla yayılmakta ve tüm değerler ve deneyimler ayağımızın altından kaymaktadır.
Kişilerin, kurumların, genel kabul görmüş inanç ve düşüncelerin; bu olumsuz süreci hızlandırmada, etkin rolü olsa bile, kolaycılığa kaçıp, yükü üzerimizden atmak; “önyargı, hazırcılık, taklitçilik, keyfilik, tenperverlik ve tembellik” olur kanısındayım.
Teknolojik gelişmeler, sanayi, bilişim ve internet devrimi; bireylere sahte özgüven aşıladı ve adeta uyuşturdu, esir aldı. İnsanlar arasındaki iletişim, etkileşim ve yüz yüzelik ve yan yanalık azalınca; insani duygularımızı yaşamın içerisine dahil etme gereği duymadık. Farkındalık kısırlaştı. Bu tür iyi duygu, düşünce ve niteliklerimizi, küllenen kor bir alev gibi, enerji olarak beynimizde nadasa bıraktık. Külüne üfleyecek bir iradeyi beklemekte. Ve bu bilim/teknolojiyi çoğunlukla ithal ettiğimizden; vaz geçemediğimiz konfor, bireyi ve toplumu daha da fakirleştirdi. Eskiden donanımı, birikimi noksan şahsiyetler için:
“Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede
Nerde kaldı gayrıya himmet ede”
beyiti ile durum tespiti yapılırdı. Şimdi ise: “Ayranı yok içmeye, atla gider çeşmeye” tekerlemesi daha vizyoner bir yakıştırma ve yakınma gibi duruyor.
İnsan farklı ölçeklerde farklı kimliklere bürünmektedir. Yalnız başınaysa şahıs, ailede birey, mahallede komşu, işyerinde meslektaş, okulda arkadaş, yurtta yurttaş, dünya ölçeğinde ise dünya vatandaşıdır.
Dünya vatandaşı: Bu kavram, insanın tüm dünyaya aidiyetini vurgular ve sorumluluklarının yerel sınırların ötesine geçtiğini ifade eder. Dünya vatandaşları, küresel sorunlara duyarlıdır ve çözüm bulmak için çalışırlar.
Hangi kavramı kullanırsak kullanalım, insanın dünya ölçeğindeki kimliği, yerel kimliğinden farklı olarak daha geniş bir perspektif ve daha büyük bir sorumluluk gerektirir. Küresel sorunlar karşısında birlikte hareket etme ve çözüm bulma ihtiyacı, insanı dünya ölçeğinde birleştiren en önemli faktördür.
İnsan biyolojik canlı evresinden geçip; aidiyetler ve yeni kimlikler kazanınca; sorumlulukları ve ödevleri de artıyor. Toplumda birlikte yaşama bilinci, üretimde takım ruhu, yönetimde çoğulcu demokratik kültür devreye giriyor. Bu süreç, planlanan ve arzu edilen düzeyde olmayınca, yıkım ve hüsran dönemi başlıyor.
Topraktan uzaklaşan insanoğlu; sağlığını, işini, aşını, refahını, huzurunu, geleceğini, yaşam kültürünü, üretme ve paylaşma aşkını da yavaş yavaş kaybediyor.
Bir örnekleme yapmak gerekirse; projesi ve üretim planlaması hazır olan bir otomobil için binlerce girdi, sistem, donanım, parça ve malzemeye ihtiyaç vardır. Fabrika yönetimi, bunların bir kısmını kendi bünyesinde üretir, bir kısmını ithal eder, bazı parçaları da yerel firmalardan tedarik eder. Tüm parçalar, daha önceden belirlenen üretim yöntemleriyle bir araya gelerek, artık satışa sunulabilecek araç üretilmiş olur. Normal şartlarda, eksik veya fazla bir parçadan söz edilemez.
Geri kalmış, bırakılmış ve ne yapacağına karar verememiş toplumlarda; hiçbir şey olması gereken yerde değildir. Her şey dışa bağımlıdır. Adalet, eğitim, kültür, sanat, güvenlik, sağlık, üretim, sanayi, tarım, teknoloji ve savunma sistemleri yetersiz kalır.
Orkestra şefi, yeteneksiz ve yetersiz ise; ortaya uyumlu bir koro sesi çıkmayacaktır.
Toprak, su, güneş, tohum, gübre ve ekipman var fakat üretim ve satış planlaması yoksa; hayvansal ve tarımsal üretim de arzu edilen düzeyde olmayacaktır.
Tarafsız, bağımsız, liyakatli, ehliyetli, özerk bir yargı sistemi yoksa; hukukun üstünlüğü, bağlayıcılığı, maddi gerçeklik, adalet, hakkaniyet, meşruiyet, ve hukuk güvenliği yalnızca yazılı yasalarda, kağıt üzerinde kalacaktır. Yasayı hazırlamak, dışardan almak yeterli olmuyor. Onu uygulayacak, yorumlayacak, içselleştirecek yeterli bilinçli bir irade de gerekiyor.
Kısacası toplumda herkes kendince bir şeyler üretiyor, söylüyor, yazıyor, anlatıyor, bağırıyor, karıştırıyor, koşuşturuyor. Fakat metodolojik bir amaç ve yaklaşım olmayınca, fabrika üretimi gibi toplumsal bir bütünlük arz etmiyor. En basit ve güncel bir örnek: Üretici tarlasından hasat ettiği domatesin kilosunu, maliyetinin altında 1₺’ye satamazken, bizler kilosunu marketten yaklaşık 30₺’ye satın almaya devam ediyoruz. Yani üretici en pratik yöntemle, ürünlerini bir kooperatif marifetiyle; reçel, salça, turşu, konserve, dondurulmuş gıda standardında satamıyorsa, yalnızca üretici mağdur olmayacak, olumsuz etkileri tüm topluma yansıyacaktır.
Yöntem, araştırma, etüt, proje, zamanlama, planlama ve uygulama bir saatin çarkları gibi çalışabiliyorsa; bir toplumdan, sistemden, yönetimden, üretimden, kalkınmadan söz edilebilir.
Diğer türlü ortada bir toplum ve millet yoktur. Günübirlik yaşayan, akıbeti belirsiz topluluklardan oluşan, geçici mutluluk tadan bir kabile, klan, aşiret ve cemaatten söz edilebilir.
Elbette ki, modern toplumlarda da sivil toplum, gönüllü birliktelikler, gruplar, oluşumlar, platformlar olacaktır, olmalıdır. Fakat bunlar devlet ve millet oluşumuna alternatif veya rakip değil, bütünü kucaklayan, işleyişi daha verimli hale getiren sistematik yapılar olmalıdır.
Modern toplumlarda bireyler, maddeden mahrum ve mağdur yaşamayacak fakat maddenin kulu, kölesi ve bağımlısı da olmayacaktır.
Bir toplumda din, mezhep, felsefi düşünce, diğer inanç ve ideolojiler; hiçbir zaman makam, mevki, menfaat kapısı ve aracı durumuna düşmemelidir. Hele ki, manevi inanç ve düşünceler, toplumda aldatma, kandırma aracı olarak kullanılmaya başlamışsa, bireylerin, düştüğü yerden kalkma ihtimalleri azalmaktadır.
Birlik, beraberlik, kararlılık, tutarlılık, adalet, dayanışma, güvenlik ve kalkınmada kol kola;
özgürlük, düşünce, inanç ve bireysel tercihlerimizde, bütünlüğü ihlal etmeyen her adımımız, özgür irademizin etki ve yetki alanını belirleyecektir.
Mutluluk, huzur, güven, sevgi ve adalet aslınca çok uzakta değil. Tabi ki siz onu içinizden ve kökünden kazıyıp atmadıysanız eğer.
Şen ve esen kalın. Sevgiyle yoğrulup, aşkla yol alın.
Samsun, 10.10.2024
Ali Rıza Malkoç
arm.web.tr