Toplum olarak zihinsel süreçlerimizi geliştirmede yavaş davranıyor, kanaatlerimizi etiketleme üzerinden oluşturuyoruz. Etiketlerimizi de karşımızdaki kişinin davranışlarından hareketle değil, kendi zihin kodlarımızdan ve karşımızdaki kişiden beklentilerimizden hareketle yapıyoruz.
Karşımızdaki kişilere, olaylara çok fazla anlam ve beklenti yüklemekte sonra yüklediğimiz bu anlam ve beklentiler gerçekleşmeyince karşı tarafı suçlamaktayız. Bu suçlamaların mağduru bazen çocuğumuz, bazen arkadaşımız, bazen bir yakınımız olmaktadır.
Olayları değerlendirirken sağlam bir bilgiye, akıllı bir muhakemeye, mantıklı bir çıkarıma gitmiyor, keskin bir dili, kesin bir kanaati oluşturuyoruz. Böyle yaparak hem hayal kırıklığına uğramamıza hem de karşı tarafın incinmesine neden oluyoruz.
Millet olarak en büyük sorunlarımızdan birisi, gerek ideolojik, gerek etnik, gerek politik yapılardan hareketle çok kalın çizgilerle birbirimize duvar örüşümüz olmaktadır. Çizgilerin bu kadar kalın, insanların bu kadar ayrıştırıcı, hükümlerin bu kadar basit olması birbirimizi anlamının da ötesine geçerek birbirimizle konuşma ortamını bile yok etmektedir. Konuşma ve anlaşma ortamının olmadığı yerde, birbirimize uzaktan oklar atmakta, birbirimizi yaralamaya, birbirimizi yok etmeye çalışmaktayız.
Psikologlar en azılı katillerin, en azılı hırsızların bir olayı gerçekleştirmeden önce mağdurlarının da başkasına zulmettiğini, başkasının malını çaldığını, kendilerinin zalimlerden bunu alarak bir nevi intikam aldıkları hissine kapılıp en adi suçları kendilerince meşrulaştırdıklarını söylemektedirler.
Bir zamanlar bu ülkede birileri soruları çalarken, kendilerinden olan kişileri bazı makamlara getirirken bunu ülkenin daha güzel bir geleceği için yaptıkları düşüncesini taşımakta ve böylece en vahşi hareketlere kendilerince bir kılıf bularak vicdanlarını rahatlatma yolunu seçmekteydiler.
Aynı şekilde insanlar da kalın çizgilerle kendilerinden ayrıştırdığı kişiler üzerinde bir ameliyede bulunduklarında zihinsel kodlarını aynı işlem üzerinden gerçekleştirmede, böyle bir durumda da karşı taraf için daha acımasız olmaktadırlar. Bir kişinin zihninde hasmını öldürmeden, hakikatte onu öldürmesi çok daha zor olmaktadır. Birçok eylemin gölgesi önce zihne, sonra hakikate yansımaktadır.
Basit döngülerden, temelsiz fikirlerden hareket ederek insanlar vicdanlarını daha çabuk devreden çıkarmakta bu aşamadan sonra sorumlu oldukları alanı daraltarak sadece sorumlu oldukları grupların beklentilerini gerçekleştirdiklerini düşünerek geniş bir kitlenin haklarını yok saymakta, onlara karşı saygısız, vicdansız olmaktadırlar.
Bu kısır döngü içinde birbirimizden gönül bağı olarak uzaklaşırken kullandığımız tekniklerle birbirimizle aynileşmekteyiz. Bu da iki kardeş grubun birbirleri ile savaşırken aynı fabrikadan çıkmış silahlarla birbirlerini vurmalarına benzemektedir.
Olayları irdelerken biraz düşünebilsek, merhametimizi, vicdanımızı biraz harekete geçirebilsek, kendi kendimizle biraz daha yüzleşebilsek geçmişte yaptığımız hataların benzerini farklı ortamda tekrar etme tehlikesini düşmeyeceğiz.
İçinde bulunduğumuz bu paradokstan kurtulmamızın daha epey bir zaman alacağı görülmektedir. Empati yapmayı, olayları değerlendirirken akli melekeleri kullanmayı, günlük yaşamda karşılaştığımız sorunların illiyet bağlarını çözmeyi alışkanlık hâline getirdiğimizde en büyük iyiliği kendimize ve karşımızdaki kişiye yapmış olacağız.