1. Milli, Demokratik Birikim
Atatürk’ün de içinde olduğu Türk milliyetçileri XX. yüzyılın başında Avrasya çağını tayin ettiler. Türk milliyetçiliğinin partili tarihi 133 yıla ulaşmıştır. (İlk parti ITC=İttihat ve Terakki Cemiyeti 1889’dur.) Bu cümleden olmak üzere, Kafkasya’da Mehmet Emin Resulzade ve Müsavat Partisi önderliğinde örgütlenen Türk milliyetçileri, 28 Mayıs 1918’da laik, demokratik esaslara bağlı olarak Doğu İslam ve Türk dünyasında ilk bağımsız Cumhuriyetini kurmuş oldular. 1912 Batı Trakya Türk Cumhuriyeti (kısa süreli bir diğer deneyimdir), 1923 Türkiye Cumhuriyeti keza aynı fikri entelektüel siyasi geleneğin, bu büyük tecrübe silsilesinin bir birikimidir. Bu fikri ve siyasi gelenek, 1905 yılında Türkistan’da başlayan Alaş Orda hareketi ve 1917-1920 yılları arasında eski Kazak cüzleri bir araya gelerek bağımsız “Alaş Orda Devleti”ni kurdular.
Yani Türk milliyetçiliği 1969 yılında Başbuğ Alparslan Türkeş Beyimiz ve MHP’yle başlamadı. Tabandaki bu popüler yanlış algıyı tashih etmek gerekir. Türk dünyasının farklı ülkelerinden baktığınızda söylediğiniz şey bütünü kapsayıcı doktriner bir anlam ifade edebilmeli. Soğuk Savaş dönemi Türk İslam ülküsü veya Türk İslam sentezi o süreçteki işlevini tamamladı. 300 milyon Türk’e hitap eden üniversal bir siyasal diliniz olmak zorundadır, sadece sizin bahçeleri ve kasabayı anlatarak bu entegrasyonu ve iletişimi kuramazsınız.
MHP geleneği büyük tarihsel yolun Türkiye’deki en son halkasıdır, arkasında 100 yıllık 3 kıtaya yayılmış bir mücadele geleneği, bir partili tarih vardır. Milli mefkûrenin kuşaklar arası taşıyıcıları politikacılar değil akademik, entelektüel öncülerimizdir. Edebiyatçılarımızdır. Akçura, Hüseyinzade Ali Bey, Mustafa Çokay, Togan, Ağaoğlu, Mihail Çakır, Atsız, Gökalp bu zincirin temel halkalarıdır. Bu yoldaki aktivistler ve politik mücadeleciler elbette ki saygıdeğerdir, hiç kuşku duymuyoruz.
Türkeş ailesi ve 1969’dan beri hizmeti geçen bütün değerli idarecileri ebediyete intikal etmiş ülkü erleri, çileli insanlar, bugüne gelen değerli mücadele neferleri bu anlamda hepimiz için saygıdeğerdir. Töre bunu emreder. Bu temsile kalem şuarasının bir nezaket ziyaretini vesile kılarak hakaret etmesi töreye saygısızlık ve vefa bilmezliktir. Bunun ötesinde bir aileye veya kuruma, kişiye milliyetçilik için bir “şaşmaz referans” otoritesi ve mutlaklığı atfetmek, bütün fikir ve işleri oraya atfen doğrulama, kutsama girişimleri bir tür skolastiktir, sırf akrabalık ilişkileri vesilesiyle –milli kültürel, entelektüel mirası ve temsili dikkate almaksızın- kendini buna ehil ve mümeyyiz görmek bu büyük yola yapılacak en büyük kötülük olur. Milliyetçilik muhafazakarlık gibi değildir, tarih ve kültürü donmuş bir kategori olarak algılamaz, ihtiyaçlara göre eleştirerek yeniden kuran bir perspektiftir.
Hele ki Türk milliyetçiliği tarihine ve teorisine bir kelime katmamış insanların -makamı ve mevki’i, akrabalık ilişkisi ne olursa olsun- bu konudaki sözde “norm koyucu”, amiyane tabirle “ayar verici” sözleri zayidir. Bu gülünçlüğe bir an önce son vermek gerekir.
2. Türkiye’de en güçlü siyasal damar öteden beri Türk milliyetçiliğidir.
Milliyetçiler hesaba katılmadan bu ülkede kalıcı hiçbir siyasal projenin tahakkuk şansı yoktur. O anlamda milliyetçiliğin politik entelektüel temsilinin niteliği büyük önem arz etmektedir. Öteden beri politik milliyetçilik katı hiyerarşik bir yapı ve -geneli itibarıyla- vasat ve alt kadrolarla temsil edilerek Türkiye ve Türk dünyasına yaratıcı bir ufuk açması engellenmiştir. Arkadaşlarımız ve milliyetçi taban maalesef bunu önemsemiyor.
XX. yüzyıl boyunca Türk milliyetçiliğinin özellikle Soğuk Savaş döneminde Türk yurtlarının esaret ve zulüm altında kalması vesilesiyle NATO blokunda yer alması doğru bir tercihti. Nitekim SSCB dağılınca 5 bağımsız Türk devletinin ortaya çıkması bu politikanın görece isabetini gösterir. Keza, Türkiye her ne kadar ABD emperyalizminin siyasal baskısı altında kalsa da SSCB’nin sosyalizm adı altında işgal ettiği yerlerdeki insan hakları ihlalleriyle karşılaştırıldığında bu tercihin tarihsel doğruluğunu ortaya koymaktadır.
XXI. yüzyılda durum farklıdır. NATO için Türk ve İslam dünyası artık hedef coğrafyadır. NATO ve Atlantik PKK/PYD benim kara gücümdür diyor. Gizlisi saklısı yok.
Bunu apaçık ifade ediyorlar. 500 yıllık Batı hegemonyası kökünden sarsılıyor. Asya Pasifik bölgesi dünyanın toplam üretiminin ana omurgasını oluşturmaya başladı. 2050 yılında Rusya nüfus olarak neredeyse İran gibi yarıya yarıya Türk ve Müslüman bir ülke olacaktır. Türkiye artık kayıtsız şartsız bir NATO’cu ve Atlantikçi bağla büyüyemez, çıkarlarını savunamaz.
Soğuk savaş sonrasında Türkiye’nin siyasal partiler düzeni, vasat akıllı (Hakkı Şafak Ses tabiriyle!) devlet aklı, Atlantik ve NATO’ya yeni jeopolitik gerçekler ışığında Türkiye’nin çıkarlarını dengeleyen yeni bir strateji teklif edecek entelektüel bilgi, donanımı, stratejiyi üretmediler. İran’a gelip oturmuş ve gelecek 25 yılda 500 miyar dolar yatırım planlayan bir Çin’in Ön Asya’da yaratacağı etkiyi NATO ve ABD’ye anlatabilecek bir vizyon bile yok. “Adamınım abi ne iş olsa yaparım. Kale hariç her yerde oynarım” yaklaşımı sürekli edilgen, “Tanzimat paşalarından müdevver elçiliklerden iç kamuoyuna karşı destek arama zavallılığı” Türkiye’nin özgül ağırlığını ve reflekslerini güç projeksiyonu yapma potansiyelini velhasıl toplam milli güç unsurlarının optimum bir planlaması ve kullanımını sönümlüyor.
Türkiye bu yeni jeopolitik dinamikleri okuyarak Doğu ve Batı dengesini kurmak durumundadır. Bu anlamda ABD Rand Corparation ve pek çok raporda Türkiye’de yükselen bağımsız milliyetçiliğe dikkat çekilmektedir. Yani MHP ve İYİP’in NATO ve Batı ittifakına yakın partiler olarak bu sosyolojiyi kapsayamadığına dikkat çekiliyor.
Türkiye’de politik milliyetçilik kadro ve taban olarak ekonomi politik bir perspektif, bir siyaset felsefesinden ziyade duygusal angajmanlar ve öznel tarih anlatılarından yapılan garip çıkarımlarla kendini ifade eder. Böylesi herkesin işine geliyor doğrusu.
Bu patinajdan devrimci bir bilinç sıçramasıyla çıkmanın gerekliliği anlatmak nafile.
AKP’nin Biden Amerika’sıyla kuracağı ilişki biçimi burada da etkili olacağa benziyor.
3. Bilimsel Perspektifin Yol Göstericiliği
Küresel ölçekte neoliberal anlatı ve postmodernizm, saadet günlerinin sonuna geldi. Son küresel salgınla beraber bütün makyaji döküldü, riyakarlığı ortaya çıktı. Artık yeni siyasal ve sosyal koşulları açıklayamıyor, çözüm üretemiyor. İnsanlık yeni bir üretim ve paylaşım kültürü arayışının sancılarını çekiyor. Buna paralel olarak Türkiye’de bağımsız milli bir siyasal bilinç yükseliyor. Müdafa’â-yi Hukuk diye isimlendirebileceğimiz bu sosyoloji sağdan sola, çağdaş muhafazakarlara kadar geniş bir yelpazade %65‘lik bir tabana sahip. Rand Corparation, Center for American Progress raporlarında da bu vurgu var. İktidarın milyon dolarlık fonlarla beslenen dernek ve vakıflarına rağmen Türkiye’nin yegane stratejik bilgi üreten Mavi Vatandan, Türk kültür havzasına, üretim devrimine kadar Türkiye’nin yeni stratejik yönelimine “de facto” yön veren bu yeni bloktur.
Henüz bir kubbe gibi bu sosyolojiyi kapsayacak bir siyasal dil yok. Acizane benim bazı tekliflerim var, vaktiyle yazdım.
Türkiye artık ekonomi alanında duvara dayandı, üretim ekonomisi ve Atatürk modelinden başka seçeneği kalmadı. Fiili olarak tıpkı dış politikada olduğu gibi ekonomide de “üretim devrimi” programını takip etmek milli üretim potansiyelini savunma sanayii örneğinde olduğu gibi devreye almak durumundadır. Tarım ve gıda artık stratejik bir sektördür. Sayın Tarım Bakanının zannettiği gibi piyasanın gizli eli tarafından veya karşılıklı bağımlılıkla, ithalatla idare edilebilecek bir sektör değildir.
4. Türkiye’nin Geleceğini Bu Kavramlar Şekillendirecek
Yeni siyasal süreçte kazanan “vatan ve hürriyet” kavramları olacaktır. Türkiye’nin geleceğini bu kavramlar şekillendirecektir. Kentli, orta sınıflara dayanan, eğitimli dünyayı tanıyan yeni bir milli sosyoloji yükseliyor. Bu sosyoloji MHP ve İyi parti geleneksel sert tokalaşma, gardaş, sert şiir milliyetçiliğiyle, esnaf sohbetiyle konsolide edilemezler. Yepyeni bir gençlik var. Türkiye nüfusunun %60’lık kısmı 1980 sonrasında doğmuş. Kasabalardan, Anadolu kentlerinden üniversiteye gelmiş bizim kuşak gibi davacı abilerle tokalaşmak için heyecanlanan mahcup delikanlılar değiller artık. Bu sosyolojiyi garip sözlerle ve temelsiz fikirlerle ve kamyon arkası sözleriyle oyalayamazlar artık.
İYİ Parti en başından beri milli bir kitle partisi olma meselesini angajmanları ve yapısal sorunları sebebiyle ıskalamak durumunda olduğu gözüküyor. Kendine çizilen alana razı. Bir türlü anlayamadılar. Emekli bürokratların üniversite ve ocak anıları, şiir, tarih, edebiyat içinden devşirilecek eklektik garip sözleriyle bu yeni sosyolojiye yön verilemez. Bu anlamda Türkiye yepyeni bir siyasal dile ihtiyaç duyuyor. Bu siyasetin adı yurttaş hukuku etrafında Müdafa’â-yi Hukuk temelinde, insan odaklı, üretim ve bölüşümü dengeli bir eksene oturtmuş, ekolojik duyarlıklı çağı ve uygarlığı kucaklayan yepyeni bir perspektif olmalı. Yüzyılın başındaki milli toplumcu perspektif, Atatürk modeli yeni baştan harmanlanmalıdır. NATO’cu ezberler, mahfel dedikoduları bir kenara bırakılıp yeni çağın jeopolitik gerçeklerini dikkate alan “ehem mühim” tasnifi yapılmış a,b,c seçenekleri olan kısa, orta, uzun vadeyle kademelendirilmiş yeni yüzyılı kuşatacak bir ana strateji üretilmelidir.
“Kantin, otopark, imar rantı, %10 ekonomisini milli” diye sunanlara, liyakatsiz yakınlarını devlete boca edenlere, siyasi potlaç ekonomisine alternatif bütün Türk milletinin kimseye muhtaç olmadan geçimini temin edeceği bir yeni anlayış teklif ediyoruz. Birbirini iterek güvece ekmek bana umudu yerine herkesin doyacağı fenni bir mutfak siyaseti millidir.
Milli olmak budur.
Türkiye’de bu kaynak ve imkanlar vardır.
Yeter ki cehalete saplanıp kendi kendinizi imha etmeyin.
Yukarıda anlattık.
Tekrar vurgulayalım sosyolojisi %65’lik bir potansiyele yaslanır.
TBMM partilerinin politbüroları bu yeni sosyolojiyi okuyup yön verebilecek birikime sahip değil maalesef.
Keşke Türkiye’de bu düşünceye siyasal örgütlenmeye taşıyacak hakikaten bir derin devlet aklı, bir eşraf kültürü, bir entelektüel bilinç, bir halk duyarlılığı ve örgütlenmesi buna yön verecek bir akademik bilinç olsa.
“1908 ihtilâl-i kebirini idrâk etmiş, milli demokratik devrimin Türkiye konjonktürü ve Türk milliyetçiliği için elzemiyetine vâkıf her Türkçü, kurum-kuruluş ve odak içinde Ömer Nâci merhum gibi belagatli bir sesle haykırabilsek keşke”. Bir okurum böyle diyor.
Hegel’e Marks gibi; Marks’a Engels gibi; Salur Kazan’a Bayındır Han gibi; Bilge Kağan’a Tonyukuk gibi; Atatürk’e Fâlih Rıfkı gibi; simide çay gibi ahenkleri üretme zamanıdır.
Kültürümüzün mayasında vardır, yeter ki irade olsun.
Bizimkiler sert tokalaşma ve mahpushane anlatısının etkisinden çıkarlarsa, kutsadıkları bizim de çok şahıs olarak sevdiğimiz milliyetçiliği temsil eden politik kadroların ıhlamur içip yarenlik edeceği, cami ve okul mütevellisi, dernek ve vakıf yöneticisi olacağı günlerin geldiğini, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı devasa sorunları çözecek, büyük ihtiyacı karşılayacak birikimleri olmadığını görebilseler, bu iş yüzde elli tamam olur, keza diğer geleneklerdeki benzer düşünceleri paylaştığımız dostlarımız partizan bağlılıklarımızı kırarak bir Ocak etrafında toplanma zamanıdır.
Bu düzen değişmeli!
***
En son yapılan Kadir Has Üniversitesi “Siyasal Değerler” araştırmasında kimlik temelli taleplerin %5 mertebesinde olduğu açıktır. Onlarca kez yazdım kimlik diye yansıtılan sorun ekonomi temellidir. Hakkari’nin 4 katı Kürt nüfusa sahip Gaziantep’te refahtan pay alan Kürt meseleye yurttaş hukuku açısından bakıyor, politik şiddet olarak kendini ifade etmiyor. Bir Türk milliyetçisi olarak böylesi bir projeye [anayasanın ilk 4 maddesine saygılı, Atatürk devriminin birikimini içselleştirmiş bir projeye] entelektüel ve siyasi destek verdiğimi ifade etmek isterim.
Kemalist+ milliyetçi +ulusalcı+ ülkücü oyların toplamı büyük çoğunluğu oluşturuyor. Bu sosyoloji Atatürk değerlerinden, çağdaş Türkiye’den yanadır (yaklaşık % 46).
Türkiye’nin siyasetten soğumuş aydın, birikimli kesimlerini siyasete çekecek sivil alanı siyasallaştırarak bir iradeye dönüştürecek yaklaşım ve siyasetlere ihtiyaç vardı. Böyle bir sosyolojiyi Neoliberalleri Hanibal’in filleri gibi öne sürerek başarılı olma şansı kalmadı. Zamanı gelmiş bir fikirden daha güçlü bir şey yoktur.
XXI. yüzyılı kuşatan yurttaş hukukunu, aydınlanma birikimini , kimsesi olamayanların kimi cumhuriyeti inşa edecek milli bir siyasal dil gerekiyor. Bu anlamda Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü Atlantikçiliğin ,Batıcılığın yedeğine veren yaklaşımlar her türlü bilimsel ve ahlaki temelden yoksundur. Tarihsel gerçekleri tahrif etmekle eş anlamlıdır.
Atatürk’ün ve CHP’nin ilkelerinden bir Milliyetçilik değil miydi?