Piyasalar

Türk'ün Esperantosu: Osmanlıca

Punto:
Malumat gazetesi yazarı, “Yalaka Tahir” lakaplı Baba Tahir, Sultan Abdülhamit’in cuma selamlığını şöyle haberleştirmektedir: “Halife-i diyanet-i iktinah ve şehriyar-i takva- penah veliyyi- ni'met-i bi-minnetimiz, Padişahımız gazi büyük Abdülhamit Han-ı san-i Efendimiz hazretleri. Bu günki ruz-i meymenet efruzda salat-i Cumayı hamidiye cami-i nur-i cami'inde bil- ifa iktisab-ı mussevvibat-ı bi- payan buyurduktan sonra kemal-i izzu şan u şevket ve mezit-i ihtişam u Saltanat ile Saray-ı kudsiyet-ihtiva-yı mülükhanelerine muavedet-i seniyyeleri şeref-i vuku bulmuştur.” Özetle Padişah, Cuma namazı için saraydan çıktı ve döndü. Aslında, haberin hepsi bu kadar!.. Yalaka Tahir’in abartılı methiyelerine mi yanarsın, yoksa Osmanlıca’nın ağdalı oluşuna mı? Dünyada konuşulan yaklaşık 10.000 dil olduğu düşünülmektedir. Bu dillerin ancak % 20’si yazılı haldedir. Önümüzdeki 100 yıl boyunca her 2 haftada 1 dilin öleceği ve dillerin % 25’inden fazlasının yüzyıl sonunda yok olacağı varsayılmaktadır. Son 500 yılda ise dillerin % 5'inin öldüğü ortaya konmuştur. Diller de milletler gibi gelişirler ve sonra o kavimle birlikte yok olurlar. Sümerce, Hititçe gibi... Bir dilin küllerinden başka lisanlar hayat bularak devam da edebilir. Latince'nin ölmesi, çoğu Avrupa dilinin buradan kaynaklanıyor olması gibi... Latince gibi Osmanlıca da imparatorluklarının tarih olmasıyla artık ölü bir dil haline gelmiştir. 19. asır Fransızca’nın, 20. yy ise İngilizce’nin dünya dili olduğu dönemlerdir. Bir Fransız, İngilizce’yi bilse bile sizinle o dilde konuşmaz. Fransızca’ya sadakat gösterir, kendi dilini kullanmayı tercih eder. Dünyada ortaklaşa kullanılabilecek yapay diller icat edilmiştir. Yapay oluşturulan dillerden en bilineni ‘Esperanto’dur. Evrensel ve basit bir dil olsun diye uydurulan Esperanto, bugün dünyanın her köşesinde iki milyon kişi tarafından konuşulsa da uluslararası bir dil olamamıştır. Esperanto (orijinal adıyla Lingvo Internacia), Leh göz doktoru Ludwik Lejzer Zamenhof tarafından 1887 yılında yaratılan yapay bir dildir. Zamenhof'un 1905 yılında yayımladığı Fundamento de Esperanto (Esperantonun Temelleri) kitabında dilin yapısı ve kuralları izah edilir. Dilbilgisi on altı kurala dayanan ve abecesi 28 harften oluşan yapay bir dildir. Esperanto kelimesinin kökeni Fransızca'daki -umut etmek anlamına gelen- "espérer" kelimesine dayanmaktadır. Yeni Lisancı’lar, Osmanlı döneminde, 1911'de, Selânik'te “Genç Kalemler” dergisi etrafında toplanarak “Millî Edebiyat” kavramını ortaya atmışlardır. Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp öncülüğündeki Genç Kalemler ve Yeni Lisan hareketi “Milli bir edebiyat milli bir dille yaratılabilir" görüşünü ortaya atıp, Türkçe'nin sadeleşmesi için şu ilkeleri kabul ve ilân etmişlerdir: 1- Arapça ve Farsça gramer kurallarının kullanılmaması, bu kurallarla yapılan terkiplerin kaldırılması, 2- Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe'de söylendikleri gibi yazılması, 3- Başka Türk Lehçelerinden kelimeler alınmaması, 4- İstanbul konuşması esas alınarak yeni bir yazı dilinin meydana getirilmesi, 5- Dil ve edebiyatın doğu-batı taklitçiliğinden kurtarılması. Bu dönemde sade dille eser veren şair ve yazarlardan bazıları şunlardır: Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Faruk Nafiz, Halit Fahri, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Enis Behiç, Halide Edip, Yakup Kadri, Refik Halid, Reşat Nuri, Yahya Kemal; Türkçü hareketin içinde bulunmamakla beraber Mehmet Akif, Süleyman Nazif ve daha birçok isim. Günümüz Türkçesinin sadeleşmesi ve gelişmesinin ikinci devresi ‘Dil İnkılâbı’dır. Bu devrede Atatürk'ün öncülüğü ile Türkçe'ye devlet elî uzanmış, sadeleşme ve Türkçecilik bir "devlet politikası" haline getirilmiştir. 1928'de Osmanlı alfabesinin yerine Lâtin alfabesinin kabulü; 1932'de Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin ve 1936'da Türk Dil Kurumu'nun kuruluşu, Türkçe’nin sadeleştirilip zenginleştirilmesi yanında araştırılıp incelenmesini de sağlamıştır. Sadeleştirme esnasında uydurmalara varan aşırılığa gidildiği de doğrudur. Ama bu politika geçici olmuş, bizzat takipçisi olan Atatürk tarafından terk edilmiştir. Bu dönemin politikasını Atatürk’ün ağzından şöylece özetleyebiliriz: “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Türkler tarihi boyunca 2 milli alfabe ile yazmışlardır: GÖKTÜRK alfabesi: 4'ü sesli, 38 harf. UYGUR alfabesi: 4'ü sesli, 18 harf. İkisi de ARAP alfabesi gibi sağdan sola doğru yazılır. LATİN alfabesine Türkiye'den de 3 yıl önce, 1925'te Azerbaycan Türkleri geçmiştir. Osmanlıca Arapça, Farsça ve Türkçe’den mürekkep suni bir yazı dilidir. Hiçbir zaman konuşma dili olamamıştır. Halk asla sahiplenmemiştir. Öyle ki; sarayda resmi dil olarak kullanılmakta olan Osmanlıca, Divan edebiyatı ve şarkılara ses vermiş; Türk milleti ise buna mukabil türkü söylemiş, Halk edebiyatını meydana getirmiştir. Farslar İslamiyet’e Türklerden önce girmekle birlikte Türklere ve Kürtlere dini ıstılahlarını vermişlerdir. Hüda, peygamber, namaz, abdest, oruç gibi. Farslar, Türklerin düştüğü hataya düşmemişler, kendi dillerini Arapça’nın esaretine bırakmamışlardır. Cuma hutbesi 1300 yıl Arapça okundu, Türk milleti anlayabildi mi? Osmanlıca, saray (idare), edebiyat ve ilim çevrelerinden Türkçe'yi uzaklaştırdığı için asırlarca bu sahalarda Türkçe gelişememiş, kısır kalmıştır. Halkın dili ve edebiyatı da olmasa, Türkçe ölü bir dil haline gelecekti. Yabancı da olsa yaşayan kelimeleri kullanmayalım diyemeyiz. Bugün halkın ağzından telefon, televizyon gibi yüzlercesini; en yaşlı, okuma-yazması dahi olmayan bir ninenin anladığı kelimeleri atamayabiliriz. Dükkan tabelaları ve yer isimleri, neredeyse yabancı bir ülkede yaşadığımızı düşündürüyor. Fuel oil yerine akaryakıt; computer yerine bilgisayar; hardware yerine donanım; software yerine yazılım ne kadar da güzel olmuş… Türkçe ile bilim yapılmalı ve yazılmalıdır; İngilizce gibi evrensel bir dil olmasının yolu Türkçe'ye sahip çıkmaktan, yani onu ödünsüz kullanmaktan geçer…