Lütfü ŞEHSUVAROĞLU
Punto:
Dinle
Toprak ve su... Hayatın, bereketin özü. Su hayattır. Toprak suyu saklayan, suyu berekete dönüştüren ana rahmi… Toprak ve su tarımın olmazsa olmaz unsurlarıdır.
Sadece tarımın mı? Neredeyse bütün insanlık tarihi bu iki varlığın özü etrafında cereyan etmedi mi? Toplumlar, ordular, kahramanlar ve dinler toprak kazanımları için tarihin bütün dönemeçlerini, savaşlarını, işgallerini, kültür ve medeniyet inşalarını gerçekleştirmediler mi? Topraktan gelen insan yine bu dünyadan hiçbir şey götüremeden toprağa döneceğini bile bile bir avuç toprak için sınır tanımaz bir kıyıcılığa gark olmadı mı? Balçıktan yaratılan insan toprak ve suyun o müthiş, o ezelî ve ebedî bileşkesinden insanı ve bu varlığın iki özünü barış içinde yaşatmanın formülünü bulacağına her ikisini de kirleterek, kanatarak her şeyi çamur etmedi mi? Üstümüzden hep su geçtiğini, doğunca da ölünce de suya kavuşacağımızı bilemeden ve vücudumuzun %70’den fazlasının su olduğunu idrak etmeden suya teşaşür eyleyen ve yaratıcısının ‘insan, ne kadar da cüretkârdır, ne kadar da nankördür’ suçlamasını hak eden insana ne demeli? Nerede kaldı onun ‘eşref-i mahlûkat’ olarak meleklerden bile üstünlüğü?
İlk işgal, ilk haddini bilmezlik, ilk suikast Kabil ile başladı. Kardeşi Habil’i kıskanan Kabil onun suyunu bulandırdı, onun toprağını işgal etti, onun evdeşine göz koydu, onu öldürdü.
Esksi çağların devletleri de şimdiki çağların devletleri de toprak ve su kaynaklarını ele geçirmeyi en büyük hedef olarak seçmişlerdir. Teritoryal savaşlar bugün bile geçerlidir.
Dünya toprak ve su kaynakları bakımından büyük gelecek endişeleri yaşıyor.
İklim değişiklikleri atmosferi ve yeryüzünü tehdit ediyor. Dünyanın ısısının iki derece yükselmesi yakın gelecekte sera etkisiyle ve ozon tabakasının delinmesi biçiminde takdim edilen değişikliklerle kuzey kutbunun erimesine, büyük tsunamilerin, depremlerin oluşmasına, dayanılmaz soğukların ve sıcaklıkların yaşanmasına, kitle ölümlerine, hastalıkların çeşitlenmesine, don ve sel olaylarına yol açacak.
Ülkeler arasında büyük göçler yaşanacak. Belki de Notradamus’un kehaneti gerçekleşecek.
Büyük felâket kapıda…
Tıpkı eski çağlarda olduğu gibi. Mitolojilerde yaygın bir yer alan su ve toprak felaketleri...
Tufan mitosu.. Toprağın toplumların başına geçmesi... yerle yeksan olmalar... yitip giden medeniyetler... kayzerler, saraylar, tapınaklar....
Oysa insanlığın olmazsa olmaz dört yoldaşı var. Baştan beri öyle... anasır-ı erbaa... Varlığın dört temel unsuru... Hava... Su.... Ateş.... Toprak....
Toprak ve su insanoğlunun hayatını idame ettirmesinde en önemli iki dost. Topraktan bereket fışkırır. Tohum saç toprağa bitmezse toprak utansın. Bitmez mi? “Her türlü nimetim topraktan aldım“ diyen Aşık Veysel için de, bütün şairler, daha doğrusu bütün içe bakan insanlar için de toprak en sadık dosttur. Altındaki madenler bir yana sırf tarım toplumu için bile medeniyetleri kuran iradenin vazgeçilmez temel şartı o. İnsanoğlu sadece tarımsal gelişimini değil, şehirleşmesini de bu iki temel faktöre dayalı gerçekleştirdi. Şehirler hep ya bereketli toprakların ya da zengin su kaynakların eşiğinde, kenarında, üstünde kuruldu. Nehirler, körfezler, deltalar, yol geçitleri, güvenlik hatları...
Canlının ihtiyacı kadar suyu toprakla buluşturmak bereketin formülü; yokluğu ya da fazlası felâketidir.
Su Savaşları’nın gündeme getirildiği 90’lı yılların ortalarında siyasal iktidarın lideri Tansu Hanıma da BOP benzeri bir görev tevdi edilmişti ama Türkiye’deki tarım bürokrasisi ile Tema gibi sivil toplum kuruluşları Irak ile Suriye’yi de içine alan bir dizi çalıştaylar ve Su Forumları gerçekleştirerek küresel gülerin bölgedeki inisiyatiflerini etkisiz kılacak teknik bir işbirliği çerçevesi ortaya koydular. Böylece her ne kadar bizim teklif ettiğimiz bir Su Barışı hayata geçirilmese de muhtemel bir Su Savaşı en azından ileri bir tarihe ertelendi.
Bugün Türkiye, aşk ve tekniğin terkibinde yol alacağına, ABD ile Rusya arasında tahteravalli siyasetiyle günü geçiştirmekle kendi birikimine ihanet etmektedir. Meseleyi salt askeri operasyon mihverinden yakalayamayız.
Toprağın ve suyun aşkı, Ortadoğu kaleminin Leyla ile Mecnun hatırasıyla tekniği buluşturmanın yolunu açmasını sağlayabilir ancak.
Sezai Karakoç’un ‘Ortadoğu Kalemi’nde işaret ettiği bilinçten ne kadar uzağız.
DÖRTLÜK:
Topraktan geldik, gitsek yine ona gideriz
Damla damla su olup da yaprağa gideriz
Asumandan yere iner bizim her zerremiz
Toprağa ünsiyetimiz kadar yükseliriz