Piyasalar

Türklerde kımız ve edebiyat

Punto:

 Hiç “kımız” içtiniz mi, bilemiyorum. İçen birileriyle konuştunuz mu? En azından duymuşsunuzdur, öyle değil mi? Belki de bir yerlerde okumuşsunuzdur. Mesela kısaca Atsız olarak tanıdığımız Hüseyin Nihal Atsız’ın Bozkurtlar romanındaki bütün Türkler hangi boydan olursa olsun bol bol “kımız” içerler.

Henüz birinci bölümün birinci sayfasında, atlıların geniş çayırlara dağılıp dinlendiği bir yaz gecesinde Yüzbaşı Işbara Alp, gönlündeki sıkıntı ile dolaşırken kendisine bir “çamçak” kımız sunulur. “Işbara Alp kımızı dikti” diye satırlar devam ediyor. Okuyucusunu asırlar öncesine, Göktürkler dönemine götüren roman, “canları pahasına esarete başkaldırarak bağımsızlık ateşini yakanların” mücadelesini anlatır. Anlatır da anlatmasına, anlatırken Türk’ün töresinden, yöresinden, hayat tarzından, aza kanaatinden ve vaz geçilmez “kımızından” da bol bol bahseder. Ulu Kağan, “Ötüken’in erlerini deneşmeye çağırır” ve “kolunun gücüne, gözünün keskinliğine güvenen, er meydanına” çıkar. Gün kararırken yarışlar da koşular da oyunlar da biter. Meydan iki büyük ozana kalır: Kara Ozan ve Çuçu ozan. Bu iki söz ve kopuz ustası karşılıklı olarak kopuzlarıyla çalıp sözleriyle atışmaya başlarlar. Kara Ozan:
Ötüken’in erleri
Bilir benim gücümü.
Kopuzumun mızrabı
Aratmaz kılıcımı.
Kara Ozan! Seninle
Aşık atan Çuçu mu?
Bu bir meydan okuyuştur ve cevap verilmesi gerekir. Çuçu da kopuzunu çalarken aklından geçenler de söz olup ortalığa saçılır:
Seni böyle söyleten
Kımız mıdır, sücü mü?
Böyle yaman söylersen
Sende komam öcümü.
Dinleyiciler arasında Ulu Kağan’ın Çinli eşi İçing Katun’un kardeşi de vardır. Kendisine laf atıldığını görünce kılıcına davranır. Kara Ozan onun elini kılıcına attığını görünce yine kımız üzerinden cevap verir:
Kılıcına el atma,
Şimdi deyiş çağıdır.
Ortalıkta dolaşan
Ak kımız çamçağıdır
İşte böyle uzayıp gidiyor romanın satırları ve sayfaları. İçmeyenlerin tadını bilmediği milli içecek “kımız” hemen hemen her adımda okuyucunun karşısına çıkar. Bakalım neymiş “kımız” denilen şey? Tosya’nın yetiştirdiği tanınmış tarihçi Doç. Dr. Mehmet Kıldıroğlu, birlikte hazırlamakta olduğumuz “kımız” kitabı için yazdığı bölüm-de Faruk Sümer’den yaptığı alıntısında şöyle diyor: Türkler ve Moğollar tarafından içilen kımız sonraki zamanlarda tedavi edici özelliğinin tespit edilmesinden sonra Ruslar ve Almanlar tarafından da şifalı bir içecek olarak kullanılmıştır. Kımız Türk ve Moğol halkına özgü bir içecektir dense yeridir. Ancak başka toplumlarda az da olsa kımız veya kımıza bezer içkiler içmişlerdir. Tok tutması ve tedavi edici özelliğinden dolayı özellikle bozkır kavimleri tarafından tercih edilmiştir. Bozkır kavimleri (Türkler ve Moğollar) uzun süren seferleri ve seyahatleri sırasında etle birlikte kımızı tüketmişlerdir. Gördüğünüz gibi “kımız” sadece keyif verici bir içecek değil aynı zamanda “tedavi edici” özelliğe sahip şifalı bir içecektir. Öyle olmasa Ruslar ve Almanlar da içerler miydi? Bence içmezlerdi!
Kazakistan ve Kırgızistan’da “kımız” ve onun tedavi edici yönü üzerine önemli çalışmalar yapılmış, kitaplar yazılmıştır. Kitabımız basıldığında bu yönüyle ilgili bilginin yanı sıra nerede üretildiği ve nasıl yapıldığı hakkında ayrıntılı bilgileri bulacağınızdan emin olabilirsiniz. Keşke burada sizlerle birkaç fotoğraf paylaşma imkânımız olsaydı. Ama belki kitap basıldıktan sonra yine gazetemizin sayfalarında “tam sayfa” olarak “kımız” macerasını size anlatabilirim. Bu haftalık ise sizlerle “kımız” temalı şiirlerden örnekler vererek veda etmek istiyorum. Şunu unutmayalım ki Mehmet hocanın da yazısında belirttiği gibi “Türkistan’da yaşayan Türk toplulukları kımız içme geleneği-ni günümüzde dahi devam ettirmektedirler. ”Mesela Hunlara gelin gelen bir Çin prensesinin bir şiirde kımızdan söz ettiğini görülür. Mehmet hoca yazısında bu Çinli prensesin “kımızdan” şöyle bahsettiğini söylüyor; Yurdumdan ayrıldım kara bağlarım. Şimdi de Hunların çadırı yerim. Ocağım kül oldu, ona ağlarım. Dünyaya gelmemiş olmak isterim Yapağı eğirir, keçe giyerler. Gözüme bet gelir, gönlüme kötü Koyunun o kokmuş etini yerler. İçemem bakırla sunulan sütü (kımız). Davulu her gece durmaz döverler. Dönerler ta güneş doğana kadar. Fırtına bozkırda gök gibi gürler. Yolları toz duman boğana kadar (Ligeti, 1986: 45) Kırgız tarihçisi ve edebiyatçısı Belek Soltonoev aynı şiiri başka bir biçimde verir. Hunlar zamanına ait bu şiirde Hunlara gelin gelen bir Çinli prensesin ülkesine kendi kültürüne duyduğu özlem dile getirilmektedir. Aynı zamanda yerleşik hayatta yaşamış birinin göçebe hayata alışamadığı da bu mısralardan anlaşılıyor. Görüldüğü gibi kımız eski Çin şiirine de konu olmuştur.
Göktürklerde, Uygurlarda, Kırgızlarda, Selçuklularda, Osmanlılarda da hayatın bir yerinde “kımız” önemli bir yer alıyor. Diyeceksiniz ki Osmanlıda “kımız” nasıl oluyor. Hemen bir iki örnek ile
gösterelim. Osmanlı tarihi kayıtlarında II. Murad devri yazarlarından olan Yazıcı oğlu Ali Efendi’nin şu aktarımına rastlıyoruz: İş bu tertib üzre oturmak gerek Önlerinde müçeler durmak gerek Kımız u komran da bu tertib ile Ağa (ve) ini arasında içile (Uluğtuğ 1939: 191)
Osmanlı dönemi şiirlerinde de az da olsa kımızın izleri görülür. Şeyhi’nin Kenzü’l-Mena-fi fi-Ahvali’l-Emzice ve’t-Tabayi Risâlesinde tedavi edici içecekler arasında kımız da zikredildiğini gösteren
kaynaklar vardır. Peki Moğollarda “kımız” yok mu? Var elbette. Bakın Mehmet Hoca yazısında uzunca bir bölüm ayırdığı Moğolların hayatında “kımızın” yerini nasıl izah ediyor. Hem de kimin ağzından biliyor musunuz? Çok iyi bildiğiniz Marko Polo’nun ağzından.13. Yüzyılın ikinci yarısında Cengiz Han’ın oğlu Kubilay Han’ı ziyaret etmişti. Marko Polo seyahatnamesinde Tatarlardan (Moğollar) söz ederken; “…Yiyecekleri çok yalın, et yiyorlar, süt içiyorlar diyor, eserinin bir başka yerinde. Bizim memleketlerde hiç rastlamadığım bir içki içiyorlar burada, adına kımız diyorlar. Sütten yapılıyormuş, beyaz şaraba benziyor ama içimi çok hoş doğrusu” diyerek onu övüyor. Kıpçaklarda “kımız” değerli bir içecek olarak kıymet görüyor. Altın Ordu’da da Timurlularda da var. Yakutlarda (Sahalar), İdil-Ural Türkleri ve Başkurtlarda da, Nogaylarda da var. Gelin bu haftalık yazımızı Türk dünyasının bilgesi Dede Korkut destanından alıntıyla bitirelim. Belki haftaya yine Mehmet Hoca’dan aktarmalarla hem Türk destanlarında hem de Türk dünyasının şiirlerinde yerini alan “kımızdan” bahsederiz. Türk destanlarından Dede Korkut’ta kımız hayatın önemli besin
maddelerinden ve kutsal addedilen bir tarzda yer almaktadır. Destanda kımızla ilgili geçen şu ifadeler kımızın Türkler için ne kadar değerli olduğunu göstermektedir.
Dirse Han’ın hatunu söylemiş, görelim ne söylemiş. Der: Hey Dirse Han, bana gazap etme, incinip acı sözler söyleme, yerinden kalk, alaca çadırını yeryüzüne diktir, attan aygır, deveden erkek
deve, koyundan koç kes, İç Oğuz’un Dış Oğuz’un beylerini başıma topla, aç görsen doyur, çıplak görsen donat, borçluyu borcundan kurtar, tepe gibi et yığ, göl gibi kımız sağdır, büyük ziyafet ver, dilek dile, olur ki bir ağzı dualının hayır duası ile Tanrı bize topaç gibi bir çocuk verir, dedi. (Mehmet Hoca bu bilgi için şu kaynağı veriyor:
http://www.isev.org.tr/wp content/uploads/2015/12/dedekorkut_-isev.pdf (14.6.2021)
Bugünlük de bu kadar. Biraz tarih, biraz edebiyat, bolca da “kımız” dan bahsettik. Haftaya yeniden buluşmak dileğiyle hepinize sağlıklı günler diliyorum. Kalın sağlıcakla.