Piyasalar

Türklük Meseleleri

Punto:
Doğu Türkistan ve İsa Yusuf Alptekin Üzerine Ardan Zentürk ben tanıdığım zamanlarda özel televizyonların yeni kurulduğu zamanlarda bunların birinde haber programları yapardı. 27 Eylül tarihli “Uygurları Amerika’nın eline teslim edemeyiz” başlıklı yazısı sanal medyada paylaşılınca fark ettim. Demek ki, Star gazetesinde köşe yazarlığına sonradan başlamış. Kendisi hakkında önceden oluşmuş olumlu kanaatim, İsa Yusuf Alptekin’i ve Ruzi Nazar’ı Amerika’nın desteklediğini yazmasaydı azalmadan devam edecekti. Yine de Doğu Türkistan tabirini de kullanarak güncel olayları objektif bir şekilde yansıtmış olduğu için olumlu kanaatim hepten sıfırlanmadı. Ama araştırmacı sıfatı da olan bir gazeteciden beklenmeyen haksızlıklar yapmış. Önce diyor ki; •Amerikan emperyalizmi birden, “zulüm gören Türk halkı” olarak Uygurları hatırladı. Belli ki, Çin ile yaşadıkları bilek güreşinde kullanılacak bir malzemeye ihtiyaçları vardı ve Soğuk Savaş’tan kalan bir dosyayı raftan indirdiler. •Doğu Türkistan, 1 milyon 665 bin kilometrekarelik alanda, yaklaşık 40 milyon Uygur Türk’ünün yaşadığı bir bölge. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuzeybatısında, Tibet, Kazakistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan kontrolündeki Keşmir ile sınırı olan son derece stratejik bir alan. Bölgede 1949 yılında kurulan Doğu Türkistan hükümeti Çin’in baskısıyla dağıldı. Bu sorun, o gün bugündür varlığını koruyor. •Soğuk Savaş yıllarında Amerika, Sovyetler Birliği’ne karşı Orta Asya’daki Türk toplumlarını, Çin’e karşı da Uygurları kullanmayı tercih etti. Bu politikalar, Amerika tarafından desteklenen iki karakteri ortaya çıkardı, Özbek asıllı Ruzi Nazar ve Uygur milliyetçisi İsa Yusuf Alptekin. •Biri Sovyetler, diğeri de Çin Halk Cumhuriyeti ile mücadele için Amerikan desteğini kabullenmiş bu iki ismin, Türk iç siyasetinde de milliyetçi kanat üzerinden belirleyici etkisi olduğu yılları yaşadık. Soğuk savaş döneminin şartlarında Ruzi Nazar ve İsa Yusuf Alptekin’den bu şekilde bahsetmek en hafif tabiriyle haksızlıktır. Zentürk, birincisi 30 Nisan 2015’te 98 yaşında, ikincisi 17 Aralık 1995’te 94 yaşında vefat etmiş iki güzide insanın günahını almıştır. İsa Yusuf Alptekin’in hayatı hakkında biraz bilgi sahibi olan insan bunları yazmazdı. Rahmetli Alptekin, bütün ömrü mücadelelerle dolu, “feleğin çemberinden geçmiş”, Doğu Türkistan davasını zaman zaman tek başına yürüttüğü bir mücadeleyle tam da Zentürk’ün murat ettiği gibi ne Amerika’ya ne de başka bir emperyal güce bırakmamış bir insandır. Onun hayatı ve mücadelesi hakkında yüzlerce kaynak bulunabilir. Ama sevgili Ömer Kul’un “100 Soruda Doğu Türkistan” kitabının 76. Sayfasında derli toplu bilgiler bulabilirsiniz. Türklüğün en doğudaki kahramanlarını küçük düşürmeye kimsenin gücü yetmez. “Üç efendiler” olarak bilinen İsa Yusuf Alptekin, Mehmet Emin Buğra ve Sabri Baykuzu’yu rahmetle, minnetle anıyoruz. Keser döner, sap döner, gün döner, devran döner ama bize düşen doğruları anlatmaktır. Kimse Çin ile kötü geçinelim demiyor. İnsan hakları ihlalleri herhangi bir hakimiyet mücadelesinde, devletler arasındaki menfaat çekişmelerinde pazarlık konusu olamaz. Derdimiz ne Amerika ne Çin, Doğu Türkistan’da devam eden baskıların bir an önce durmasıdır. Senin de öyleyse Ardan Zentürk, İsa Yusuf Alptekin’in manevi şahsiyetinden özür dilemen gerekir. Ruzi Nazar’a gelince, geçen sene bir münasebetle yazdığım yazıda özetle şunları söylemiştim: •Bu yazının maksadı onu savunmak değildir, ama vicdanım beni, ona yapılan haksızlıklara da cevap vermeye mecbur etti. 30 Nisan 2015’te 98 yaşında vefat eden bu insan hakkında yazılıp çizilenlere bakınca kelimenin anlamıyla “hal-i pür melalimize” üzülüyorum. •Ruzi Nazar rahmetlinin ve Türkistan Ordusu mensuplarının hazin hikayesi öyle birkaç paragrafa sığmaz. İkinci Dünya harbinde Ruslar Kızıl orduya Müslüman-Türk gençleri geri hizmetlerde istihdam etmek üzere alırlar. Ama bu yavruları birkaç haftalık eğitimden sonra Almanların karşısına cepheye gönderirler. Bu gençlerden esir düşenler arasında yetişmiş aydınlar vardır. Bu aydınlar aracılığıyla Alman Nazi yönetimi bu esirlerden Türkistan Milli İstiklal Ordusu oluşturur. Önceleri sünnetli oldukları için Yahudi sanılarak gaz odalarına gönderilen bu insanların bazıları, Sovyet ordusundan alınan esirler arasındaki gerçek Yahudileri “o da bizim gibi Müslüman olduğu için sünnetli” diyerek gaz odalarına gitmekten kurtarmıştır. Ordu kısa zamanda yüzbinlerle ifade edilen bir sayıya ulaşır. Harbin sonucu malum; hastalıktan ve savaşta ölen kitleden geriye kalan birkaç bin kişi anlaşma gereği Ruslara iade edilir; onların da çoğu memleketlerine gidemeden “infaz” edilirler. İşte Ruzi Nazar, geriye kalan birkaç düzine bahtlı insandan birisidir. Rahmetli Cengiz Dağcı da onlardan birisi olarak hayatlarını “Onlar da İnsandı” romanında çok güzel anlatır. •Şimdi “Allah’tan korkmaz kuldan utanmaz!” kalemşörler empati yapma ihtiyacı da duymadan bu insanları aşağılayan, suçlayan ifadelerle senaryolar yazıyorlar. İnsafsız merhametsiz vicdansız bu güruh bataklık bilmez, sıtma bilmez, savaş sonrası 1945’li yılların mahrumiyet şartlarını tasavvur dahi edemez; yardım sever insanlık timsali Alman, İtalyan, İngiliz ailelerin bu kalan birkaç insanı nasıl saklayıp baktığını tenezzül edip okumamışlardır; okusalar da es geçmeyi marifet sanmışlardır. Çünkü pusulaları, Sovyetlerden dağıldıktan sonra da Moskova’ya ayarlıdır. Yaşamanın bile mucize olduğu o şartlarda Ruzi Nazar CIA’dan iş teklifi almışsa, kabul etmesi hem hayati bir zaruret hem de Türkistan davası için bir fırsattır. Solcu kafalar dahi bunu anlayabilir, yeter ki azıcık vicdanı olsun. Bu bahtlı insanlar arasında benim tanıdığım üç kişi vardır: biri muhterem Ruzi Nazar; diğeri muhterem Dr. Baymirza Hayit’dir, Üçüncüsünü 1989’un Ocak ayında Peşaver’de tanıdım: Azadbeg rahmetlinin babası Dr Vakıfbeg Kerimi. Bildiğim dördüncü bir isim de Cengiz Dağcı. Hepsi rahmetli oldu. Allah taksiratlarını affetsin, mekanları cennet olsun. Ölmüş insanların arkasından yazarken, konuşurken cevap vermeye imkanları olmadığını bilmek lazım, hele yalan yanlış hiç yazmamak lazım. Helâlleşme imkânı olmayan bir insanın hakkı geçmiş oluyor. Böyle bir “kul hakkından” Allah beni korusun!