Piyasalar

Türkiye'de Büyükelçi Suikastleri -1-

Punto:

Bir şehir efsanesinin çöküşü: İsrail Başkonsolosu Efraim Hofstaedter Elrom’u Mahir Çayan mı öldürdü?
Türkiye; Ankara'da gerçekleştirilen terör saldırısının şokunu yaşıyor. Terör örgütlerinin  gerçek azmettiricisi  hain odaklar bilinmeden, terör olaylarının gerçek içyüzü anlaşılamaz.
Aslında makaleye başladığımda dizi olacak şekilde "Türkiye'de Büyükelçi Suikastları"nı yazmayı düşünmüştüm. Suikaste uğrayan her diplomat hikayesi neredeyse kitap boyutuna ulaşınca vazgeçtim. Belki ileride diğerlerini yazmak kısmet olur.
İngilizlerin İsrail kartına oynamaktan vazgeçmesi 
İngilizler özellikle II.Abdulhamit döneminden başlayarak Kudüs civarına  kendi kolonilerinden  ve Avrupa’nın diğer ülkelerinden Yahudi topluluklarının göçlerini yönlendirdi. Yahudiler Süleyman’ın Krallığını yeniden kurma hayalini Siyonizm ile gerçekleştireceklerini sanıyorlardı. Ama Batı emperyalizminin ihtiyaç duyduğu petrol, Yahudilerin İsrail'in den daha önemliydi.  Verilen sözler, deklerasyonlar falan rafa kaldrıldı. 
Türk Devleti; kurdurduğu  İsrail  diplomatını  neden öldürtsün ?
İngilizler Yahudileri; Araplarla birlikte Filistin Kolonisinde yaşamaya ve İsrail Devletini kurmaktan vazgeçmeye zorladılar. İşte tam da burada Türk Devlet Aklı devreye girdi. Türkiye Cumhuriyeti,  İngilizlerin isyancı Araplarla uzaklaştırıldğı Ortadoğu’ya geri dönmeyi Yahudilerle gerçekleştirdi. Türkiye; Yahudilerin, İngilizlere karşı eylemlilik kararını okuduğunda her türlü desteği sundu. 
Öncelikle Türkiye topraklarından Filistin’e Yahudi göçünü teşvik etti. “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarından rahatsız olan binlerce Türk Yahudisi soluğu Filistin’de aldı ve demografik dengeyi Yahudiler lehine değiştirdi. İsrail’e gönderilen Yahudilerin birçoğu  Sefarad ve  Hazar Türkleri’nin bakiyesiydi. 
Türkiye; Avrupa’da popülerleşen Hıristiyan geleneği antisemitizm karşıtı projeler gerçekleştirdi. Örneğin Hitler zulmünden kaçan Alman Yahudi bilim insanlarını üniversitelerde istihdam etti. Savaşın devam ettiği yıllarda Türk diplomatları, görev yaptıkları ülkelerde binlerce Yahudi’nin hayatını onlara Türk pasaportu vererek kurtardılar. Yahudileri soykırımdan kurtaran bu diplomatlar “Türk Schindlerler” olarak anılıyorlar.
İsrail Devletinin kurulması Türk istihbaratının projesiydi. Çünkü İsrail devleti kurulduğunda o topraklar İngiliz mandasıydı ve İngiliz koloni valisince yönetiliyordu. Birleşik Krallık Filistin Mandası’ndaki Yahudi yerleşimlerini korumak amacıyla kurulan ve 1920-1948 yılları arasında faaliyeti gösteren Yahudi paramiliter örgütü Haganah, İngiliz ordusunu hedef alan eylemlerde bulundu. 
Yüzlerce İngiliz askeri öldürüldü. İkinci Dünya savaşı sonunda İngiliz Hükümetinin Siyonist karşıtı tavrını değiştirmeyeceği kesinlikle anlaşılınca, Haganah Filistin’deki İngiliz Manda yönetimine karşı çıkmaya karar verdi. İngilizlere karşı her alanda direnişler düzenlendi. 1940 yılı sonlarına doğru Haganah, 45 bin elemana ulaşmıştı. 
İngilizler, Yahudilerin saldırılarını bertaraf etmek için Araplar’a yanaştı. Bu işbirliğinin asıl gerekçesi  İngiliz emperyalizminin en önemli sömürü kaynağı enerji hammaddesi petrolün Arap ülkerinde bulunmasıydı. İngilizler Arap-Yahudi anlaşmazlığını körükledi. Türk istihbaratı; Türkiye’den göç ettirilen Yahudiler ile  Türk diplomatların Avrupa’da toplama kamplarında imha edilmekten kurtardıkları Yahudiler aracılığıyla, Filistin’de bağımsız İsrail devletinin kurulması için İngilizlere karşı savaşan Haganah benzeri örgütlere sızdı. Kim ne derse desin, İsrail devletinin kuruluşu Türkiye’nin projesidir. Sadece o mu?
İsrail Gizli Servisi MOSSAD İstanbul’da kuruldu
1958’de Türkiye-İsrail-ABD arasında üçlü imzalanan, çok gizli bir anlaşmayla şifre adı Paslanmaz Demir olarak fısıldanan Mossad üssü Türkiye’de İstanbul Emirgan’da kuruldu, Türk istihbaratçılar burada özel eğitim verdiler. Bu anlaşmadan önce İsrail Gizli Servisi MOSSAD, İstiklal Caddesi’ndeki Mısır Apartmanı’nda bir dairede kuruldu. Dairenin kiracısı, 1909 Kudüs doğumlu, İsrail Dışişleri Bakanlığı’nda görevli bir memur olan Reuven Zaslanski-Zaslani Shiloah’dı. 
Dairenin sahibi  ise  Sultan II.Abdülhamit, Sultan Vahdettin, Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Adnan Menderes’in dişçiliğini yapan ve bu isimlerle yakın dostluklar kurmayı başaran Sami Günzberg’di. Mossad’ın ilk direktörü Reuven Shiloah, 1946’da o yıllarda “Casuslar Kenti” olarak bilinen, birçok filme konu olan İstanbul’a, İsrail’in kurucusu David Ben Gurion’un emriyle 1946’da geldi. 
David Ben Gurion İstanbul’u iyi biliyordu, 1912-1914 yıllarında İstanbul Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi öğrencisiyken Beyoğlu’nda kalmıştı. Gurion’un Reuven Shiloah’ı İstanbul’a göndermesinin nedeni; siyasi ve ekonomik güce sahip Yahudi cemaatinin desteğiyle Türk yetkilerle yakın ilişkiler kurmasını sağlamaktı. Reuven Shiloah; kısa bir süre otellerde kaldıktan sonra 1947’de ta 1910 yılından bu yana İstanbul’un en güzel yapılarından biri olarak bilinen, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nın üçüncü katına yerleşti.
İstiklal Caddesi’nin göz bebeği olarak da bilinen, birçok ünlünün sık sık gittiği Mısır Apartmanı Mossad’ın kuruluşuna da ev sahipliği yaptı.  Ben Gurion’da Mısır Apartmanına gelir yardımcılarıyla birlikte İsrail’in kuruluş çalışmalarını yürütürdü. 18 Eylül 1947 tarihinde, İbranice adı ‘Ha-Mossad le-modi’in u-le-tafkidim meyuhadim’ yani İstihbarat ve Özel Harekât Enstitüsü, MOSSAD, işte resmen İstanbul’da bu Mısır Apartmanında kuruldu. 
Sadece dış istihbaratla ilgilenecekti, iç istihbarat göreviyse Shin-Bat adlı kuruluşa verilmişti. İsrail’i resmen tanıyan ülkeler arasında Türkiye de vardır. Shiloah, İsrail Dışişleri Bakanlığı’nda görevli bir memurdu. İsrail’in bölgedeki Müslüman ülkelerle kuracağı ittifakları o belirliyordu. Gizlilik temel esastı. İşte bütün bu yarı diplomatik yarı istihbarat çalışmaları Mısır Apartmanı’ndan yürütüldü. Gurion’dan tam destek alan Shiloah, servisin ilk başkanı oldu.
İsrail Türkiye İlişkileri 
İsrail, SSCB'nin Ankara'yı kendi tarafına çekme çabalarına rağmen, Batılı emelleri olan ve demokratik bir yol seçen laik bir Müslüman ülke olan Türkiye tarafından tanınmaktan memnundu. ABD'nin 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'nın yeniden yapılanmasına yardımcı olmak amacıyla hazırladığı Marshall Planı'nın faydalarından yararlanan Türkiye, batı kulübüne kabul edilmenin mutluluğunu yaşadı.
İsrail'le ilişki sürdürmek, yenidünya düzeni olan Soğuk Savaş'taki konumunu daha da güçlendirecekti. 1948-63 yılları arasında Türk dış politikasının doğal eğilimi ABD ve NATO ile uyumluydu. Altı Gün Savaşı'nın sona ermesi, Mısır ve Suriye'nin yenilgiye uğratılması ve en önemlisi Kudüs'ün yeniden birleşmesi bir dönüm noktasıydı.
Türkiye, İsrail'in Kudüs dahil savaş sırasında işgal ettiği tüm toprakları iade etmesini isteyen uluslararası koroya katılmasına rağmen; Rabat/Fas'ta yapılan toplantıda İslam İşbirliği Teşkilatı'nın İsrail'i savaşın başlatıcısı olarak kınayan bazı kararlarını da engelledi. Bu, Türk hükümetinin takip etmek zorunda hissettiği bir tür denge diplomasisiydi. 
1969-1971 arasında Hükümet; Adalet Partisi ve Başbakan Demirel tarafından yönetiliyordu. Devlet; ordunun ağırlıkla söz sahibi olduğu bir mekanizma olarak işliyordu ama sivil derin bürokrasi, Demirel ve hükümetinden hoşnut değildi. 
THKO ve THKP-C Türk Silahlı Kuvvetlerinde nasıl örgütlendi?
12 Mart 1971 Askeri Muhtırası öncesi, illegal sol fraksiyonların Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde örgütlenmelerine komuta kademesi bırakın engel olmayı hatta göz dahi yummuştu. Örgütler içerisindeki bazı kilit isimlere her türlü yardımın yapıldığı bile söylenebilir mi? 
Silahlı propagandayı bir yöntem olarak benimseyen bir yanıyla Kemalist, diğer yanıyla Marksist örgütlenme genellikle küçük rütbeli subaylardan oluşuyordu.  Mesela öğrenci lideri Deniz Gezmiş; Deniz Kuvvetleri'nden genç subaylarla temas halindeydi. Mahir Çayan ve arkadaşları ise daha çok Hava Kuvvetleri içinde etkindiler. Hatta örgütün birçok toplantısı Hava Harp Okulu salonlarında yapılmıştı. O derece ki THKO ve THKP-C'nin birçok üyesi subaydı. Örneğin 1972'de açılan 2. THKP-C davası sanıklarından üçte biri subaylardan oluşuyordu.  Bu örgütlerin temasta olduğu subayların en büyüğü yüzbaşıydı. 
Hayatını; Nazileri saklandıkları deliklerde bulup mahkemeye çıkarmaya adamış bir antifaşist Efraim Hofstaedter Elrom;  faşizme karşı mücadele verdiği iddiasındaki THKO üyeleri tarafından öldürülmüştü. Efraim Elrom, 22 Mayıs 1971'de saat 18.00 sıralarında büyükelçiliğin yakınındaki bir dairede üç el ateş edilerek öldürüldü. Elrom'un vurulduğu yer, Yahudilerin yoğun olarak bulunduğu Nişantaşı’ydı. Bu yüzden Yahudi ağırlıklı nüfusun yaşadığı şehrin ortasında,  hem de Konsolosluğun 500 metre uzağında öldürüldüğünü duymak büyük bir şok olmuştu.
Mahir Çayan tutuklandıktan sonra bir süre örgüt arkadaşlarından ayrı olarak tek başına bir hücrede tutuldu. Dokuz günlük ölüm orucunun sonunda gece yarısı İstanbul Maltepe Cezaevine getirildi. Dava sürerken 29 Kasım 1971'de THKP-C'den Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz ile Türkiye Halk Kurtuluş Ordusundan Cihan Alptekin ve Ömer Ayna, kazılan tünelden çıkarılarak firar ettirilirler.
Efraim Hofstaedter Elrom kimdi?
Rivka ve Eliahu Hofstaetter çiftinin çocuğu olarak 1911 yılında Polonya Stanislav’da doğan Efraim Hofstaedter’ın yaşadığı yer, Yahudilerin nüfusun yarısını oluşturuyordu ve günümüzde Ukrayna’da bulunuyor. Küçük yaşlardan itibaren aktif olan Elrom ilk olarak Yahudi izci hareketi ‘Menorah’da görev aldı. Prag’da mekanik mühendislik eğitimi aldı. 1933’te İngiliz mandası altındaki Filistin’e göçtü ve Hayfa bölgesindeki Hadera’da “notre dame” takma adıyla anılan, Yahudi polis gücüne katıldı. 
İngiliz polis gücünün “eki” bu yapı, 1936-39 arasında, İngiliz mandasına karşı yürütülen büyük Arap kalkışmasının bastırılmasında önemli rol oynamıştı ve Haganah yönetiminde hareket ediyordu. 1936’da manda polis gücüne katıldığında, Haganah’nın da bir mensubuydu. O dönem İngiliz mandası altında bulunan bölgede kısa sürede emniyet müdürlüğüne atandı. 
Küçük yaşta Stanislav’da  tanıştığı Elsa, 1939’da Avrupa’dan kaçtı, çift aynı yıl İskenderiye’de evlendi, ertesi yıl, daha sonra bir kazada kaybedecekleri oğulları Gideon oldu. İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra manda polisinin yerini alan israil polisine katıldı ve kısa zamanda yükseldi. çeşitli yolsuzluk ve casusluk soruşturmalarında görev aldı. 
Tel Aviv polis soruşturmalar bölümünün başına geçti, ulusal karargâh’ta birçok önemli sorgulamayı yürüttü. 1957’de, Arjantin’de bir interpol konferansı’na katıldı ve mossad tarafından nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann’ın yerinin bulunmasıyla görevlendirdi. ancak Eichmann’ın Buenos Aires’te 11 mayıs 1960’ta yakalandığı MOSSAD operasyonunda yer almadı Ama onun sorgularına katıldı. 1959 yılında Eichmann’ın yakalanmasında aktif rol alarak, sorgusunda da bizzat bulundu. 
İngiliz Casusları yakaladı ve soruşturdu
1960 yılında Ephraim/Efraim, savaş sırasında İngiliz casusluk olayını (Sylvester ve Hawkins'e karşı açılan dava) soruşturmak da dahil olmak üzere Tel Aviv Bölgesi Kriminal Soruşturmalar Bölümü Ceza Dairesi'nde ve Polis Bölgesinde görev yaptı.  Bu sırada Jerusalem Electric Corporation odaklı İngiliz casusluk olayı patlak vermişti. Olayın kahramanları ve aslı şöyleydi; 1904 yılında Litvanya'nın Kovno/Kaunas kentinde doğan Meir Tobianski, Litvanya Ordusunda  görev yaptı ve Rusya ve Litvanya'da mühendislik okudu. 
Tobianski, 1925'te Filistin'e göç ederek  İngiliz sömürge polis teşkilatına katıldı.  İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz ordusunda binbaşı olarak görev yaptı , daha sonra Haganaha katıldı. 20. yüzyılın ilk yarısında İngilizlerin Ortadoğu’da izlediği çetrefilli ve ikiyüzlü siyaset bölgedeki silahlanmayı ve şiddeti arttırdı. Bu dönemde İngilizler, Yahudilerin savunma gücü Haganah’ın elemanlarını bazen kendi işlerinde kullandı, bazen ise kanun dışı ilan ederek tutukladı. İsrail ordusunun resmi adı, ‘Z’va Haganah / Savunma Ordusu’dur. 1936’dan sonra yönetim, bir adım daha ileri giderek, bazı Haganah mensuplarını Özel Polis Gücü’ne katarak, Yahudi yerleşimcilerini korumakla görevlendirdi. 
Haganah yine kanun dışıydı ama birçok İngiliz birliğinin Yahudi ‘tercümanı’ da vardı. Aslında tercümanlar o bölgede Haganah ile İngiliz birlikleri arasındaki irtibatı sağlıyordu. 1939 - 1940 arasında İngiliz polisi ve ordusu, Yahudi yerleşimlerine baskın düzenlediler. Haganah eğitim mekânlarındaki silahları müsadere ettiler ve liderlerini tutukladılar. İngiliz politikası gene 180 derece yön değiştirmişti! 22 Nisan’da bir İngiliz Askeri Divanı, sekiz Yahudi görevliyi silah bulundurmaktan 3 ilâ 7 yıl arası hapse mahkûm etti. 2. Dünya Savaşı patladığında, 130 bin Filistinli Yahudi Kraliyet Ordusuna yazıldı. 
Bu kişiler bu kaydı gönüllü olarak, Yahudi Ajansı aracılığı ile yaptırmışlardı. Yahudiler, bu şekilde sadece düşmanla savaşmayacak; askeri eğitim kazanacak ve savaştan sonra da askeri bir potansiyel oluşturacaklardı. Meir Tobianski de bunlardan biriydi ve İngilizlerin işlettiği Jerusalem Electric Corporation'ın bir çalışanıydı. 1948 Arap-İsrail Savaşında Ürdün topçusunun Yahudiler için oldukça önemli stratejik hedeflerin koordinatlarını tespit edip sapma olmadan bombalanması sorumlunun bir casus şebekesi olduğu şüphesine yol açtı. Bu şüpheler Jerusalem Electric Corporation'a odaklanmıştı.
1931-1948 yılları arasında Filistin Mandasında ve ardından İsrail'de faaliyetgösteren Siyonist  paramiliter  örgüt Irgun;  8 Temmuz 1948'de Meir Tobianski’nin de çalışanı olduğu Jerusalem Electric Corporation'ın beş İngiliz yetkilisini kaçırdı. Sorgulamalarında İngilizlerden Michael Bryant; Yahudi personelden Meir Tobianski’yi bilgi aktarmakla suçladı. Bir ay sonra İsrail yetkililerine teslim edildiler ve 12 Ağustos'ta mahkemeye çıkarıldılar. 
Aralarında Bryant'ın da bulunduğu üç kişi delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Kalan ikisi, George Hawkins ve Fredrick Sylvester, 16 Eylül'de ikinci bir duruşmaya çıkarıldılar.  Araplara bilgi aktarmakla suçlanan Hawkins, 30 Eylül'de serbest bırakıldı. Bir İsrailliyle evli olan ve Filistin Polisi olan Sylvester, Ben Yehuda Caddesi'ndeki bombalama olayında casusluk ve suç ortaklığı yapmakla suçlanıyordu. 6 Ekim'de üç ayrı casusluk suçlamasından suçlu bulundu ve yedi yıl hapis cezasına çarptırıldı. Karar,  Kudüs’te eski şehirdeki İngiliz Konsolosuyla iletişim kurduğu bir radyoya sahip olmasına dayanıyordu. 
Bilin bakalım bu soruşturmayı kim yürütüyordu? 
1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında Tobianski, Jerusalem Electric Corporation'da çalışıyordu ve Kudüs'teki birçok silahlı üretimi yapılan mekanların tam yeri hakkında bilgi sahibiydi. Bu fabrikalar Ürdün topçu ateşinden doğrudan isabet almıştı. Tobianski, 30 Haziran 1948'de Tel Aviv'e vardıktan sonra Carmel pazarında Shmuel Granizi tarafından gözaltına alındı. 
Tobianski, Tel Aviv'den Hulda'ya ve ardından nüfusu azalmış eski Filistinli Arap köyleri Bayt Susin ve Bayt Jiz arasındaki terk edilmiş bir okul binasına götürüldü  ve orada yargılandı. 1948 savaşından önce bile Haganah'ın casusları ve işbirlikçilerini idam etme politikası vardı. Palmach Yiftach Tugayı'ndan getirilen altı askerden oluşan bir idam mangası, suçlu bulunan Meir Tobianski’yi infaz etti. Bayt Jiz'de  gömüldü.  Efraim Hofstaetter Elrom bu dava sürecinin başından beri işin içindeydi ve her safhasında yer almıştı. 
İntikam soğuk yenen bir yemektir
İsrail Başkonsolosu Ephraim Elrom'un Polonya’da kalan anne-babası Regina ve Elias Hofstaedter ve kız kardeşi Levka Hofstaedter, Holokost sırasında Nazi kamplarında öldürülmüştü. Bu nedenle iflah olmaz bir Nazi düşmanıydı.  
Elsa ve Efraim Hofstaedter çiftinin Gideon ismini verdikleri bir çocukları vardı.  1967 yılında, üniversite öğrencisi ve amatör bir pilot olan Gideon, bir arkadaşı ile kiraladıkları uçağın elektrik tellerine çarpıp düşmesi sonucunda hayatını kaybetti. Ancak bu kazanın Efraim Hofstaedter’e yönelik bir suikast mesajı ve intikam amaçlı olduğu birkaç yıl sonra anlaşıldı. 
Hofstaedter ve eşi, bu acı kayıptan sonra kendilerini toparlayamadı; geçmişteki hizmetleri dikkate alınarak Hofstaedter, İsrail polis örgütünde 27 yıl hizmet verdikten sonra emekli oldu ve kendisine bir dış ülkede diplomatik görev önerildi. Diplomatik görevlilerin İbranice bir soyadı taşımasını öngören mevzuata istinaden Elrom soyadını alarak Kasım 1969’da İstanbul’a başkonsolos olarak atandı.
Ölümüne kadarki iki yıllık sürede İsrail İstanbul Başkonsolosluğu görevini üstlendi. Terör olayı gerçekleştiğinde İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Ephraim Elrom, bu şehre geleli 19 ay olmuştu. Karı koca yalnızdılar. Tek çocukları olan oğulları Gideon kısa bir süre önce bir uçak kazasında ölmüştü. Oğullarının ölümü karı kocayı çok etkilemiş, devlet de pek kıymet verdiği bu memurunu, güvenliğini düşünerek soyadını değiştirmiş, huzurlu, sakin, dünyanın en güzel şehirlerinden birisi olan İstanbul’a başkonsolos yaparak onu mükâfatlandırmıştı.
Kaçırılması ve öldürülmesi 
İsrail Başkonsolosu Ephraim Elrom'u kaçıran Mahir Çayan ve Ulaş Bardakçı onun öldürülmesinden yanaydı. Hüseyin Cevahir, Oktay Etiman, Necmi Demir ile Ziya Yılmaz ise cinayete karşıydılar. Yazı tura atmaya karar verdiler. Mahir Çayan kazandı. Mahir Çayan ile Ulaş Bardakçı Elrom’u öldürmeden önce diğerleri apartmandan ayrıldı. 
Mahir Çayan Elromun’un şakağına dayadığı tabancanın tetiğini çekerken Ulaş Bardakçı evdeki müzik aletinin sesini sonuna kadar açtı. Üç el silah sesi bangır bangır müziğin sesine karıştı. İstanbul ev ev aranıyordu. Sokağa çıkma yasağı vardı. Mahir Çayan, o tarihlerde adı dağa taşa yazılan “Çirkin Kral” Yılmaz Güney’i aradı. “Gel bizi al” dedi. 
Yılmaz Güney, Levent’teki villasından çıktı. O sırada çok meşhurdu, çok parası vardı ve sıkı bir solcuydu. Fatoş Güney’in verdiği bilgiye göre, zaten devrim yapmak için kullandıkları o üç beş tabancayı da o gençlere Yılmaz Güney almıştı. Yılmaz Güney, her tarafta aranan Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir ve Oktay Etiman’ı belirlenen yerde arabasına aldı ve Levent’teki evine doğru yola çıktı.
Yerseniz pardon inanırsanız hikaye böyle. Ama Yüzbaşı İlyas Aydın  bu suikastın neresinde diye sorarsanız işler karışır? Elrom"un bazı faaliyetleri ve Naziler hakkındaki çalışmaları bizdeki Özel Harp Dairesi bünyesindeki Seferberlik Tetkik Kurulu"nda bir grubu rahatsız ediyor. 
İngiltere ve ABD istihbaratından büyük güç alan, Atatürk'ün isteği ile Afyonkarahisar milletvekilliği yapmış, İstiklal Madalyası sahibi Türkiye Ermeni'si iş insanı ve siyasetçi Berç Keresticiyan'ın oğlu İbrahim Türker ve hücresi Elrom"un ortadan kaldırılmasına karar veriyorlar.  Sebeb? Ephraim Elrom'un İstanbul'da saklanan/gizlenen  Nazilerin   deşifre edilme ihtimali. 
İstanbul Yeşilköy"de Hava Harp Okulu"nda lojistik destek kıtalarında görevli Hava Yüzbaşı İlyas Aydın ve Hava Yüznaşı Orhan Savaşçı MİT ve Emniyet kanadı üzerinden THKP-C terör örgütünün içine sızdırılıyorlar. O dönem solun her türlü fraksiyonu içine çok fazla ajan sokulmuştu.
İbrahim Türker ve onun yönettiği hücre tüm imkanları ile operasyonu yürütüyor. Önce Efraim Elrom kaçırılıyor ve bir eve götürülüyor. İlyas Aydın ve Orhan Savaşçı"ya Elrom"un hangi eve götürüldüğü bilgisi hemen ulaştırılıyor. Elrom"u kim öldürecek tartışması yaşanırken Mahir Çayan, "Yazı tura atalım" diyor. Sonunda Elrom"u infaz etme işi Çayan"a kalıyor.
İlyas Aydın nedense çok korkuyor ve örgüt evini hemen terk ediyor. Özel Harp"ten gelen talimatla Ankara Etimesgut"ta bir astsubayın evine sığınıyor. İçindeki korkuyu bir türlü atamayan Aydın Filistin"e götürülüyor. İşte olayın bam teli tam da burası. İlyas Aydın öldü mü, kaldı mı, kaçırıldı mı bilinmiyor. Aslında bilmesi gerekenler biliyor.
DHKPC İsrail Başkonsolosunu öldürme talimatını Nazilerden mi aldı?
Elrom’un suikasta uğradığı tarih 22 Mayıs Nazi canisi Adolf Eichmann’ın Arjantin’de yakalanıp İsrail’e uçakla kaçırılmasının tam bir gün sonrasıdır. Elrom suikastı ile ilgili birçok detay halen aydınlanmamıştır. Bu iddialardan birisi de DHKPC üyelerinin bir diğer Nazi canisi,140.000 Yahudi’nin ölümünden sorumlu Drancy Kampı komutanı ve Eichmann’ın asistanı Alois Brunner’den aldıkları yardım karşılığı bu suikastı düzenledikleridir. Alois Brunner CIA ile çalışmaktadır. 
Buna göre Alois Brunner Suriye’ye kaçmadan evvel uzunca bir süre İstanbul’da Almanya Konsolosluğu karşısında Gümüşsuyu’nda bir evde saklanmıştır. Suikast sonrasında da yakalanma riskine karşılık Suriye’ye yerleşmiştir.  1954'te Batı Almanya'dan kaçtı; önce Mısır'a, sonra da Türkiye'ye geçti. Suikast sonrası ölümüne kadar kalacağı Suriye'ye gitti İki kez kendisine gönderilen bombalı mektuplardan yaralı kurtulsa da orada öldü.
Nazi suç ortağı Brunner’in 97 yaşındayken 2010 yılında Suriye’de öldüğü açıklandı. Elrom ise, tam Eichmann’ın kaçırılıp İsrail’e getirildiği gün olan 22 Mayıs’ta öldürülmüş, cansız bedeni ertesi gün Nişantaşı’nda bir evde bulunmuştu. Elrom cinayeti 12 Mart döneminin en önemli dönüm noktalarından birisi olmuştu.”
1980’lerin sonunda Batı Alman istihbaratı tarafından PKK militanlarını eğitimine katkı sağladığına dair bilgiler Türkiye Hükümetine verilmiş 90’ların başında Türkiye; Suriye’ye Brunner için nota vermiştir. Dönemin ABD Şam Büyükelçiliğinin istihbarat raporlarında “Brunner'ın Suriye'de olduğu, Suriye istihbarat servisinin silahlı muhafızlar tarafından korunduğu, Brunner'ın geçmişte Suriye istihbaratı adına Türkiye'ye karşı Suriye'den hareket eden Kürt  kökenli teröristleri eğitme çalışmaları yaptığını yazar. ”Brunner, işgal altındaki Avusturya, Yunanistan, Makedonya, Fransa ve Slovakya'daki Yahudileri toplayıp sınır dışı ederek Holokost'un uygulanmasında önemli bir rol oynadığı  biliniyordu.
Nazi savaş suçlularının, Vatikan ve ABD hükümetinin yardımıyla kaçtığı ve dikkat çekmek için nispeten  sıradan hayatlar yaşadıkları biliniyor. "Amerikan yetkililerinden sahte isimle resmi belgeler aldığını" iddia eden Brunner, savaş sonrası dönemde ABD Ordusu'nda şoför olarak iş bulmuştu. Brunner'ın 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Gehlen Örgütü ile çalışma ilişkisi bulduğu iddia edildi  demekki bu diplomatik cinayetin azmettiricisi ABD/CIA.  Elrom’un Suriye’ye kaçmış, yıllarca baba Esad’a danışmanlık yapmış, Eichmann’ın asistanı Alois Brunner’in içinde olduğu bir intikam saldırısında öldürüldüğü söylenebilir.  
Gazeteci Murat Yetkin’in , “Meraklısı İçin Casuslar Kitabı”nda 22 Mayıs 1971’de THKP-C’liler tarafından katledilen İsrail Konsolosu Efraim Elrom cinayeti de yer alıyor. Murat Yetkin; Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann’ı yakalayan MOSSAD ekibinde bulunan Elrom’un bir başka Nazi savaş suçlusu Alois Brunner’in maddi desteği ile öldürülmüş olabileceği, Seferberlik Tetkik Kurulu’ndaki bir grubun Elrom’dan rahatsız olduğu, Yüzbaşı İlyas Aydın ve Yüzbaşı Orhan Savaşcı’nın THKP-C örgütü içine sızdırılarak suikastin tertip edildiğini söyle anlatıyor; “ İlyas Aydın  kaçırma eyleminde  yer almıştı.  İsrail Başkonsolosu Elrom’un sorgulanıp öldürüldüğü evin kontratının İlyas Aydın’ın üzerinedir. Nişantaşı Baytar Rasim Sokak'taki evi kiraladı. Cinayet sonrasında Özel Harp talimatıyla Ankara’da Etimesgut’ta bir evde saklanmış, oradan Suriye’ye geçmişti. Teslim Töre grubunca yakalanmış, Töre’ye göre ajan olduğunu kabul etmiş ve öldürülmüştü. 
Yüzbaşı İlyas Aydın kimdi?
Mahir Çayan ile birlikte hareket eden İlyas Aydın da bu 'genç subaylardan'dı. Trabzon doğumluydu. Hava Kuvvetleri'nde pilot yüzbaşı olarak görev yapıyordu. Devre arkadaşları Haldun Yeşil ve Orhan Savaşçı'nın etkisiyle 'Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü'ne katıldı. Ürkek, çekingen bir yapısı vardı. Kolay paniğe kapılıyordu. Ama bu, örgütsel faaliyetlerini engellemedi. Yüzbaşı Savaşçı, daha sonraları THKP-C ile bütünleşecek bu 'örgütte' İlyas Aydın'a önemli görevler verdi. Ama asıl büyük sorumluluğu Mahir'lerin İstanbul'a gelişiyle birlikte yüklendi.  Yüzbaşı Orhan Savaşçı Mahir Çayan'ın eşi Gülten Savaşçı Çayan'ın ağabeyidir.
Mahir Çayan ve arkadaşlarının İstanbul eylemleri sırasında onlara yardımcı olmuş, daha sonra herkes gibi o da Ankara’da saklanmıştı. Geleneksel sol militan formunun dışında özellikleri olan birisidir: uzun boylu, siyah gözlüklü, takım elbiseli  görüntüsü vardır. İlyas Aydın MİT’in kendisine  muhbirlik teklif ettiğini Mahir Çayan’a anlattığında  Mahir  İlyas’a; ‘Teklifi kabul et, istihbaratı bize getir. Onlara da yanlış istihbarat götür.’diyor.  Dev-Yolcu Oğuzhan Müftüoğlu, Genelkurmay’ın önünden geçerken yolda tesadüfen Yüzbaşı İlyas Aydın’ı görüyor. Arkadaşlarına, ‘Koray Doğan (Bir başka devrimci) onu Genelkurmay’dan çıkarken görmüş’ diye haber yolluyor ve aynı gün Koray Doğan polisler tarafından öldürülüyor”
Yüzbaşı İlyas Aydın Ankara’daki polis baskı ve takibinden kurtulmak için Malatya’ya geçmiş ve orada bir yıldan fazla traktör şoförü   kisvesi ile saklanmıştı. İlyas Aydın, Filistin bölgesine gittiğinde yüzlerce devrimcinin Kalaşinkoflarla havaya ateş ederek karşılanmasına rağmen. onun ajan olabileceği bilgisi herkes gibi orada bulunan THKO militanı Teslim Töre’ye de ulaşmıştır.  Sözde yargılandığı ve kurşuna dizilerek infaz  edildiği  anlatılır.  
THKP-C davasında yargılanan  Mahir Çayan, dava arkadaşlarından ayrı tutuldu. O Selimiye'de hücrede kalıyor, arkadaşları Maltepe Cezaevi'nden duruşmalara getiriliyordu. Bir duruşmada Ulaş Bardakçı'ya not iletirken yakalanmıştı. Notta 'Elrom'u İlyas Aydın vurdu' yazıyordu. 
Kurşun adres sormaz 
Militanların taleplerinin verilen ültimatomla reddedilmesi, sonrasında ev ev başlayan arama operasyonu ve sokağa çıkma yasağı olumlu sonuç vermemiş ve 22 Mayıs sabahı Elrom’un cansız bedenine Nişantaşı’nda bir evde ulaşılmıştı.
Elrom'un naaşı Türk askeri nakliye aracıyla İstanbul'dan  İsrail'e götürüldü. Tel Aviv'deki Kiryat Shaul'daki askeri mezarlığa gömüldü. Tel Aviv Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Efraim ve oğlu Gideon'un adını taşıyan bir burs veriyor.