Haklısınız hiçbir metin veda ile başlamaz ama bu veda başka veda. Hint vedası ve ''vid'' den geliyor...İngilizce'nin ''wit'' i gibi...
Vid, ''bilmek'' , wit de ''zeka'' anlamında deyip geçeyim ve birlikte Hint- Avrupa Dil Ailesi'nin Doğu ve Batı uçlarını bellemiş olalım...
Veda, yazıdan önce, kalıcı ve sürekli bilgi anlamına geliyor; yazıdan sonra ise o bilgiyi ihtiva eden eser...
Vedalar, Hint'te ve kırk asır evvelinde, önce sadece işitilen , sonra yazıya da geçilen dört kutsal metin: En eskileri Rigveda olmak üzere, onunla birlikte Yajurveda, Samaveda ve Atharvaveda'dan ibaret...
Cemil Meriç okumuş arkadaşlarımın aşinası Upanişadlar, Brahmanalar ve Aranyakalar da bazen vedalarla birlikte anılıyorlar...
Vedaların kaynağının Brahman olduğuna ve dumanın ateşten çıktığı gibi vedaların da bir nefes halinde Brahman'dan çıktığına inanıyorlar...
Onların inancında Brahman, ezeli bir enerji ve ilk madde...
Bizim havzamızdan bakarak, vedaları muhtelif ölçülerde söylenip yazılmış ilahiler kabul etsek de Hint Panteonu'nun vedalar ile kurulduğunu tartışamayız...
Bu yazıyı okumakta ısrar eden ve edecek olan arkadaşlar için belirtmem gerekir ki...
- Aryen yahut Aryan diye de anılan Ariler önce İndus vadisinde görülmüşlerdir...o dönemin adı Hint- Avrupa'dır ve onu Hint- İran takip edecek...
- Yunan Panteonu'nun Zeus'u Hint Panteonu'nun Dyaus'udur ve oradan gelmiştir...
- Önümde şu anda dördü açık, vedalar hakkındaki araştırmalarda yukarıda yazdıklarımdan farklı görüşler de yer almaktadır...toparlamaya çalışıp ayrıntıya girmememin sebebi yazının maksadıyla ilgilerinin az olmasıdır...
Mitra, vedaların en eskisi kabul edilen Rigveda'da geçiyor fakat Agni, Surya, Varuna, İndra gibi mutlak kudret sahibi olarak değil...
Burada durup Max Müller'e kulak vermemiz gerekiyor...Müller Rigveda'daki tanrı anlayışının politeist olmadığı kanaatinde...O'na göre veda metinleri Henoteist veya Kathenoteist metinlerdir...şu demek: Aynı ve tek tanrının farklı isimlerle çağrılması veya bu tanrılardan her birinin farklı zaman ve ortamlarda yüce tanrı olarak algılanması...
Öyle veya böyle Mitra'yı önce Hint'te buluyoruz ve Mitra ile Varuna'yı özdeşleştiren veda araştırmacılaından da Mitra'nın güneşle ilişkisine ulaşıyoruz...vedalarda güneş Varuna'nın gözüdür...
Mitra'nın Arilerle birlikte İran'a indiği döneme geçebiliriz artık...adı değişip Mithra olacak ve adına kutlamalar orada başlayacak yahut görünür hale gelecek...
Malum, biz kutlama geleneğinin peşindeyiz...
Mitra yahut artık Mithra'nın İran'da üç dönemi var diyenlere biz de itimat edelim: Zerdüşt öncesi dönem, Zerdüşt dönemi ve Zerdüşt sonrası dönem...
Zerdüşt öncesi İran Panteon'unda ışığın, doğruluğun ve savaşçılığın tanrısı ve herhangi bir tanrı...
Zerdüşt, malum, kendisinden önceki döneme ait bütün tanrıları reddediyor...ancak, Mithra'nın İran Panteon'unda baştanrı mertebesine yükseldiği dönem de bu dönem...
O dönemi araştıranların en kıymetlilerinden birisi belki birincisi, Zerdüşt ve tabii Mecusilik döneminde, Mithra'yı baştanrılığa yükselten gizli bir mezhebin mevcut olabileceğini söylüyor...olabilir...
Benim kanaatim; Mithra'nın, mertebesini Azerbaycan dağlarında kendisine tapmaya devam edenlere borçlu olduğu...
Yüksek yerlerde yaşayanlar daha kavi inanır ve daha çok sadık kalırlar...
Zerdüşt sonrası dönemde, Ahura Mazda ile birlikte anılıyor ve Zerdüşt'ün kitabına bile giriyor...
Eliade'ye göre, Hint'teki Varuna- Mitra formülünün karşılığı İran'da Ahura Mazda- Mithra formülüdür...
O formülün sonunda Mithra kalır...İran Panteonu'un ''Sol İnvictus''u...yenilmez/fethedilemez güneş tanrısı ve şiddetin de tanrısı...
İran Güneş Takvimi'nde ay adı ve her ayın 16. günü de Mihrruz...Mitra'nın Günü...7. ayın 16. günü yani o ayın Mihrruz'u da bayram...o dönem İran'ında en önemli bayramlardan biri: Mihregân...
Bizim Mihrican işte ve bizdeki mihr'li isimlerin de kaynağı...mihriban'dan başlayın, hatırım için...
Artık miladı geçtik ve Roma'dayız...Mitraizm'e ilk olarak ilgi duyan Romalılar, imparatorluğun sınırdaki askerleri...Roma, Mitra'yı onlarla tanıyor...
M.S. 3. asrın başlarında imparator Macrinus, Sol İnvictus adına Roma'da iki tapınak inşa ettiriyor...ancak, bu Sol İnvictus (Yenilmez/Fethedilemez Güneş) bizim Sol İnvictus yani Mitra değil...Kenan ellerinin Sol İnvictus'u...
Yine M.S. 3. asrın bu defa sonlarında imparator Aurelian, Kenan ellerinin Sol İnvictus'u ile İran Panteonu'nun Sol İnvictus'unu özdeş hale getiriyor ve 25 Aralık'ı da O'nun yani Yenilmez/Fethedilemez Güneş'in doğum günü ve bayram ilan ediyor...
Roma paganlığı artık senkretik Mitraizm'dir ve bizim Mihrican (Mihregan) artık Roma İmparatorluğu'nun da bayramıdır...
Zamanlar eskiyor, yönetimler çöküyor, ülkeler ve ünvanlar değişiyor ama kutlama geleneği dipdiri...
O kadar diri ki, Hristiyan Roma'da da 25 Aralık İsa'nın doğum günü olarak bayram ve adı da Noel...az müsaade...Fransız dilinde Noel'in kökü Keltçe ''Nolo Hel'' e çıkıyor ve dikkat ediniz lütfen, Yeni Güneş demek...
Buradan sonrasına zaten, birisi Emin Alper olmak üzere, en fazla iki arkadaş devam eder...ben de onlara söyleyeyim...
Ortodokslar Noeli 6 Ocakta filan kutlamıyorlar; onlar da 25 Aralık'ta kutluyorlar fakat başka bir takvime göre...şöyle...
Jülyen takvimindeki yıl, Gregoryen takvimiyle kabul edilen yıldan 11 dakika daha uzun...milattan sonraki her 400 yıl için üç gün hesaplayarak, 1582 yılında Gregoryen takvimini kabul eden ülkeler 4 Ekim'den 15 Ekime geçiyorlar...10 kayıp gün dedikleri bu...
Gregoryen takvimini 1752'de kabul eden ülkeler için kayıp gün sayısı ise aynı hesapla 11 gün...
Hani annelerimiz Mart'ın 14'ünde Mart geldi derlerdi ya...onun gibi...
Madem toplam üç kişiyiz...konuya Zilhicce'yi de dahil edebilirim...yanlış anlamayınız lütfen...kutlama geleneğini iyi anlayabilmem için...
Zilhicce veya Zülhacce, Arap Kameri Yılı'nın son ayı...adından da anlaşılacağı üzere hac ayı...
Bahsedeceğim kutlama geleneği; yok olup gittikleri için Baide Araplarında var mıydı bilmiyoruz fakat bizim Cahiliye Arapları dediğimiz Aribe veya Mustaribe Araplarında bulunduğundan eminiz...
Cahiliye Arapları için Zilhicce'nin ilk sekiz günü panayır günleri...Zülcemaz Panayırı...
Sekizinci gün terviye...bizim şerefe dediğimiz gün...
Dokuzuncu gün arife ve onuncu gün de kurban...onbir ve onüçüncü günler teşrik günleri...kurban etlerini kızartıyorlar...
İslam, çok küçük farklarla, bu menasıkı aynen alıyor ve işte bizim Kurban Bayramı'mız...elbette kurban artık Allah adına ve teşrik günlerine tekbir ilave edilecek...
Durayım...kutlama geleneği hâlâ diri demektense...
Pek çoğunu pek erken yaşlarda tanıdığımız selametciler veya refahçılar, olumlu ve olumsuz anlamıyla ''uyanık'' adamlardı...
En uyanıkları, bizim haris ve uyanıklarımızla birlikte, o geleneğin en büyük ve iktidar eden partisinde...bazıları ittifak ile tabii...
Bu uyanıklar kutlama geleneği ile başa çıkamayacaklarını erken anladılar ve yılbaşı gecesini Mekke'nin fetih günü ilan ediverdiler...buyurun bunu kutlayın...
Ama tarihe uymuyor demeyin sakın...tarihin ne önemi var...
Nasıl bir yazı oldu bilmiyorum...buraya kadar sabreden iki kişiye de soramam...zaten, güzel olmuş derler...utanma pazarı...
Ömür tükeniyor ve ben henüz insandaki kutlama arzusunun kaynağını bulamadım...kutlama geleneğinin nasıl oluştuğunu da bulamadım...
Bütün bulabildiğim, kutlama geleneğinin varlığını dinlere, devrimlere ve ideolojilere rağmen küçük değişiklerle devam ettirebildiği...
Deli Petro'yu, Fransız İhtilali'ni, Bolşevik Devrimi'ni, İran Devrimi'ni filan hatırlayın isterseniz...Kemalist Devrim çok müteredditti dersem uzar...
İyisi mi...buraya kadar sabır gösteren iki arkadaşımı, tabii ki geleneği oluşmayacak şekilde, kutlayıp bitireyim...????