Avrupa’nın Türk kökenleri Roma öncesine Etrüsklere kadar uzanıyor. İtalyanlar Türklere Turki dedikleri gibi Latinler de Etrüskler’e Tuski (Tusci) demekteydi. Tusci kelimesi Tosca’ya dönüşmüş daha sonraki yüzyıllarda Toskana adı da Etrüsklerin yaşadığı yer anlamında kullanılmıştır.
Etrüsklerin Anadolu’dan İtalya’ya göç ettikleri, Son yıllarda genetik araştırmalarla doğrulandı. Batı Anadolu’daki Türkler arasında yüzde 97 oranında genetik benzerlik var. Etrüsklerin ataları Anadolu’dan M.Ö. 7000 -3000 arası ayrılmışlar.
Etrüskler Anadolu'da yaşanan aşırı kıtlık nedeni ile toplu halde Lidya'dan önce Limni Adası'na ve buradan da deniz yoluyla Orta İtalya'daki Toskano bölgesine göç etmişler.
M.Ö. 7. ve 3. yüzyıllarda yaşamış 80 adet iyi korunmuş Etrüsk iskeletlerinden alınan mitokondriyal DNA’lar günümüze ait çeşitli toplulukların genetik veri tabanları ile karşılaştırılmış.
Etrüsk ve Türk gen havuzlarındaki benzerlik dikkat çekmiş. Özellikle Etrüsklerin gen havuzundaki Türk kalıtları diğer halklara göre üç kat fazla çıkmış.
Bu gen araştırmalarında Etrüsk genlerinin günümüzde İtalya’da yaşayan halkın kalıtlarıyla uyuşmadığı, Türklerle genetik bağlantılı oldukları sonucu elde edilmiş. Sonuçlar Etrüsklerin Türkiye topraklarından Ege bölgesinden İtalya’ya göç ettiklerini doğruluyor.
Etrüsk göçünde Anadolu sığır cinsi İtalya’da
Tek benzerlik insan kaynaklı değil. Etrüsk yurdu Toskana’daki ineklerin, İtalya’da bulunan diğer inek cinslerinden farklı olmasından hareketle yapılan tetkiklerde Toskana inek cinsinin Anadolu inekleri ile aynı olduğu saptanmış. Toskan ‘chianına’ ırkı doğal otluyor, yumuşak ve lezzeti yoğun.
Toskana kentine özgü bir yemekten söz edelim. Türkiye’de Karınaşı, işkembe dolması veya şırdana benzeyen bir yemekleri var. Adına panino al lampredotto deniliyor. İnek bağırsaklarıyla doldurulmuş bir sandviçten yapılıyor. Kokoreçe daha çok benziyor.
Etrüsk krallarına terken / tarkan /tarhan deniliyordu.
St. Petersburg doğumlu (1912-1992) ilk Türk kadın diplomat, akademisyen yazar Adile Ayda, İtalya’da çok uzun zaman Türkiye elçisi-müsteşarı olarak bulunmuş ve araştırmalarını “Etrüskler Türk mü idiler?” ismiyle kitaplaştırmıştır.
Kitabında Türkçe ve Etrüskçe arasındaki söz benzetmelerini göstermiş ayrıca Etrüsk yazılarının Ön Türklerde görülen sağdan sola tamga/damgalarla sembollendirildiğini ve her damganın ayrı bir kavramı ifade ettiğini belirtmiştir.
Etrüsk yazıtlarında Roma şehrine Rumah veya Rumak adı verilmektedir. Adile Ayda’ya göre, bu kelime Urumak okunmalıdır. Bilindiği gibi, Türkçede, lehçeye göre telâffuzu değişen Urumağ/Irımağ,/Irımak/Irmak kelimeleri, nehir manasına gelir. Sümerce ve Etrüskçenin birer arkaik Türk lehçeleri olduğu gerçeği yadsınamaz.
Etrüskler için en önemli bir nehir, yani Tibre üzerinde kurulu Roma, Irmak şehri olarak adlandırılmıştır. Denilebilir ki, Roma eskiden İtalyanların Fiume (İtalyanca ırmak) adını verdikleri, bugün de Slav kökenli halkların Riyeka -Hırvatistan’da bir bölge adı- (rijeka/reka Slavca ırmak) dedikleri şehrin karşılığını oluşturur.
Tanrının Kırbacı Roma'da
İtalik yerleşkesi Roma İmparatorluğunun Etrüsklerden yüzlerce yıl sonra Türk kökenli topluluklarla yeniden karşılaşması Batı Hun İmparatorluğu /Avrupa Hun İmparatorluğu, döneminde oldu.
Roma İmparatorluğuna diz çöktüren Muncuk Han’ın oğlu Atila, MS. 395 yılında doğdu. İsmi Volga Nehri’nin eski adı "Atıl-İtil" kelimelerine dayanıyor.
Roma ordusu, Hunlar önünde bozguna uğrayınca Roma ileri gelenleri, Papa’yı (1.Leo) Başbuğ Atilla’nın ayağına gitmesini söylediler. Hun ordusunun Roma’yı işgal etmesi bu görüşme ile sağlandı.
Attila'nın Macar Torunu
2006'da Dünyanın en büyük GSM operatörü İngiliz Vodafone’nun Türkiye Genel Müdürü Macaristan doğumlu Attila Vitai'nin, Büyük Hun İmparatoru Attila’nın soyundan geldiği propagandası yapılmıştı.
Ailesi, Sovyetler Birliği’nin Macaristan’ı işgalinden sonra İngiltere’ye kaçmış. Vitai, anadilini ise ülkesine atandığında öğrenmeye başlamış. Sıkı bir golf ve tenis ustası, Manchester United fanatiği. Macaristan Golf Federasyonu Başkanlığı yapmış.
Londra Üniversitesi Ekonomi mezunu. Sekiz yıl Londra Filarmoni Orkestrası mütevelli heyetinde bulunmuş. İngiltere Kraliçesi’nin, "Officer of the Order of the British Empire-OBE" ve Macaristan’ın "Knight’s Cross" nişanlarına sahip. İngiliz eşi Susan da kendisi gibi ekonomist.
ROMA ve Kurt Sembolü
Romulus ve Remus, Roma Mitolojisine göre MÖ 753'te Roma şehrinin kurucularıdır. İtalyan mitolojisine Etrüskler (Tuskiler) aracılığıyla geçmiş bir söylencedir. Türklerin mağarada kurt tarafından beslenen çocuk motifi ile birebir aynıdır.
Romus ve Romulus iki (veya ikiz) kardeştirler ve Roma şehrini kurmuşlardır. Bir ırmağa bırakılırlar ve dişi bir kurt onları sudan çıkararak bir mağarada emzirir. Daha sonra çiftçi bir aile tarafından bulunarak evlat edinilirler.
Roma şehrini kurmak için de kurt tarafından emzirildikleri yeri seçerler. Bu yerin etrafını çevirirken tartışmaya başlar ve kavga ederler bunun üzerine Romulus kardeşi Romus’u öldürür.
Böylece kurduğu kent devletinin ilk hakanı kendisi olur. Kardeşleri besleyen Lupa kara renkli olarak betimlenir. Romalılar Etrüsklere yönelik katliam düzenler ve onları yok eder.
Türkiye’deki Roma
Vatikan'ın bağnaz, cahil Avrupa halklarını kışkırtarak düzenlediği Haçlı Seferlerinde Avrupa Krallıkları, ÖnAsya'da yerleşik Selçuklu Türkleri ile münasebetler geliştirdi. Antakya ve Urfa Kontlukları Katolik din anlayışının potansiyel nüfusunu oluşturacak Kiliselerin kurulmasına önayak oldu.
Ayrıca 1204 – 1261 yılları arasında süren Latin istilası ve kurulan Katolik İmparatorluğu, İstanbul tarihinin en kötü dönemidir. 4.Haçlı seferi ile yola çıkan Katolik Latinler ve Venedikliler, Kudüs yerine İstanbul’a yönelerek Konstantinopolis’i işgal ettiler. Bölünmüş kilise yeniden birleştirilerek, Ortodoks kilisesi, Katolik kilisesine bağlandı.
Türkiye Vatikan İlişkilerinin resmi tarihi, Osmanlı Sultanı Orhan Gazi dönemine (1326-1360) kadar götürülebilir. İmparatorluk egemenlik sahası genişleyince doğal olarak Latinlerde Bursa merkezli genç devletin tebaaası arasına katıldı.
Bu de facto durum, Papalığın önAsya’da ortaya çıkan yeni güç merkezi ile kilisenin kurumsal çıkarları doğrultusunda Osmanlı Beyliği ile diplomatik ilişki kurmasına yol açtı.
Papalık, Doğu Roma kilisesinin egemenlik sahasında ortaya çıkan Türk güç odağını, Kontantilopolis merkezli Ortodoks Kilisesi ile itikadi anlaşmazlığında baskı unsuru kullandı.
Bu kapsamda Papa XXII. John (1316-1334) ve Fransa Kralı IV. Charles’in, Piskopos William Durandus’u Bursa’ya Orhan Gazi’nin yanına göndermesi ilişkilerde önemli bir adımdır.
Durandus’un görevi Suriye’deki Latinler için daha elverişli koşulların sağlanması için görüşmelerde bulunmaktı. Bununla birlikte, Orhan Gazi ile Papa VI. Clement (1342-1352) arasında 1348’de İzmir’deki Hıristiyanları Rodos şövalyelerinin korumasına bırakan bir anlaşma yapılmıştı.
Venedik/ Cenova/ Papalık ve Balyozlar
Venedik Cumhuriyeti XIII. yüzyıldan itibaren bilhassa IV. Haçlı Seferi’nden sonra doğudaki (levant) ticarî faaliyetlerini bir hayli ilerletti. Böylece Bizans İmparatorluğu başşehrinde etkili bir Venedik kolonisi meydana geldi.
1261’de Latin İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Venedik tüccar ve yatırımcıları kendi yöneticilerini seçme yetkisini Bizans imparatorundan sağladılar. 8 Haziran 1265’te yapılan antlaşmada, “Quod comune Venetiarum ponat Rectorem supra gentem suam, qui vocetur Pajulus / kendi yöneticisini seçen Venedik topluluğu buna bajulus demektedir ifadesi geçmektedir.
Vatikan ve Katolik dünyası ile Türkiye arasındaki ilişkilerde resmi sayılabilecek ilk temsil Fatih döneminde gerçekleşmiş, Papalığın İstanbul’da sürekli bir temsilci Balyos/Balyoz bulundurmasına izin verilmişti.
Balyos tabiri sadece İstanbul’daki temsilci ile sınırlı değildi. Venedik’in Eğriboz, Şam, Trabzon, Sur şehrindeki temsilcileri için de bu tabir kullanılırdı. Fakat İstanbul’da görev yapan balyoslar Selânik, Hanya, Modon, Koron, Eğriboz, Sur şehirlerinde bulunan koloni başkanları ve temsilcileri üstünde bir yetkiye sahiptiler.
Bizans döneminde çeşitli sorunlar ve krizler yaşamalarına rağmen durumunu korumayı başaran Venedik kolonisi, Osmanlı tehdidi karşısında daima Bizans’ın yanında yer aldı.
Venedik temsilcileri Türklerle yapılan antlaşmaları İstanbul’daki balyosları vasıtasıyla gerçekleştirirlerdi.
5 Temmuz 1453’te İstanbul’un fethi haberi Venedik şehrine ulaşınca, daha önce İstanbul’a gitmek üzere Eğriboz’a gönderilen elçi Bartolomeo Marcello’ya, Türk âlemini iyi tanıyan Nicolo Sagunduno’yu da yanına alarak bir an önce hareket etmesi emredildi.
Papa V. Nicolo’nun engellemelerine rağmen 18 Nisan 1454’te iki taraf arasında yeni bir barış metni hazırlanarak yürürlüğe kondu.
Türk-Venedik antlaşmalarında önemli bir yer tutan bu metin içinde balyosun statüsü şöyle belirlendi: Venedik Cumhuriyeti istediği şekilde İstanbul’a balyos ile ailesini gönderebilir; balyosun burada Venedikliler’i yönetme, başkanlık etme ve yargılama hakkı vardır. Bunu uygulaması için de emrine bir subaşı verilecek ve istenileni bu kişi yerine getirecektir. Balyos görevini serbestçe yapabilecektir.
Burada dikkati çeken husus, balyosun yönetme ve yargılama yetkilerini kendinde bulundurması ve kararlarını icra eden kişinin de bir resmî Osmanlı memuru olmasıdır.
Bizans İmparatorluğu zamanından beri maiyetleri çok kalabalık olan balyosların hizmetinde sekreter, tercüman (belgelerde tercüman kelimesinin bozulmuş şekli olarak dragomanno veya drağman), tabip, din adamı, mektupçu, cerrah ve daha başka görevliler de bulunurdu. Hepsine birden “famiglia” (aile) denilirdi. Bunların bir arada bulunması için özel bir bina gerekiyordu.
1453’ten sonra Venedik kolonisinin Galata tarafında diğer Katolik-Latin kökenli topluluklarla birlikte bulunması istendi ve bu ilke titizlikle uygulandı. Temsilciler de kendilerine sürekli bu semtte yer aradılar.
1527’den sonra Galata’nın dış kesiminde kalan ve günümüzde Beyoğlu diye tanınan semtte, o zamanki adı ile Viğne di Pera (Pera bağları) denilen yerde önceleri sadece yaz mevsiminde, 1544’ten sonra da sürekli bir şekilde kalmaya başladılar.
Galata’nın Tom Tom (Dum Dum Kaptan’ın adına izâfeten) mahallesinde bulunan bina, çeşitli hukukî zorlamalarla devamlı olarak Venedik temsilcilerine ayrıldı. Onlar da hukuk kuralları çerçevesi içinde ev yakınında yeni yerler edindiler ve binayı genişlettiler.
1797-1918 yılları arasında Avusturya yönetimi altında kalan bina, Lozan Antlaşması ve daha sonra yapılan görüşmelerden sonra İtalya’ya verildi. Aynı bina günümüzde İtalya’nın İstanbul başkonsolosluğu binasıdır. Tarihî adı olan Palazzo di Venezia (Venedik sarayı) şimdi tamamen unutulmuşsa da cephesinde bulunan San Marco arslanı heykeli ile bir tamir kitabesi hâlâ durmaktadır.
İstihbarat amaçlı din değiştirmeler oldu
Venedik temsilcileri yardımcılarının mutlaka Türk dilini öğrenmelerini isterlerdi. Onun için balyosların maiyeti arasında bir de “hoca” adı verilen Türk görevli vardı.
1551’de alınan bir senato kararıyla hem Venedik’te hem de İstanbul’da Türkçe öğretmek üzere birer okul açıldı.
“Giovane della lingua” denilen bu gençler, belgelerin Türkçe’den İtalyanca’ya çevrilmesi yanında Türkçe belge kaleme almakta da çok becerikli idiler.
Bunların bazıları Türk kültürünü çok iyi öğrendi, aralarında İslâm dinini kabul edenler bile oldu. İşte bunlar dal Budak kök saldı, Cumhuriyete nüfuz ettiler. Roma Masasına bağlı sahte derin devletin kadrolarını oluşturdular.
Biyolojik İstihbarat için Ressamlar Kullanıldı
Prof. Dr. Mehmet Akif Okur (@MehmetAkifOkur) yıllar önce New York’ta Columbia University’nin kütüphanesinde genel Türk tarihi taramaları yaparken N. Rossi’nin doktora tezine rastladığını, Fatih’in Venedik'ten “iyi bir ressam” talebi üzerine Gentile Bellini’nin görevlendirilişini anlatırken ilginç bir şeye dikkat çektiğini belirtir.
Misyonlarını tamamlayıp ülkelerine geri dönen Venedikli devlet görevlileri, on beş gün içinde özel bir rapor, bir "Relazione/Rapor" yazmakla /sunmakla yükümlüydüler.
Relazione'ler, diplomatların yapıp ettiklerini ve rutin faaliyetlerini aktardıkları Dispaccio'lardan farklı raporlardı. "Venedik'in faydasına olacak" özel şeylerle ilgiliydiler.
Örneğin; önemli liderlerin fiziki özelliklerinin tasviri ve psikolojik karakterlerinin dış görünüş üzerinden tahlili de bu raporların konusu oluyordu. İyi ressamların portreleri, bu bilgilerin aktarımı bakımından önemliydi.
Bellini, İstanbul’daki görevinden dönünce Fatih’in portresini Venedik'e istihbarat raporu niyetiyle sunmuş olabilir mi?
Fatih’in portresi, tarihimizin ve Rönesans Çağı'nın en büyük suikast hikâyesinin parçası mı? Bir uluslararası ilişkiler hocasının Fatih okumalarından notlar. Peki böyle bir rapor niçin önemli?
Venedik'in Fatih'e karşı başarısız suikast girişimlerinde bulunduğu biliniyor. Vefat sebebinin ise zehirlenme olduğunu savunanlar var. Venedik, kurbanının solmakta olan çehresini ve "halefini" bir arada, Bellini'nin çizgileriyle görmek mi istedi?
Katolik Kilisesi’nin düşmanları eskiden Yahudiler ve Müslümanlar iken 16. asırda Protestanlar da bu düşman listesine girdi.
İtalyan Giuseppe Garibaldi Karadeniz'e gitmekte olan bir gemide çalışırken uğradığı İstanbul'da inerek 1828-1831 tarihleri arasında 3 yıl kadar yaşadı. Osmanlı Sarayından hangi isimlerle irtibat kurduğunu merak edenler araştırsın.
Garibaldi İstanbul'da İtalyan kolonisinin işleri ile uğraştı. Mevcut yapıyı güçlendirdi. Modernize etti.'Societa Operaia Italiana/İtalyan İşçi Yardımlaşma Cemiyeti'ni kurdu. Sonraları bu kuruluş İtalyan kulübü olarak tanındı. Geçtiğimiz yıllarda Sedat Bornovalı’nın gayretiyle restore edildi.
II. Abdülhamid Vatikan’ı nasıl güçlendirdi?
Osmanlı’nın Balkanların birçok bölgesindeki hâkimiyetini kaybetmesi, bu topraklardaki Katolik dindaşları nedeniyle Papalığı endişelendirmiştir. Sebeb?
Rusya’nın ele geçirdiği topraklardaki Ortodokslaştırma faaliyetleri ve birçok Katolik rahibi sürgün etmesi daha önceden Papalık tarafından tecrübe edilmiş hususlardı. İşte bu endişeler ortak tehlikeye karşı Osmanlı ile Papalığı beraber politikalar üretme noktasına getirmiştir.
Ciddi anlamda Sultan II. Abdülhamit zamanında Fransa’nın Katolikler üzerindeki etkisini azaltma gibi birçok nedenden dolayı kurulmaya çalışılan resmi ilişkiler, her defasında farklı bir nedenden dolayı gerçekleşememiştir.
Siyasal İslamcıların cennnetmekan Ulu Hakanları II. Abdülhamit, saltanatı boyunca İstanbul’daki Papalık temsilcisinin gücünü arttırma yoluna gitmesine ne demeli?
II. Abdülhamit Dönemi’nde Vatikanla ilişkiler önceden olduğu gibi resmi olmayan bir tarzda ve dostluk çerçevesinde devam etmesine bakılırsa ne diyeceğimiz belli değil mi?
Vatikan Roma nezdine gönderilen Osmanlı elçisini kabul etmeme ilkesini devam ettirmesine rağmen Roma konsolosluğu (şehbenderlik) ile önemli konularda hususi görüşmeler yapılmıştır.
Papalık temsilcisi, Galata civarındaki on bir Latin Katolik ruhani bölgeden ayrıca, İstanbul’daki binlerce öğrenciden sorumluydu. Bununla birlikte hastane ve yetimhanelere gönderilen rahipleri de o yönetiyordu.
Anadolu'da nüfuz bölgesi elde etmede kararlı olan İtalya, 1913 baharında Antalya'da bir konsolosluk açarak, bölgeye yönelik projeler hazırladı. 1913 ve I914'te, bir arkeoloji heyeti bolgede incelemeler yaptı.
"Banka; Doğu'da ekonomik yayılmanın öncüsüdür" zihniyetiyle hareket eden İtalyanlar, İzmir ve Kudüs'de Banco di Roma'nın şubelerini açtılar, İtalyanlar, bütün bu girişimlerden sonra, Osmanlı Devleti'nden 10 Ekim I913'te, araya savaşın girmesi sebebiyle uygulayamadıkları bir demiryolu yapım imtiyazı almayı başardılar.
İtalyanlar Fransız ve İngiliz ordusunun Anadolu’yu işgalini istemedi
Osmanlı Devleti'ne karşı sistemli bir politika takip eden İtalya, I. Dünya Savaşının başlamasından hemen sonra tarafsızlığını ilan etti. (2 Ağustos 1914) tarafsızlığını ilan ettikten 3 ay sonra sağ ve sol kesimlerden İtalya'nın savaşa girmesi için baskılar yapılmaya başlandı. Adriyatik'teki İtalyan üstünlüğünün devam ettirilmesi için savaşa Avusturya'nın karışında girilmeliydi.
1915 yılına gelindiğinde İtalya'nın savaşa hangi tarafta gireceği netleşmeye başladı. Bu arada, İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale Boğazı'nı zorlamaları İtalya'da endişe yarattı.
26 Nisan I915'te gizli Londra Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla İtalya, bir ay İçinde savaşa İtilâf Devletleri yanında katılmayı kabul etti. Londra Antlaşması'nın 9. maddesi İtalya'nın Osmanlı topraklarındaki menfaatleri hakkındaydı.
İtilâf donanmasının İstanbul'a gelmesinden sonra; İtilâf Devletleri'nin başkenti taksimlerinde İtalyan bölgesi, Çengelköy'den Kandilli'ye kadardı. Kuleli Askerî Lisesi'ni karargâh yaptılar.
İlerleyen aylarda İngiltere'nin, Yunanistan'ı, İtalya'yı Akdeniz'de kendisine rakip olarak gördüğü için desteklediği ortaya çıktı. Venizelos'un, konferansa 30 Aralık 1918'de sunduğu bir muhtırada, Anadolu'da daha önce İtalya'ya vaat edilmiş bölgeleri talep etmesi ve Adriyatik konusunda da Amerika'nın İtalyan isteklerine posta koyması,Türkiye politikasında önemli değişiklikleri tetikledi.
Türkiye politikasını, müttefiklerinden büyük oranda bağımsız hale getiren İtalya, Türklere daha fazla yaklaşmış ve menfaatlerini korumak için yalnız başına hareket etmiştir.
İtalyanlar İşgal bölgelerinde halka iyi davrandı.
İtalyanlar, halkın gönlünü kazanarak idare etmek anlamında dönemin resmi ve özel kaynaklarında geçtiği şekliyle “hulûl-i muslihane” siyasetini benimsediler.
Halka iyi davrandılar, halkın üzerinde manevi otoritesi bulunan kişilerle iyi ilişkiler kurdular, halka sağlık hizmeti verdiler, isteyenleri himayelerine aldılar, Yunan işgal sahasından göç etmek zorunda kalan insanlara yardım ettiler, Kuva-yı Milliye birliklerinin işgal bölgesini kullanmasına ses çıkartmadılar ve Demirci Mehmet Efe ve Yörük Ali Efe gibi direniş liderleriyle ve mahalli idarecilerle iyi ilişkiler kurdular.
Halkın zaaflarından iyi faydalanıp zirai tohum dağıtıp kredi verdiler, yolları onardılar, arkeolojik incelemeler yaptılar. Mustafa Kemal Paşa, yerel yöneticilerin İtalyanlarla ilişkilerinde zararlı sonuçlar doğuracak hareketlerden uzak durulması yönünde talimatlar vermiştir.
Buna rağmen askeri açıdan bakıldığında; Doğu’da Ermenilere, Güney’de Fransızlara ve Batı’da Yunanlılara karşı cepheler açıldığı halde, İtalyanlara karşı bir cephe açılmamıştır.
Mustafa Kemal Paşa, Sivas’ta iken, İtalya’ya bir “adamını” göndermek istemiştir. Gerçekten birkaç ay sonra, Edip Servet (Tör) Bey, L’Idea Nazionale gazetesine göre Aralık 1919’da, Türk kaynaklarına yansıyan bilgilere göre Mart 1920 başında Roma’da Mustafa Kemal Paşa’nın temsilcisi olarak göreve başladı. Roma’da Milli Mücadele hareketini tanıtmak için çalışmalar yapan Edip Servet (Tör) Bey’in memuriyeti resmi mahiyette değildi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından sonra bazı başkentlerde, Ankara hükümetinin temsilcilikleri açılmıştır. Roma’daki temsil görevine de resmiyet kazandırılarak Câmi (Baykurt) Bey, 4 Eylül 1920’de Roma’ya “Mümessil” olarak tayin edilmiştir. Câmi Bey, Roma’da Milli Mücadele’nin anlatılması için yoğun ve başarılı çalışmalar yaptı.
Cumhuriyet Döneminde Ankara Vatikan İlişkileri
Lozan’da alınan karar gereğince, Fransız himayeciliğinin ve kapitülasyonların kaldırılmasının Vatikan’ı memnun ettiği anlaşılmaktadır.
Nitekim 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nda alınan karar doğrultusunda Kapitülasyonlar ve Fransız himayeciliği tamamen kaldırılmış olması Türkiye için olumlu bir gelişme olduğu kadar Vatikan ve piyonu İtalya açısından da önemliydi.
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren 1960’lı yılların başına kadar Vatikan’la Türkiye arasında resmi bir ilişki kurulamıyor. Hatta Başbakan İsmet İnönü’nün 1932 yılında İtalya’yı ziyareti esnasında bu konunun gündeme getirilmesi için İstanbul Papalık Vekili Carlo Margotti tarafından Vatikan’a mektup yazılmasına rağmen geri dönüş olmamış.
Türkiye’nin 1945’te çok partili hayata geçmesi ve Demokrat Parti'nin iktidara gelişi sonrasında Vatikan’la ilişkilerin daha da arttığı gözükmektedir. Bu anlamda Başbakan Adnan Menderes ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Vatikan’da Papa XII. Pius’u (1939- 1958) ziyareti önemlidir.
Siyasi ilişkilerin geliştirilmesi maksadıyla, resmi bir ziyaret için 1955’in şubatında İtalya’ya giden Menderes, burada İtalya Devleti yetkilileriyle bir takım görüşmeler yapmış ve daha sonra Vatikan’da papayı ziyaret etmiştir
Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın 1959 yılında Vatikan ziyareti ve Papa XXIII. Jean ile yaptığı görüşmenin ardından, 11 Nisan 1960 tarihinde diplomatik ilişkiler kurulmuştur. Sonrasında karşılıklı olarak Büyükelçilikler açılmış, Vatikan Büyükelçiliğimiz 1962 yılında faaliyete geçmiştir.
Türkiye’ye ilk Papa ziyareti 1967 yılında VI. Paul tarafından gerçekleştirilmiştir. Daha sonra, 1979 yılında Papa II. Jean Paul, 2006 yılında XVI. Benedikt ve son olarak 28-30 Kasım 2014 tarihlerinde Papa Fransuva ülkemizi ziyaret etmişlerdir.
Sayın Cumhurbaşkanımız 5 Şubat 2018 tarihinde Vatikan’ı ziyaret etmişlerdir.
Vatikan Ekonomisi ve Papalığın Türkiye’deki Paraları
Katolikler’in dini merkezi Vatikan başlıbaşına bir devlet. Her devlet gibi Vatikan’ın da bir bütçesi var. Ama duvarların ardında gizliliği tercih eden bu mini devlet ayrıntılı bilançolar ya da bütçe planları yayınlamaz. Hesaplarını gizli tutar.
Üretim ve ticarete dayalı bir ekonomik yapılanması bulunmamaktadır. Belli başlı gelir kalemleri tüm dünyadaki Katoliklerden sağlanan bağışların yanı sıra, İtalyan şirketlerindeki hisse senetleri, kira getirisi de olan taşınmazlar, okullar ve sağlık kuruluşlarından elde edilen gelirlerdir. Öte yandan, Vatikan Şehir Devleti gelirlerini müze, hatıra para ve pul satışlarından da elde etmektedir.
Vatikan, kara para aklamak için dünyadaki en uygun yer. Çünkü kontrol edilemeyen bir bankası ve fiyatlarla istediği gibi oynaya bildiği emlâk varlıkları var. Vatikan bankası IOR 1942’de kuruldu ve ilk günden itibaren offshore bankacılık yaptı. Avrupa’da olmak önemli.
Vatikan Bankası’nın orijinal adı İtalyanca “Istituto per le Opere di Religione” (IOR), İngilizce adı ise “Institute for the Works of Religion”, yani bir banka adı taşımıyor aslında.
Çalışanların emeklilik, maaş hesabı, mevduat gibi varlıklarının yönetiminin yanısıra varlık yönetimi ve saklama ve uluslararası transferler gibi hizmetleri veriyor, kredi ise vermiyor, temel amacı kilise yardımlarının finansmanı. Müşterileri yine karar verildiği üzere, 5043 adetteki Katolik kurumlar, din adamları, çalışanlar, Vatikan elçilikleri ve diplomatları.
Vatikan sermayesinin önemli bir kısmının Türkiye'de finans sisteminde yer aldığı söylentisi yabana atılacak bir iddia değil. Kimine göre Vatikan’ın parası Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasında bloke edilmiş.
Şimdi sıra geldi sahte Türk derin devleti görünümlü Roma Masasına
İlber Ortaylı, Avrupa’da her şeye rağmen iyi ilişkilerimizi sürdürdüğümüz iki ülkenin İtalya ve İspanya’ olduğunu söyler. Ona göre, İtalyan kültürünün Türk tarihindeki rolü hiçbir Avrupa ülkesiyle mukayese edilmeyecek kadar yüklüdür.
Bu nedenle Küresel İtalyan Girişimciler Konfederasyonu (CIIM), 2004’te Roma’da kurulan ve dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan 65 milyon İtalyan’ı temsil eden iş insanları derneğinin Türkiye’de faaliyet göstermesini olumlu bulur ve tarihsel arka planına dikkat çeker.
Türkiye de 19’uncu asırda yoğun bir İtalyan göçüne uğradığını, İstanbul ve İzmir’in şık binalarında çalışan basit sıvacıdan mimara, müzisyenlerden ressamlara Türkiye’ye katkı sunduklarını, 1848 İhtilali’nde Avusturya’ya karşı savaşan İtalyanların gelip bize sığındıklarını, bir ara TÜSİAD başkanlığını da yapan Aldo Kaslowski’nin de işte böyle bir aileden geldiğini belirtir.
Hatırlarsanız Aldo Kaslowski’nin ismi bir kaç yıl önce Amerika’yı sallamıştı.
O günlerde Türk kamuoyu ABD’de Rıza Sarraf soruşturmasına odaklandığından, Türk vatandaşı İtalyan asıllı Aldo Kaslowski’nin sahibi olduğu Türkiyeli Organik Kimya’nın, ABD’nin organik kimya devi Dow Chemical ile davasını gözden kaçırmıştı.
Davada Organik Kimya; ‘müşteri kapmak’ ve Dow Chemical’a ait ‘tescilli ürünleri üretmek’le suçlanmıştı. Dow Chemical; dünyanın en büyük kimya şirketlerinden. ABD’nin en önemli sanayi firmalarından Dow’un 58 milyar dolarlık cirosu, 180 ülkede 53 binden fazla çalışanı var. Sadece Ar-Ge’ye yaptığı yıllık harcama 1 milyar doların üzerinde. 1971’den bu yana Türkiye’de faaliyette ve 2012’den bu yana Aksa Akrilik ile işbirliği içinde.
Dow’un dava ettiği şirket ise Türkiye’nin en büyük kimya şirketlerinden biri: Organik Kimya. 1965 yılında kurulmuş sektörünün en önemli firmalarından. Son açıklanan verilere göre 68 milyon dolar cirosu var.
Türkiye’nin yanı sıra yurtdışında da hızla büyüyen bir marka. 2007’de Hollanda’da 80 bin ton kapasiteli fabrikayı devreye aldı. 2010’da Organik Kimya USA adıyla ABD’ye adım attı. Başında ise TÜSİAD yönetiminin önemli ailesi Kaslowski var. Şirketin kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Aldo Kaslowski, TÜSİAD’ın kaptan köşkünde uzun dönem yer alan bir isim.
Oğlu Simone Kaslowski ise şirketin başkan yardımcısı ve CEO’su. Şu anda da TÜSİAD’ın Başkan Yardımcısı. 50 milyon TL sermayesi olan Organik Kimya ile Dow’u karşı karşıya getiren ise işte ABD’deki bu dava.
ABD’de devam eden davada Dow’un iddiaları ilginç; daha önce kendileri için çalışan Dilip Nene ve Leonardo Strozzi’nin Organik Kimya’ya transfer olmasıyla tescilli bilgilerinin bu şirketle paylaşıldığını savunuyor. Yani bir tür sanayi casusluğu.
ABD’li Dow, Organik Kimya’nın bu transferin ardından iki yeni polimer bazlı ürün ürettiğini, ardından ABD pazarına girdiğini iddia ediyor. Dow, Türk şirketi Organik Kimya’yı suçlarken bir de müşterilerini kaptığını savunuyor. Kaslowski Ailesi’nin Organik Kimya şirketi ile dünya devi Dow arasında adalet önünde yaşanan gelişmeler önümüzdeki dönemde daha fazla gündem olacağa benziyor.
Aldo Kaslowski, Türkiye’nin fazla öne çıkmayan, ancak etkin işadamlarından biri. Amerikan pazarına giriş hikâyesi neredeyse 20 yıllık bir geçmişe sahip. Amerika’nın, Avrupa’dan daha önemli bir pazar olduğuna ilk dikkat çekenlerden.
Young President örgütünün 1971’de İstanbul şubesi kurucularından. 1977’de İtalya Cumhurbaşkanı tarafından Cavaliere Ufficiale nişanı ile taltif edildi. 1983-1985 Young President Avrupa-Avrupa Başkanı ve Yönetim Kurulu üyesi.
Kaslowski, TÜSİAD International Onursal Başkanlığı’nı da yürütüyor. Aynı zamanda dünyada 21 ülkeyi kapsayan İtalyan Girişimciler Derneği (CIIM) Eur Asia Med Başkanlığı’nı yapıyor.
Türk Pirelli Kablo Yönetim Kurulunda. 10 milyar Euro’yu aşan toplam iş hacmi ile şekerleme pazarının pazar liderlerinden ve küresel çikolata pazarının en büyük şirketlerinden biri olan Ferrero Grubu, Türk iş dünyasının çok önemli isimlerinden Aldo Kaslowski’yi yönetimin başına getirdi. Türkiye’deki İtalya sanıldığından daha güçlü.
Roma Masasının Sosyolojik Tabanı Müslümanlaşmış İtalyanlar ve Levantenler
"Güneşin doğuşu" anlamına gelen Fransızcadaki "Lever" kelimesinden türemiş "Levant" yani "Doğulu" olarak anılan yüzlerce, binlerce aile, kimi tarihçilere göre 1500'lü kimi tarihçilere göre de 1700'lü yıllardan itibaren yoğun olarak geldikleri İstanbul, İzmir gibi şehirlerde Türk insanıyla kültür alışverişinde bulundu.
İngiliz, Fransız, İtalyanların çoğunluğunu oluşturduğu Avrupalılar, özellikle Tanzimat'tan sonra ticaret yapmak için Osmanlı topraklarına yerleşti. Osmanlı topraklarına yüzyıllar önce gelen Avrupalıların son temsilcileri, dünyada benzeri olmayan Levanten kültürünü tiyatro sahnesinde, kitaplarda, sofralarda ve yeşil sahalarda yaşatmaya çalışıyor.
Derin Vatikan’ın da Sahte Derin Türk Devleti var
Roma Masası Türkiyedeki Derin Vatikan'ın Katolik hizmetkarları olduğu gibi üçyüz veya dörtyüz yıllık geçmişe sahip, sözde Müslümanlaşmış, Türkleşmiş, dini cemaatlerin içerisinde kök salmış, gazeteci, ressam, moda tasarımcısı, akademisyen, çevirmen, bürokrat ve siyasi isimlerden de hizmetkarları mevcut.
Milliyetçi ve muhafazakar görünümlü nüfuz ajanlarının güttüğü hatırı sayılır bir kitlenin, Ermeni, Rus, Yunan, İngiliz, Yahudi ve Mason düşmanlığı, Tapınakçı karşıtlığı üzerinden nasıl manipülasyona maruz kaldığını anlamak gerçekten çok zor.
Mesela soğuk savaş yıllarında Komünizmle Mücadele ederken Vatikan’ın değirmenine kimler nasıl su taşıdı, kimler nasıl çocuk tecavüzcüsü sapık papazların ekmeğine yağ sürdü, hiç düşündünüz mü?
Aman sahte derincilere dikkat edin, yoksa kimin kılıcını salladığınızı anladığınızda iş işten geçmiş olur. İmamın kayığına biniyorum derken bir bakmışsınız papazın kucağına oturmuşssunuz.
Şeytan ayrıntıda gizlidir diye boşuna dememişler!