Necdet BAYRAKTAROĞLU
Punto:
Dinle
Türk- İslam tarihinde, taşıdığı kutsal değerler nedeniyle Müslümanlar için mukaddes kabul edilen şehirler vardır. Mekke-i Şerif, Medine-i Şerif, Kudüs-i Şerif, Şam-ı Şerif ve Mezar-ı Şerif’tir. İslam, bu kutsal şehirlerle medeniyete ulaşmıştır.
Şerif şehirlerden Mekke-i Şerif, Müslümanlar için en kutsal yerlerden birisi olup, İslam Aleminin kıblesidir. Mekke-i Mükerreme, yani "Keremli, aziz, hürmetli" şehir adı verilmiştir. Buraya ayrıca “Ummu’l Kura” yani “Şehirlerin Anası” denilmektedir. Mekke şehri, tarihi MÖ 2000 li yıllara kadar uzanan çok eski bir yerleşim yeridir. Her ne kadar Hz. Peygamber bu şehir de doğarak önemini artırsa da, asıl kutsallığı Hz. İbrahim Peygambere dayanmaktadır.
Hz. İbrahim’in ikinci eşi Hacer’den İsmail adında bir çocuğu dünyaya gelir. Ancak ilk eşi Sare, Hacer ve oğlu İsmail’in varlığını kabullenmez ve uzaklaştırılmasını ister. Hz. İbrahim ikisini alarak Yüce Allah’ın inayetiyle bugünkü Mekke’nin bulunduğu yere gelir ve onları bırakarak geri döner. Çorak ve ıssız bu vadide susuz kalınca, Hz. Hacer açtığı yerden “Zemzem” adı verilen su çıkar. Zamanla ticaret için geçen kabileler buraya yerleşmeye başlar. Daha sonra Hz. İbrahim buraya gelir ve oğlu Hz. İbrahim’le birlikte Kâbe’yi inşa eder. Bundan sonra Hz. İbrahim’e inanlar için Kâbe, bir hac yeri olarak kabul edilir.
Asırlarca hac merkezi olarak gelişen bu yer önemli bir ticaret merkezi olur ve Hz. İsmail’in soyundan gelen Kureyşoğullarına mensup Hz. Peygamberimiz, 571 yılında burada doğar. Daha sonra 40 yaşında, Yüce Allah tarafından Peygamberlik ve akabinde kendisine Kuran’ı Kerim indirilmesi üzerine İslamiyet’i yaymaya başlar. Ancak Mekke’nin ileri gelenlerinin karşı koymaları karşısında Medine’ye hicret eder. Medine’de İslam dini daha çok yayılmaya başlar ve burada kaldıktan sonra Hz. Peygamberimiz ordusu ile 630 yılında gelerek savaşmadan Mekke’yi ele geçirir. Hac ibadetini yapar ve bir müddet sonra da geri Medine’ye döner. Bu nedenle İslam’ın beş şartından birisi “Kâbeyi ziyaret ederek” hacı olunduğundan, milyonlarca Müslüman her sene Mekke’ye gelip, Kâbe’yi ziyaret ederek hacı olurlar.
Hz. Peygamberimizin vefatından sonra Hz. Ebubekir, Hz Ömer, Osman ve Ali dönemlerinde, Mekke’ye ve Kâbe’ye onarımlar yapılır. Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde Hariciler, Karmatiler gibi gurupların eline geçer, tahribat ve yangın görür ve zor günler yaşar. Daha sonra Mekke’nin idaresi Hz. Ali’nin oğlu Hasan’ın soyundan gelen “Şerif” olarak adlandırılan kişilere verilir. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesi ile birlikte Hicaz bölgesi ve Mekke de Osmanlıların eline geçti. Osmanlılar döneminde Mekke ve Kâbe, dört asır her türlü hizmet ve saygıyı gördü. Ancak İngilizler tarafından aldatılan ve kendisine krallık teklif edilen, para ve silah yardımı yapılan Şerif Hüseyin, Osmanlı ordusuna saldırdı ve zayiatlar verdi. Bu krallık ona yar olmadı, daha sonra İngilizler Hicaz bölgesinin idaresini 1926 yılında Suudilere verdi. Bu tarihten beride Mekke, Medine diğer yerler Suudilerin elindedir.
Mukaddes şehirlerden en önemlilerinden birisi de Medine-i Şerif’dir. Aydınlık, nurlu şehir olarak "Medine-i Münevvere" adı verilmiştir. İlk İslam devletinin kurulduğu ve buradan dünyaya İslam dininin yayıldığı yerdir. Müslümanlar için ibadette önemli üç mabetten birisi olan ve Hz. Peygamberimizin, Hz. Ebubekir ve Ömer’in kabrinin bulunduğu Mescid-i Nebevi ve binlerce sahabenin defnedildiği Cennetül Baki mezarlığı bu şehirdedir. Baki Kabristanlığında Hz. Peygamberimizin eşleri, kızları, torunu Hz. Hasan, sütannesi Halime, halası Safiye, amcası Hz. Abbas, üçüncü Halife Hz. Osman, İmam Maliki Hazretleri, önde sahabelerden Abdurrahman bin Avf, Sad bin Ebi Vakkas gibi daha başka kıymetli müminler yatmaktadırlar. Şehrin esas ismi Yesrib olup, Hz. Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra buraya Medine adını vermiştir. Medine, Mekke’den dört yüz kilometre uzaklıkta ve kuzeydedir. Hz. Peygamber, ilk iş olarak günlük beş vakit namazların kılınması için mescit inşa etmiştir. Bu mescit aynı zamanda siyasi, askeri, sosyal meselelerin konuşulduğu, çözüme kavuşturulduğu devletin idari merkezi olduğu gibi, ibadetlerden sonra eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yapıldığı yer idi. Bu mescit, Kâbe ve Mescid-i Aksa’nın Mekke ve Kudüs’e kutsallık verdiği gibi Medine’ye kutsallık kazandırmaktadır.
Medine’de kurulan İslam Devleti, daha sonra Bedir, Uhud ve Hendek savaşları ile düşmanlarını yenen Hz. Peygamber, Arap yarımadasını tamamına sahip olmaya başladı. Daha sonra Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman zamanında da İslam toprakları genişlemeye başladı ve Medine şehri devletin merkezi olmaya devam etti. Hz. Ali’nin Halife olması üzerine devletin başkenti Kufe’ye nakledildi. Hz. Peygamberi seven, sayan ve Ashabtan alim olanlar ve sahabelerden bazıları Medine’nin manevi havasından ayrılmak istemediler.
Bu kutsal şehir daha sonra Emevi Halifesi Yezid tarafından ve Hariciler tarafından saldırıya uğramış, talan ve yağma görmüş ve yakılıp, yıkılmıştır. Şehir ayrıca Haçlıların ve Moğolların istila tehdidi altında kalmış, Suriye Atabeği Nurettin Zengi şehrin etrafını surlarla çevirmiştir. En büyük tehlikeyi Medine yakınlarındaki yanardağın infilak etmesiyle lavlar şehre yayılmasından zarar görmüştür. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethi ile Medine, Osmanlı topraklarına geçmiştir. Osmanlı Padişahları Yavuz, Kanuni ve devam eden diğerleri, kendilerini “Hakim’ul Harameyn” (Mekke ve Medine’nin Hâkimi) değil, “Hadimu’l Harameyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetçisi) olarak kabul edip, büyük değer vererek hizmet etmişlerdir.
1804 yılında Vahabilerin eline geçen şehir, 1814 yılında tekrar Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından ele geçirilerek Osmanlı devletine bağlandı. 1901 yılında Padişah II. Abdulhamid, İstanbul’u Medine’ye bağlayacak Hicaz Demir yolunun yapımını başlattı. Siyasi, askeri bakımdan önemli olduğu kadar, hacıları kolayca Mekke ve Medine’ye taşıyacak demiryolu 1908 yılında Medine’ye ulaştı. Ancak 1916 yılında İngilizlerle işbirliği yapan, kendini kral ilan eden Şerif Hüseyin, para ve silah yardımı alarak Osmanlı ordusuna saldırdı. Medine Kahramanı Fahrettin Paşa, cesaretle Medine’yi savundu. Ancak 1918 de I. Dünya Savaşında Osmanlı Devletinin yenilmesiyle, yapılan mütareke ile şehir teslim edildi. İngilizler, sonra Mekke gibi Medine’yi de Suud hanedanına verdi ve halen onların idaresi altındadır.
Kutsal şehirlerden birisi de Kudüs-i Şeriftir. Şehrin her yerinde ayrı ayrı bir anlam ve manevi hava mevcuttur. Dini, dili, rengi ve mezhebi ne olursa olsun tarih boyunca farklı yapıda ki toplumlar yüzyıllardır burada yaşamış ve medeniyet izi bırakmışlardır. Şehrin yapılarında, farklı inançların kutsal mekânları birbiri ile iç içe bulunmakta ve birbirini etkilemekte ve tamamlamakta, bir ayrışma olamamaktadır. Davud Peygamberden Babil devletine, Romalılardan Herod Krallığına, Hz. Ömer zamanından Emevilere, Eyyübilerden Memlüklülere ve Osmanlılara kadar 3000 yıllık bir tarihi geçmişe sahiptir.
Kudüs’ü kutsal şehir yapan en önemli özelliği Miraç hadisesidir. Kuran’ı Kerim İsra suresi 1. Ayetinde “Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah Yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir” diye belirtilen Hz. Peygamberin Miraca yükseldiği Mescidi Aksa bu şehrin en değerli mekânlarından biri olup, bu bölgede bulunan Kubbet-üs Sahra, Hz. Peygamberimizin ayaklarını basarak göklere yükseldiği taş (Muallak Taşı) bulunmaktadır. Aynı zamanda bu Şerif şehir Müslümanları ilk kıblesinin olduğu şehirdir. Şehre yakın olan Eriha beldesinde Hz. Musa Peygamberin kabri bulunmaktadır. Yine Hz. Davud Peygamberin kabri, Mescidi Aksa’nın güney batısında bulunan Sion Tepesi üzerindedir. Hz. İsa’nın doğduğu yer olarak kabul edilen Kıyamet Kilisesi şehrin en önemli dini mekânlarındandır. Hz. İsa Peygamberin göğe yükseldiği yer olarak kabul edilen zeytin dağı da bu şehirdedir. Hz. peygamberimizin en sevdiği sahabelerinden Selman-ı Farisi’nin kabri de bu şehirdedir. Yine en büyük hanım evliyalardan Rabia-tül Adeviye’nin türbesi de buradadır.
Hz. Ömer haçlıların zulmü altında yaşayan Kutsal şehri 636 yılında fethettiğinde, şehri teslim almak için şehre geldiği vakit, Kıyamet Kilisesinin yanında namaz kılmış, buraya da Hz. Ömer camii inşa edilmiştir. 1071 yılında şehir Selçukluları eline geçmiş, 1099 tarihinde Haçlıların işgaline uğramış, 88 yıl idarelerinde kaldıktan sonra 1187 yılında Selahattin Eyyübi tarafından tekrar fethedilmiştir. 1243 yılında Moğol istilasına uğramış, 1259 yılında Memlüklüler tarafından yeniden alınmıştır. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethi ile şehir Osmanlılar idaresine girmiş, dört asır Osmanlılarda kaldıktan sonra 1917 yılında İngilizlerin eline geçmiş, Filistin olarak yönetim kuran İngilizler 1948 yılında çekilmiş, ancak 1967 de İsrail işgal etmiş, bu tarihten beride İsrail’in hâkimiyeti altındadır.
Bu gün bu mukaddes şehir ve üzerinde yaşayan insanların, bu adaletli hayata çok ihtiyaçları var. Şehrin birçok yerinde Osmanlı eserleri mimarisi ile kendini göstermektedir. Surlar Kanuni Sultanın bu şehre verdiği en önemli hizmetlerindendir. Bu Şerif şehir dört asrı Osmanlılarda olmak üzere toplam on iki asır Müslümanların hâkimiyetinde kalmıştır.
Kutsal şehirlerden en önemlilerinden birisi de Şam-ı Şerif’tir. Peygamberlerin, sahabelerin, şehitlerin, evliyaların, âlimlerin şehridir. Bu kutsal şehrin her tarafında ayrı bir tarih var ve her bir yerinde insanlık mücadelesinin izleri var. En eski insan yerleşimin olduğu bir şehirdir. Aynı zamanda asırlarca Türk-İslam medeniyetinin en önemli merkezlerinden biri olmuştur.
Yahya Peygamberin kabri burada bulunmaktadır. Hz. İsa, annesi Meryem’le ile yıllarca bu şehirde yaşadı. Hz. Peygamberimiz iki defa bu kutsal şehri ziyaret etmiştir. İslam’ın bülbül sesli ilk müezzini Bilal Habeşi burada yatmaktadır. Kerbela şehidi ve Hz. Peygamberimizin torunu ve Ehli Beyt’i olan Hz. Hüseyin ve yanında şehit olanların ve Hz. Ali ve Fatıma Anamızın kızı Zeynep’in kabirleri de buradadır. Ama bir sahabe olan Abdullah bin Ümmi Mektum Hazretleri de bu şehirde Babüs Sağır mezarlığında yatmaktadır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi esnasında uğradığı ve mezarını buldurduğu Önemli âlim, evliya olan Muhittin Arabi Hazretlerinin kabri de bu şehirdedir.
Yeryüzünde katliamın başlangıcı olarak, Hz. Adem’in çocuklarından Kabil’in Habil’i öldürmesi bu şehirde olmuştur. Kabilin mezarı bu şehirdedir. Tarihi bir cami olan Emevi Camisinin içinde İslam Komutanı Selahattin Eyyübi’nin mezarı bulunmaktadır. Aynı zamanda bu komutanı yetiştiren hocası Sultan Nurettin Zengide bu şehirde yatmaktadır. Yine İspanya Endülüs Kahramanı Tarık bin Ziyad’ın kabri de buradadır. Emevi Halifelerinden Velid bin Abdulmelik tarafından 705-715 tarihlerinde yaptırılan tarihi en eski mabetlerden ve dört ayrı mezhebe göre dört ayrı mihrabı bulunan Ümeyye (Emevi) Camide buradadır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a yaptırdığı Süleymaniye Külliyesi de ihtişamı ile bu şehirdedir. Yine 1926 yılında, İtalya’nın San Remo kentinde vefat ettikten sonra getirilip cenazesi defnedilen Sultan Vahdettin’in mezarı da buradadır. 1914 de ilk Türk pilot şehitlerimiz olan Fethi Bey, Sadık Bey ve arkadaşlarının kabirleri, bu şehirde hava şehitliğindedir.
Mukaddes Şam şehri, asırlardır Türk-İslam coğrafyasının ilim merkezi olmuştur. Bu coğrafyanın her bir köşesinden gelerek bu şehirde eğitim görmüştür. İmama Gazali, Mevlana ve Akşemsettin Hazretleri burada ilim irfan almışlardır. Alim İmam Buhari meşhur eseri “Sahih-i Buhari’yi” burada yazmıştır. Yine hadis rivayet eden Ebu Derdağ Hazretleri de burada yatmaktadır. Ayrıca Hamidiye Kapalı Çarşısı, Sinan Paşa, Murad Paşa Camileri, Esat Paşa Sarayı ve Hicaz Demir Yolu İstasyonu gibi tarihi sanat değeri olan eserler bu şehirdedir.
Diğer bir Şerif şehir ise Mezar-ı Şerif olarak bahsedilen, Afganistan’ın kuzey taraflarında bulunan Belh şehridir. Afganistan’ın dördüncü büyük şehri olan Mezar-ı Şerif, Belh ilinin yönetim merkezidir. Adı, Hz. Ali’nin mezarının burada bulunduğu inancı nedeniyle verilmiş olup, mezarı olduğu belirtilen yerde bir cami ve türbe vardır.
Rivayete göre Hz. Ali’nin yakınları, düşmanlarının sağlığında yapamadığı saygısızlığı cesedine yapabilirler endişesi ile naşını Irak'ın Necef şehrinden kaçırmaya karar verir. Bir gece Hz Ali’nin mezarını gizlice açarlar. Naşı beyaz bir deveye yükleyerek kendilerinin de bilmediği bir yere doğru yolculuğa çıkarlar. Naşı taşıyan deve gücünün yettiği, gidebildiği yere kadar gidecek, bitkin düşüp çöktüğü yerde de Hz Ali’nin yeni mezarı yapılacak, bu mezardan kimsenin haberi olmayacaktır. Bu şekilde de sonsuza kadar Hz Ali’nin mezarının yeri korunmuş olacaktır. Devenin peşinden günlerce, haftalarca giderler, çöller ve dağlar aşarlar. Yorgunluktan takati kalmayan deve artık durur ve yere çöker. Hz Ali’nin naşı deve üzerinden indirilerek devenin çöktüğü yere gömülür. Aradan dört asır geçtikten sonra bu topraklara Selçuklu Türkleri hâkim olur. 1136 da Selçuklu Sultanı Sencer etkilendiği bir rüya görür ve rüyada gördüğü bu yere türbe ve cami yaptırır, ancak Moğol istilası ile yıkılır yerle bir olur. Daha sonra Timur soyundan Hüseyin Baykara da gördüğü rüyasındaki bu yere daha büyük türbe ve cami yaptırır. Zamanla buranın etrafı yerleşim yeri olur. Sonra bu topraklara hâkim olan Özbek Sultanları da türbenin çevresine gömülmeye başlanır ve bölgede bu yer kutsal hale gelir. Bu yer gittikçe büyümeye, genişlemeye başlar ve nüfusu artar. Orta Asya Türklerinin hacca giderken uğrak yeri haline gelir.
Dini kimliğinin yanında siyasi bir hüviyete sahip olan şehir, kutsal bir yer olarak anılmaya başlar. Halk buraya “Mezar-ı Şerif” ismini verir. Hz. Ali’nin mezarının yerinin nerede olduğu konusunda başka görüşlerde var. Hz. Ali’nin kabri olarak Irak’ın Necef şehrindeki İmam Ali Mescidi veya İmam Ali Caminin bulunduğu yer olarak gösterilmektedir. Hz. Ali, Hicri 661 yılında ve 63 yaşında iken Küfe’de Harici İbnü Mülcem tarafından zehirli kılıçla öldürülmüştür.
Yıllardır Emevi Halifelerinden Muaviye, oğlu Yezid ve diğer halifeler, Hz. Peygamberin soyuna, Ehli Beyt’ine katliam ve zulüm içinde olurken, Orta Asya Türkleri ise, sağ kalan Ehli Beyt’e sığınak olmuşlardır. Daha sonra da Orta Asya da Türkler ve Ehli Beyt ruhu birleşerek Horasan Erenleri doğmuş olup, bunlarda Anadolu’nun kapılarını açmışlardır.
Belh aynı zamanda ilim ve âlimler merkezidir. Belh'de hadis, tefsir, fıkıh, felsefe, tıp ve coğrafya alanında yetişen alimler daha sonra Şam, Bağdat başta olmak üzere çeşitli şehirlere dağılarak İslâm kültür ve medeniyetinin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Bundan dolayı şehir "Kubbetü'l İslâm" ve "Dar'ül fıkh" adıyla anılmıştır. İslâm tarihinde adını duyurmuş olan Belh’li bir çok alim arasında Dahhak b. Müzahim, Ebu Muti el-Belhi, kelamcı Ebü'l Kasım el Belhi, Ebu Zeyd el-Belhi, Mevlânâ'nın babası Bahaeddin Veled bulunmaktadır. 1207 de Belh’de doğan Mevlana Hazretleri de eğitimini burada almıştır.
Belh şehri, bölgenin en eski ve en önemli şehirlerindendir. MÖ 2000-1500 yılları arasında Kuzey Amu Derya’dan göç ettiği söylenen Aryan kabilesinin ilk yerleşim yeri olarak belirtilir. Araplar bu şehre “Ummu’l Beled” veya “Beldelerin Anası” olarak bahsederler. Zerdüşt’ün Belh’te doğduğuna inanan yerli halk, Zerdüşt’ün bu şehirde gömülü olduğuna inanır. Zerdüşt’ün kurduğu Zedüştlük dininin uzun zaman merkezi konumunda olmuştur.
Cengiz han, 1220 yıllarında Belh şehrini ele geçirmiş, halkını katletmiştir. 16. Yüzyılda Özbeklere geçen şehir, daha sonra 1736 yıllarında Nadir Şah tarafından ele geçirilmiş, Afganlılar şehre hâkim olmuşlardır. 1820 de Kunduzlu Şah Murat şehri almış, ancak 1850 tarihinde Afgan Muhammed Arkam Han’ın ele geçirmesiyle, o zamandan bu güne kadar Belh Afganlıların elindedir. Marco Polo eserinde bu şehir için “Asil ve mükemmel bir şehir” olarak bahseder.
Müslümanlar için bunlardan başka kutsal görülen şehirlerde vardır. Bunlar ise, Buhara, Semerkand, Necef, Kerbela, Bağdat, İstanbul, Diyarbakır, Urfa, Mardin ve Tarsus gibi şehirlerdir.