“Ne çok önden gidip, göze bak, ne de en arkada kalıp tepki çek.”
Kamuda hatta halk arasında erkek çocuğunun adam olduğu yer diye adlandırdığı askerlikte
yaygın olan ve kamunun iliklerine dek işlemiş bir kanaattir bu.
‘Mış’ gibi yap günü kurtar!
Böyleleri yetmezmiş gibi bu kadar miskin, eyyamcı taife içinde bir de kurnaz, fırsatı ganimet
bilenler çıkar ve bulundukları makam ve pozisyonu fırsata çevirerek mevzilenirler.
Kendilerine teslim edilmiş demirbaşı, eşyayı olduğu gibi bilgiyi de depolayarak işlerine
yarayacağını düşündükleri an kullanıma sürüp, ortaya çıkarlar.
Bu tiplerin var olma nedenleri ise aslında hep ilk saydığım günü kurtaranlardır. Onların bu
kadar silik olmaları, diğerlerinin ekmeğine yağ sürer adeta.
Kamuda başka, işini yapan personel tipi hiç mi kalmadı derseniz sizi haksız çıkarmam. Elbette
ve çok şükür ki yine varlar! Sayıları gittikçe azalsa da, ilk iki grubun sayıca çoğalmalarına,
özellikle ikinci grubun sayılarının ve işlevinin iyice artmasına rağmen bir üçüncü kesim daha
var ki Allah yardımcıları olsun. Bugün devlet dediğimiz yapı içten ve dıştan onca dalavereye
rağmen ayakta durabiliyorsa, o sayıca ve işlevsel olarak giderek küçülen o alicenap insanların
yüzü suyu hürmetinedir bilesiniz.
Endişemiz zaten her devirde sayısı zaten az olan bu kesimin son zamanlarda iş yerlerinde
gördükleri baskının üzerine bir de ailelerinden, yakın çevrelerinden gelen baskılarla da baş
etmeleri gibi bir tehlikeyle karşı karşıya kalmalarıdır. Çünkü bizi biz yapan, bizi asırlardan beri
bütün toplumların ve zamanların üstünden atlatarak ayakta tutan güçlü aile dinamiğimiz
maalesef küresel rüzgârların tesiriyle bitap durumdadır. Bundan dolayıdır ki en başta
ailesinden görmesi gerekli yardım ve desteği göremeyen üçüncü kesimdeki, devletin varlık
sebebi olarak gördüğümüz bu kesimin şahsiyetli evlatları iş yerlerinde eskisi gibi güçlü
duramamaktadırlar.
İş yerleri kaynayan kazan haline gelmiştir. Arkadaşlık, sevgi, saygı, liyakat, bilgiye ulaşım gibi
değerler alaşağı edilirken, fırsatçılık, bir yerlere yaranma, adam kayırma gibi yeni virüsler
önlenemez şekilde boy gösterir hale gelmiştir.
İnanılır gibi değil ama bir de bunların devlet eliyle teşvik edildiğini söylemek de maalesef
bizim gibi yıllarını bu kutsal saydığımız kamuya hizmetle geçirmiş biri için çok zor ama izlenen
yanlışları gördükçe de suskun kalmak mümkün değil.
Devletin dişleri kesmiyor!
Yıllardır başını dizlerine koydukça rahatladığımız, gözünün içine bakarak huzur bulduğumuz,
her emrini yüce görüp harfiyen yerine getirmek için çaba gösterdiğimiz, baba diye
gönüllerimize kazıdığımız devletin bu halini görüp de bizim de sessiz kalmamızı kimse
beklemesin.
Kamuda sayıları hızla artan ilk iki kesimin ve özellikle azgınlıkları çok fazla artan ikinci kesimin
karşısında bizim de karınca misali de olsa tarafımızı üçüncü kesimden yana koymamız zaruri
olduğu kadar elzemdir de.
Karayolunda, arkamızdan sekiz çizerek gelen bir otomobil, aynı şekilde sekiz çizerek üç şeritli
yolda, hız sınırının da üzerinde ilerleyip az sonra bir trafik otosunu da aynı şekilde geçerse
beklentiniz ne olabilirdi ki?
Maalesef ayarlarımızı bozmaya kadar götürdüler işi. Kamudaki bu azgın ve zararlı iki kesim
sayesinde bu oto bu aymazlığına, bu kuralsızlığına rağmen tıpkı diğer otolar gibi trafik
ekibinin gözü önünde yoluna devam edip giderse bu işin sonu nereye varır? Katillerle iç içe
yaşamaya alıştırılan, zulümleri kanıksayan, haksızlıklara göz yuman bir toplum olma yolunda
tasarlanmaya devam ederek yeni bir toplum olmaya doğru evriliriz.
Mesaisine doğru dürüst gelmediği gibi, vatandaşına hizmetten çok bazı mahfillere hizmet
edebilme aşkıyla yanıp tutuşan, bulunduğu makam ve mevkii sadece o mahfillere ve kendi
çıkarlarına kullanmakta bir sakınca görmeyen, omurgasız tiplerin çöplüğü haline gelmiş bir
kamu düzenine karşı tarafımız elbette içeride bu ahval ve şerait içinde dahi vazifesini hakkıyla
yapmaya çalışanlardan yana olacaktır.
Oynamaya niyeti olmayanların sığındıkları dün de bugün de hep aynı, hep yerimiz dar!
Geçiniz bunları efendim, geçiniz!
Bizdeki kadar mevzuat, kanun, yönetmelik, yönerge, mülgalar, içtihatlar, yüksek yargı
kararlarıyla dolu bir kamuyu dünyanın neresinde görebilirsiniz ki?
Buna rağmen halen kanun yok deyip yatarsanız affetmeyiz sizi!
Efendim kanun var olmasına var da hukuk adil tecelli etmiyor, hep yapanın yanına kalıyor.
Ne yani: İlahi adalete de mi güvenceniz kalmadı?
Siz gereğini yapın, tarafınızı belli edin, yaptığınız doğruyu bir değil, bin defa üst üste yılmadan
yapın da bırakın ötekiler nerede ne yaparlarsa yapsınlar. O soysuzların yanlışta olduğu kadar
sizin de doğruda bir gücünüz, bir ittifakınız olsun ki gönüllerimize giresiniz.
Onlarca kez araçtan atılan izmaritleri ihbar ettim. Kamudaki görevim sırasında onlarca kez
soruşturmacı olarak lüzum-i mahkeme kararlarına imza attım. Sonrası beni çok da
ilgilendirmez. Bugün olsa yine de gözümü kırpmadan aynı tavrı göstereceğime de eminim.
Benden sonraki süreçlerde, olayın mahkeme ve sonrası süreçlerde ne olduğuyla ilgili
yaşadığım bir sürü tecrübe de edindim ama tekrar ediyorum; beni çok da rahatsız etmedi.
Çünkü ben bildiğim doğruları yapmıştım.
Yerim dar diye şikâyet edeceğine bir adım da sen at. Tavrın, yönün belli olsun korkma!
Partisi, meşrebi önemli değil ama bir belediye başkanı çıkmış ve kendisine emanet edilen
şehrin nizamıyla ilgili elini taşın altına sokuyor, sokağına izmarit atanlara, parklarına çöp
bırakanlara basıyor cezayı. Ellerine sağlık!
O ceza yiyenler gidip hangi yollara başvurarak cezayı kaldırtırlar bilemiyorum ama dediğim
gibi onlar o cezayı kaldırtabilirler diye başkanın da sinmesini beklemek midir bize yakışan?
Biz ancak önümüzdeki işi hakkıyla, kanunlar çerçevesinde yapmaktan sorumluyuz.
Merhum Necip Fazıl’ın gençliğe hitabındaki gibi:
Kim vardır diye sorulduğunda, sağına soluna bakmadan bir adım öne çıkıp ‘ben varım’
diyebilmekte marifet.
Var mısın?
Erdal ÇİL