Uzunca bir zamandır okurlarımla dertleşmek istediğim ancak her defasında içerde ve dışarda
gündem oluşturan olaylar sebebiyle bir türlü yazamadığım ancak yazmadığım için de içime dert olan
bir konu var. Yerel seçimlerin gündeme tam oturmadığı şu dönemde araya kaynamasını istemediğim
uzakta yaşayan acılarını yüreğimizde yaşadığımız kardeşlerimizin durumundan bahsetmek istiyorum.
Dünyada Türk Milletinin olmadığı hiçbir coğrafya ya da ülke yoktur. Avrupa’nın ortalarından
doğusuna Asya’nın batısından en doğusuna, Çin Halk Cumhuriyetinin içlerine kadar uzanan bölgede
yoğun halde kimi devlet kimisi özerk bölge bir kısmı da azınlık gruplar halinde büyük çoğunluğu İslam
Dininin mensubu olan Türkler yaşamaktadırlar. Günümüzde bağımsız Türk Devleti olarak varlığını
sürdüren devletler; Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, de facto
statüsüyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olmak üzere 7 ülke sayılabilir.
Türk dünyasının birlik, beraberlik ve refahını sağlamak, Türk dilleri konuşan ülkeler arasında
kapsamlı işbirliğini teşvik etmek amacıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti öncülüğünde Türk Devletleri
Teşkilatı kurulmuştur.
Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurucu üyeleri Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve
Türkiye’dir. Macaristan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkmenistan ise gözlemci üye
statüsündedir. Türk Devletleri Teşkilatı’nın Genel Sekreterliği İstanbul’da bulunmaktadır.
Türk Devletleri Teşkilatı, ayrıca Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Şanghay İşbirliği Örgütü, İslam İşbirliği Teşkilatı ve diğer
uluslararası kuruluşlarla diyalog ve işbirliği içindedir.
Bu ansiklopedik bilgilerden sonra; meselenin özüne gelecek olursak Doğu Türkistan’da
yaşayan soydaşlarımızın son durumuyla ilgili sizinle paylaşmak istediklerime.
Çin Devlet Bilgi Merkezinin yan kuruluşu olan China Economic Networkun açıkladığı
verilerinde Doğu Türkistan’da nüfusun doğal artış oranı 1949 yılından bu yana ilk kez hızlı bir biçimde
düşüşe geçti. Çin'in son yıllarda Doğu Türkistan'daki soykırım politikası ve toplama kampları
uygulamaları, bölgedeki nüfusun yüzde 70'ni teşkil eden Uygur ve diğer Türk topluluklarının
nüfusunda hızla düşmekte. Doğal nüfus artışının, Çin yönetiminin bölgedeki sistematik soykırım ve
tek çocuk politikasına başladığı son 5 yılda gerilediği ortaya çıktı.
Çin'in Doğu Türkistan'da uyguladığı baskı ve zulmün temel nedeni Halkın büyük
çoğunluğunun Türk ve Müslüman olmasıdır. Uygur Türkeri’nin yaşadığı bölge ve topraklar tarih boyu
Doğu Türkistan Türklerin ata topraklarıdır.
Doğu Türkistan 1949'da Çin tarafından ilhak edilmiştir. Bölgede zulüm ve hak ihlalleri
acımasızca devam etmektedir. Doğu Türkistanlılar hâlâ asıl vatandaş olarak kabul edilmiyor. Nüfusu
25 milyon civarında olan kardeşlerimiz Asimile edilmek isteniyor. Uygur Türklerinin dilini, dinini,
kültürünü, eğitimini, ekonomisini ve nüfusunu kontrol etmek için çeşitli yasaklar, kısıtlamalar,
zorlamalar ve baskılarla zulüm yapmaktadır. Kadınlar ve erkekler çeşitli yollarla kısırlaştırılarak
Müslüman nüfusun yok edilmesi amaçlanmaktadır.
Uygur Türkçesi, resmi kurumlarda, eğitimde ve medyada kullanılması yasaktır. Müslüman
halkın ibadet etmesi; Namaz kılması, oruç tutması, hacca gitmesi gibi dini ritüelleri engellenmiştir.
Kendi kültürleri ile ilgili simgeler kaldırılmıştır. Uygur çocukları ailelerinden küçük yaşlarda koparılarak
Çin kültüründe yetiştirilmek üzere eğitime tabi tutulmaktadır. Müslüman kadınlar başörtüsü takamaz,
Müslüman erkekler ise sakal uzatamazlar.
Uygur Türklerini; Terörist, ayrılıkçı, aşırılıkçı iftirası atarak keyfi tutuklamalar yaptıktan sonra
‘’Yeniden eğitim kampları’’ adı altında 1 milyondan fazla kişiyi bu kamplarda insanlık dışı işkencelerle
yıldırmaktadır. Bu kamplarda işkenceye maruz tutulan kardeşlerimizi, zorla Çince konuşmak, beyin
yıkamak, Domuz eti yedirmek gibi yaptırım uygulamaktadır. Bölgeye Çin halkından kimseleri
yerleştirerek nüfus yoğunluğunu azaltmak, Müslüman Türk kızlarını evlilik dışı yaşamaya zorlamak,
taciz, tecavüz etmek gibi insanlık dışı asimilasyona devam etmektedirler. Doğu Türkistanlı
Kardeşlerimizin Dünya ile iletişimini kesmek için sosyal medya yasakları ve kısıtlamalarıyla
kardeşlerimizin haklı taleplerini, insani haklarını yok saymaktadır.
Bu politikalar, Uygur Türklerinin insan haklarının, kimliklerinin ve varlıklarının ihlal edilmesine,
soykırıma uğramasına ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır. Bu
politikalar, uluslararası hukuka, insan haklarına ve evrensel değerlere aykırıdır. Bu politikalar, Uygur
Türklerinin ve tüm insanlığın vicdanını yaralamaktadır. Bu politikalar, derhal durdurulmalıdır.
Peki, Çin zulmüne dünya nasıl bakıyor? Uluslararası toplumun Doğu Türkistan’daki dram
karşısındaki tutumu ise çeşitlilik gösteriyor. Bazı ülkeler ve kuruluşlar, Çin’in politikalarını kınamakta,
Uygur Türklerine destek vermekte ve yaptırım uygulamaktadır.
Örnek verecek olursak; Amerika, Avrupa birliği, İngiltere, Kanada gibi bazı ülkeler Çin
Devletine karşı Uygur Türklerine destek vererek, insan hakları ihlali yaptığı için yaptırım kararı
almıştır. Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve bazı sivil toplum kuruluşları Çin
zulmünü Dünya Kamuoyuna çeşitli eylem ve kampanyalarıyla duyurmaya çalışmaktadır.
Çin zulmüne sessiz kalan ülkelerin başında Çin’in stratejik ortağı Rusya Çinin iç meselesi olarak
görmekte dolayısıyla Çin’e destek vermektedir. Müslüman ülkeler Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin
dramına sessiz kalmaktadır. Mesela İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap birliği gibi kuruluşlar üç maymunu
oynamaktadır. Bu zulmü görmezden gelen Dünyanın en büyük kuruluşu olan Birleşmiş Milletlerdir.
Türkiye Kardeşlerimiz için ne yapıyor sorusunun cevabı ise;
‘’Denge politikası’’
Türkiye, hem Uygur Türklerine karşı tarihi, kültürel ve dini bağlarını korumak, hem de Çin ile
olan ekonomik ve siyasi ilişkilerini bozmamak için bir denge politikası izlemektedir. Çin’in zulmüne
direkt olarak karşı değil, zulmün durdurulması için tepki koymaktan kaçınmaktadır. Hani denge
politikası demiştik ya işte bu noktada da dengeyi sağlamak adına, Uygur Türklerinin haklarını
savunmak, onlara insani yardım sağlamak, Uygur Türkeri’nin ülkeye kabul edilmesini sağlamak gibi
olumlu eylemleri mevcuttur. Türkiye, ayrıca, Doğu Türkistan sorununun diyalog ve işbirliği yoluyla
çözülmesini teşvik etmekte, uluslararası toplumun bu konuda daha duyarlı olmasını istemektedir.
Burada Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir sözü aklıma geldi.
‘’Firavuna karşı olmak yetmez, Musa’nın yanında olmak gerekir’’ demişti.
Bana göre ‘’Soydaşlarımız mevzu ise, denge teferruat olmalı.’’ Türkiye Cumhuriyeti Devleti;
kardeşlerimize nerede olursa olsun, sonuna kadar Arakan’da, Somali’de, Filistin’de yaşanan insanlık
dramına karşı nasıl davranıyorsak, hangi uluslararası ilişkileri savunuyorsak, hangi dış ilişki prensibini
savunuyorsak en az o seviyede Doğu Türkistanlı kardeşlerimize de destek verilmelidir.
İlgililere ve yetkililere Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz için yine Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun
bir sözü ile seslenelim
"Eğer İslâm dünyası, Müslüman arıyorsa;
Doğu Türkistan, Müslümandır!
Eğer Türk Dünyası, Türk arıyorsa;
Doğu Türkistan, Türk'tür!
Eğer insanlık, insan arıyorsa;
Doğu Türkistan'da katledilen, insanlıktır!"
Sonuç olarak, Doğu Türkistan’daki dram, uluslararası toplumun farklı tutumlar sergilediği bir
konudur. Çin’in politikaları, Uygur Türklerinin haklarını ihlal etmekte ve soykırıma uğratmaktadır. Bu
politikalar, uluslararası hukuka, insan haklarına ve evrensel değerlere aykırıdır. Bu politikalar, derhal
durdurulmalı, Çin hesap vermelidir. Uluslararası toplum, Türkiye Cumhuriyeti Devleti öncülüğünde,
Doğu Türkistan’daki dram karşısında daha etkin ve sorumlu bir rol oynamalı, Uygur Türklerine destek
vermeli ve Çin’e baskı yapmalıdır. Bunun için de naçizane teklifim, Türk dünyasının bir an önce
harekete geçirilmesidir. Sakın Türk Dünyası bu konuda etkisiz kalır diye düşünmeyin. Yaşadığımız son
olayda İsveç’in NATO’ya alınmasında Macaristan Devletinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne verdiği
desteği görmezden gelemeyiz.
Macaristan Başbakanı Viktor Orban'ın Macarcanın Türkçe ile akraba olduğunu ve Macarların Hun
İmparatorluğu hükümdarı Atilla'nın soyundan geldiklerini söylemesi bile Türklere destek vermesinin asıl
sebebi değil mi? Dini ayrı olsa bile. ‘’Dini ayrılık’’ sebebiyle kapısından içeri sokulmayan Türkiye’nin Avrupa
birliğine girmesi için en büyük desteği Macarlardan gördüğümüz de bir ayrı gerçek değil mi?
Değerli okurlarım, bu konuda elbette çok söyleyecek sözümüz var. Hayat tarzım, fikrim, dünya
görüşüm elbette Global anlamda tarafsız değil. Mümkün olduğunca özetlemeye çalıştığım Doğu Türkistanlı
kardeşlerimin sesini bir nebze olsa da sizinle paylaşmış oldum.
Yazımın başlığını Kazak Türkleri edebiyatının önemli bir şairi olan Mağcan Cumabay’ın bir şiirinden
aldım. Mağcan bu şiiri Türkiye’nin Kurtuluş Savaşına atfen Kazakistan’da 1918 yılını 1919 yılına bağlayan kış
ayında kaleme almıştır. Bu şiirinde Türklerin Kardeş olduğunu, Çok uzak coğrafyalarda yaşasalar bile
yüreklerin bir olduğunu örnekleriyle anlatmıştır. Kurtuluş Savaşımızda; Mağcan Türkiye’mize destek vermek
için toplayabildiği para ve değerli ziynetleri Atatürk’ün Moskova’ya gönderdiği Büyükelçiye teslim etmiştir.
Değerli şair 1938 yılında Pantürkçülük suçlamasıyla kurşuna dizilerek şehit edilmiştir.
Mağcan Cumabay’ın şiirine yıllar sonra Türkiye’den bir yürek yine bir şiirle karşılık vermiştir.
Kendisini Tanımak şerefine nail olduğum, değerli bir isim, hemşerim Feyzullah Budak’ın şiirini de Mağcan’ın
şiirinin altına ekledim. Siz bu şiirleri okuduğunuzda en az benim kadar duygulanıp, heyecanlanacaksınız.
Yeryüzünde, Doğudan Batıya ne kadar Türk kardeşim varsa her bir ferdine ayrı ayrı selam olsun.
Yine yeniden buluşmak dileğiyle Allah’a Emanet olun.
İsmail YILDIRIM
UZAKTAKİ KARDEŞİME
Uzakta ağır azap çeken kardeşim!
Solmuş lâleler gibi kuruyan kardeşim
Etrafını sarmış düşman ortasında
Göl gibi gözyaşı döken kardeşim!
Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim!
Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim!
Hor bakan, yüreği taş, kötü düşman
Diri diri derini soymuş kardeşim!
Ey pirim! Değil miydi Altın Altay
Anamız bizim? Bizlerse birer tay,
Bağrında yürümedik mi serâzat
Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay?
Alaca altın aşık atışmadık mı?
Tepişip bir döşekte yatışmadık mı?
Anamız olan Altay'ın ak sütünden
Beraber emip, beraber tadışmadık mı?
Akmadı mı bizim için dupduru bulak,
Şarıldayıp şarıl şarıl dağdan inerek,
Hazırdı uçan kuş, kopan yel gibi
Dilesek bir bir atlar, tıpkı burak!
Altay'ın altın günü nazlanarak
Gelende, sen pars gibi bir er olarak,
Akdeniz, Karadeniz ötelerine
Kardeşim, gittin beni bırakarak!
Ben kaldım yavru balaban, kanat açamam,
Uçsam diye davransam bir türlü uçamam,
Yön bulduran, yol gösteren can kalmadı;
Yavuz düşman koyar mı şimdi beni vurmadan?
Kurşunlar genç yüreğime saplandı,
Günahsız taze kanım su gibi aktı,
Kansız kalıp, kuruyup bayıldım,
Karanlık hapse sıkıca kapattı.
Görmüyorum gece gezdiğimiz ovayı,
Gündüz güneşi, gece gümüş nurlu ayı,
Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp
Bizi büyüten altın anam Altay'ı!
Ey pirim! Ayrıldık mı ulu bütünden?
Dağılıp yılmayan yağan oklardan
Türk'ün pars gibi yüreği varken
Korkak kul mu olduk düşmandan sinen.
Kudretli olmak isteyen Türk'ün canı
Gerçekten hasta mı, bitti mi hali?
Yürekteki ateş söndü mü, kurudu mu?
Damarında kaynayan atalar kanı?
Kardeşim! Sen o yanda, ben bu yanda
Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza
Lâyık mı kul olup durmak? gel gidelim
Altay'a atadan miras Altın tahta.
Mağcan Cumabay
MAĞCAN'A CEVAP
"Bu şiir, Büyük şair Mağcan Cumabay'a karşı Türkiye'den 80 yıl gecikmiş bir cevap ve vefa borcunun ifasıdır."
Uzaktan azabımı bilen kardeşim
Sevgisiyle gözyaşımı silen kardeşim
Özü amansız düşman ortasında
Gönlünü derdime bölen kardeşim
Ağır kaygılarla doldum kardeşim.
Kuruyup lale gibi soldum kardeşim.
Taş yürekli düşmanı sen hep bilirdin.
Ben şimdi haberdar oldum kardeşim.
Ortak anamız idi, Altın Altay
O bir Tulpar idi, bizler birer tay
Bağrında şimşek gibi çakardık
Karşımızda sönük kalırdı, gün ve ay.
Alaca altın aşık atıştık elbet
Tepişip bir döşekte yatıştık elbet
Altay gibi bir sansürlü kelimen, ak sütünden
Beraber emip, beraber tadıştık elbet.
Bizim için dupduru bulaklar aktı.
El attığımız yerde şimşekler çaktı.
Emrimizdeydi uçan kuş ve kopan yeller
Bindiğimiz atlar tıpkı buraktı.
Bir gün ortak hayatın süresi doldu.
Tanrı emriyle sefer mukadder oldu.
Bedenim Akdeniz-Karadeniz arkasında
Yüreğim Altın Altay'da kaldı.
Bilirim öksüz kalıp kanat açamadığın
Uçmaya davransan da uçamadığın
Yön bulduran, yol gösteren can olmayınca
Düşman kurşunlarından kaçamadığın.
Sana değen kurşun, bana saplandı
Günahsız kanımız birlikte aktı
Toprağa düşen kan, onu yurt kılar
Bizi ayrılıp, bölünmek yaktı.
Ben de hasretim, gezdiğimiz ovaya
Gündüz güneşe, gece gümüş nurlu aya
Bizi ipek kundaklara sarmalayıp
Bağrında büyüten anamız Altay'a.
Ulu bütünden ayrılıp uzağa düştük
Tarih kazanında yıllarca piştik
Dağılıp yılmadık, yağan oklardan
Yiğitlik suyunu biz özünden içtik.
Kudrete hamle eden Türk canı
Ne hasta düştü, ne de tükendi hali
Sönmedi yüreklerdeki ateş
Kurumadı damardaki atalar kanı.
Kardeşim, sen o yanda, ben bu yanda
Kudret doğmaz ayrı ayrı yatanda
Gücü-kuvveti toplamak gerek
Atalardan miras ortak vatanda.
Feyzullah Budak