Yunus EKŞİ
Punto:
Dinle
Türkiye’de Sermaye Birikimi Sorunu
Ekonominin temel itici güçlerinden biri olan sermaye nasıl oluşturuluyor?
Bunu doğru bir şekilde anlamamız için önce mevcut kurguyu ortaya koymamız gerekiyor. Yani okullarda öğretilini bilelim. Ekonominin her kademesinde, bu paradigma kabulü ile, kararlar alan yöneticilerin uyguladığı ekonomik politikaları yönlendiren kabulü görelim.
Sermaye; paraya dönüşebilen değerler ve paranın kendisi demektir. Yatırımcı için bankadan alınan kredi yani borç demektir. Mali bir bilançoda ise aktif pasif denkliği içinde; pasif kısmında yer alan sermaye, Sermaye+Borçların aktif kısmı olan varlıklara eşitliğidir. Sermayeye varlıklar üzerinde işletmenin hakları da diyebiliriz. Borçlar düştükten sonra kalan sizin sermayenizdir.
Bugün bir firmanın sermaye birikim başlangıç kaynağı bankalardır. Bankalar ne kadar borç verirse sermaye üretkenliği o kadar artar kabul edilir. Dolayısı ile üretkenlik, büyüme borç verenin elindedir. Bunu zihnimizde tutalım.
Ekonomik kalkınmada sermaye birikim sorunu olduğu, sık sık Ortodoks ekonomi kurallarına iman etmiş olanlar tarafından dile getirilir. Ülke ekonomisinin büyümesi için sermaye birikiminin gerçekleşmesi gerektiği kabul edilir.
Sermaye birikimi için de tasarruf edilmesi gerektiği, bu tasarrufların oluşturacağı sermaye ile de yatırım yapılarak istihdam oluşturacağı inancı vardır. Bunun için mevcut para kredi sisteminin bir yönü ile akışı olan bankalar üzerinden; halktan mevduat toplayarak tasarruf oluşturma, bu tasarrufu da bankalar üzerinden kredi olarak yatırıma aktarma süreci işletilir.
Kural olarak, kabul edilmiş ‘’Tasarrufların Yatırıma Eşitliği’’yalanı üzerinden hareket edilir. Bankaların mali tabloları incelendiğinde, topladıkları mevduatları kesinlikle bu eşitliği sağlayacak bir denklikte yatırıma aktarmadıkları görülür. Bu yalanın üzerinden toplanılan mevduatlardan fazlada kredi, yani borç verirler. Bu işin ayrı bir faciasıdır.
Burada yatırım dendiğinde halkın anladığı ve verilmek istenilen mesaj; istihdam oluşturacak üretime yönelik birikmiş sermaye yönlendirmesidir. Ancak bankalar bu mevduatları faizli fonlarda kullanarak, reel olmayan, farklı isimlerle tanımlanan türevsel faiz getirisi sağlayan fonlara yatırım demektedirler.
‘’Türkiye’de tasarruf eksikliği var ‘’ sözünü çok sıklıkla duymuşuzdur. Bu aynı zamanda sermaye eksikliği var demektir. Yatırımla üretim ekonomisine geçemeyişimizin gerekçesi olarak buradaki tasarruf eksikliği gösterilir. Bu şuna benziyor; evinizi derenin kenarına yapıyorsunuz, sel gelip aldığında ‘’yağmur yağdığı için evimizi sel aldı’’ diyorsunuz.
Sermaye birikiminin gerçekleşmesi için; mevcut Ortodoks ekonomisi borç alınması gerektiğini, bu borca faiz ödenmesi gerektiğini, faiz ödeyenin de faizli elde ettiği sermayeyi faizle satması gerektiği anlayışına göre kurgulanarak, üretim olacak ve ülke böyle kalkınacak prensibi benimsenmiştir.
Bu döngüye, sermaye yetersizliği adına, sistematik olarak yapılan faiz ödemeleri üzerinden süreklilik kazandırılmıştır.
Sermaye birikiminin gerçekleşmesini bu şekilde borca bağlamak şu demektir; yatırım yapabilmek için mutlaka faizcinin önünde diz çökerek borçlanacaksınız.
Bu İstihdamı ve üretimi, ülkenin Gayri safi yurt içi hasılasının oluşumunu borca bağlamak demektir. Dolayısı ile bu aynı zamanda emekçinin emeğini de borca bağlamak demektir. Bunun aksini iddia eden bu sistemin savunucusu bir baba yiğitle, konuyu her platformda tartışmaya hazırız.
Bizim uygulanan sisteme borç ekonomisi dememizin önemini son zamanlarda farklı siyasi partilerin fark ettiğini ve bu ifadeleri kullandığını memnuniyetle görüyoruz. Ancak gelip dayanıp tıkandıkları nokta ‘’Bu sistemin içinde sadece borç alınıyor ama yatırım yapılmıyor. Borcun yatırıma yönelmesi gerekir. Uzun vadeli borçlanmalıyız. Aldığınız borç İstihdam oluşturmalı, katma değeri olmalı ‘’şeklinde ayrıca büyük bir yanlışa düşüyorlar. Bu yaklaşım, sistemin ana işleyiş biçimini doğru tespit edememek demektir. Kısa vadede oluşan sermaye birikim eksikliği problemleri uzun vadede oluşacaktır. Bu sadece asıl sorunu ötelemektir.
Daha öncede yazmıştım; muhalefet kesimindeki tüm partilerin Merkez Bankasının bağımsızlığı konusunda ortak oluşmuş açıklaması, ekonomi alanındaki borçlanmayla ilgili açıklamaları ile birlikte okunduğunda tutarsız ve çelişkilidir.
Borç ekonomisinin oluşturduğu rakamların doğruluğunu ifade etmekle, borca dayalı ekonomi sisteminin ana omurgasındaki yanlışlığı olan Merkez Bankasının bağımsızlığını kabul etmek net biçimde çelişkilidir.
Muhalefetin sistemi dönüştürmeye, borçları bitirmeye, gerçek bir üretim ekonomisine geçme yönünde ayakları yere basan ekonomik model önerisi yoktur. Bu iş öyle devletin bazı israflarını kapamayla bitirilecek mesele değildir. İnsanlık için savaştan kaçan insanlara ‘’Türkiye’nin harcadığı 36 milyar doları harcamayacağız tasarruf edeceğiz’’ demekle çözülecek mesele değildir. Hele hele sığ bir politik yaklaşımla ‘’makam araçlarını satacağım’’ demekle asla olacak bir şey değildir.
Çok net görüyoruz ki muhalefetin sürdürülen faizi kaldırma gibi bir derdi ve politik kuramı yoktur.
Borç ekonomi kurallarını işleterek, sermaye birikiminin gerçekleşmesi mümkün değildir. Sizi sürekli bir borçlanmaya iten bir modelle üretim de yapsanız, yaptığınız üretim borca gidecektir. Sermaye birikiminizi uzun vadede arttırsanız da borç verene çalışırsınız. Borçla büyür sunuz. Faizlerle ana parayı ödeme zamanı geldiğinde kriz dediğimiz süreci yaşar ve küçülürsünüz.
25 Hazıran sabahı Başkan yeni iktisadi model için adım attığında; dış tasarrufları ithal etme ve bunlara akıl almaz oranda faiz ödemek zorunda olmadığımız görülecektir.
Seçimlerin milletimize şimdiden hayırlar getirmesini diliyorum.
Selam ve dua ile....