Farklı tanımlamalar, yada uygulama örnekleriyle ele alınabilecek olsa da, ortalama tanımı ile demokrasi için hadi : “Yönetici ergi halkın kendi menfaati doğrultusunda kendi tayin ettiği, bu itibarla bir bakıma kendi kendini yönettiği, kurumların her hangi bir vesayet altına girmeden doğrudan değerler mutabakatı doğrultusunda halkın menfaatini gözettiği sorumlu kurumlardan müteşekkil, hukukun üstünlüğüne dayanan, özellikle de insan haklarına saygı duyan bir yönetim sistemidir” diyelim.
İnsan hakları dediğiniz mevhum sade ve stabil bir tanımlama ile izah edilemeyeceğine göre içinde çeşitlilikleri olan dolayısı ile farklı klik, grup yada kitlelerin beklentilerini ifade eden sonunda tanımsal boyut kazandığında adına “ideoloji” denilen marjinalde olsa yüzlerce farklılığın kendini ifade etmek istemesi halini bile içinde sindirebilen, tolerans gösteren, yadırgamadan idare etmesi beklenen bir sosyolojik yaklaşımdır.
Halkın kendi kendisini idare etmesi bir bakıma kendi seçtiği kişiler marifetiyle yönetilmesi demek olduğuna göre bir de seçim yapılacak demektir.
Yukarıda kısaca ifade ettiği ideolojik yaklaşımların doğurduğu doğal kamplaşmalar üzerine inşa edilen örgütlenmeler (siyasi partiler etrafında konuşlanan insan toplulukları) buradaki belirleyici faktörlerdir.
Yani temel belirleyici faktör seçim kazanacak düzeyde ilgi gören yaygın ya da baskın “ideolojik” yaklaşımlardır.
İktisat ve İdeoloji İlişkisi;
Kimi çevrelerce;
Kişi ya da kurumların davranışlarına yön veren düşünceler bütünü olarak “ideoloji” ile batı ekolüne göre sınırlı kaynak imkânları ile sınırsız ihtiyaç kalemlerinin planlanması ekseninde “iktisat” arasında güçlü bir bağın olduğu söylense de temelde ideolojik paradigmalar üzerine inşa edilen politik unsurlar;
Birçok alanda olabileceği gibi yapısal reformlar eşiğinde kamusal alanları, diğer toplumsal alanları rahatlatmayı hedefleyen, çoğu zaman uygulama alanı bulamayacakları söylem disiplini etrafında kitlesel etki alanı oluşturan kurumsal yapılardır.
İdeoloji temelli politik unsurlar her ne kadar müreffeh, konforlu bir hayat, güvenli bir gelecek programı ihtiva eden çözüm önerileri ile kendilerine meşruiyet zemini oluşturmak isteseler de, kaynakların yeterli ya da yetersiz oluşu gibi ana unsurlar, uygulamadaki politik belirleyici faktörler olarak hayatımızdaki yerini koruya gelmiştir.
Zira çoğu zaman ideolojik umdelerin, belirleyici faktör olarak kaynak potansiyelinin oluşturduğu rasyonel gerçeklerin gölgesi altında bir hayalden öte bir anlam ifade edemedikleri görülmektedir.
Bu halde şu söylenebilir ideolojilerin ideali yakalama ve tabi ki uygulama imkânı kaynak varlığının zenginliğine ya da kullanım disiplinine bağlıdır.
“Sınırlı olan kaynakların” geçici çokluğu, içinde uzun vadeli konfor barındıramayacağına göre, ideolojinin kaynak kullanımı üzerinde belirleyici faktör olabileceğini söylemek çok zordur, hatta çoğu zaman da imkânsızdır.
Ancak hiç kuşkusuz politik unsurlar olarak kamusal otoritenin belli kalemlerde eğilim planlaması yapmak suretiyle tüketici davranışlarını yönetebilmesi mümkün olsa da, burada da temel belirleyici faktör yine ideolojik yaklaşımlar değil, kaynağın temin edilebilmesi imkânıdır.
O halde;
İdeolojiler için insanlığın huzurunu önceleyen unsurlar olarak, yine “iktisadi imkanların el verdiği ölçüde” güvenlik, adalet, sağlık, eğitim ve diğer kesintisiz icraat alanlarında farklılıklarını yansıtabilecek düşünceler bütünüdür de denilebilir.
18. yüzyıldan beri kaynak temini üstünlüğünü uhdesinde bulunduran kapitalist iktisadi otoritenin etkin üstünlüğü, sonraki dönemlere ait dönemsel popüler ideolojik tercihlerin uygulama alanlarını tıkamakla kalmamış yerini “zoraki politik uygulama” alanları ile ikame etmiştir.
Kaynak yönetim imtiyazını elinde tutan faktörlerin güçlü olarak varlıklarını sürdürüyor olmaları ideolojik unsurların, ekonomik icraat alanlarında özgün yaklaşımlarını yansıtmalarına imkân tanımamaktadır.
Cari popüler iktisadi otoritenin ideolojik tercihler üzerine inşa edildiği söylenebilir mi?
Popüler iktisadın tarihsel gelişimine bakıldığında iki ayrı tespit yapılabileceğini söylenebilir;
Birincisi, arz ve talebin kendi doğal işleyişi içerisinde sunulması ve karşılanması hususu ki bu yaklaşım iktisadın doğal gelişim sürecinin kendi sağladığı disiplinidir.(Serbest Piyasa Ekonomisi)
İkincisi ise kaynak kullanım imkân ve imtiyazını önemli ölçüde elinde tutan, tüm kurumsal varlıklarını da bu anlayış üzerine inşa eden güçlü ya da güçlü olmak mecburiyetinde olan iktisadi yapıların kendi finansal geleceklerinin güvenliğine kodlanmış genel ekonomik uygulama disiplinidir.(bana göre kapitalist sistemin tanımı)
Birisi doğal süreç, diğeri ise mecburi süreç..
Oysa her ikisinde de adı ne olursa olsun genel olarak insanlığın huzurunu hedefleyen ideolojik yaklaşımdan eser bulamazsınız.
Yukarıda Sayın Mustafa KORÇAK beyin “ABD Ukrayna’nın Madenlerine Neden Çökmek İstiyor” konulu oldukça da etkileyici makalesinin son cümlesi şu şekilde;
“Emperyalizmin Gerçek Yüzü”
Buraya kadar yazılanların aslında Emperyalizmin günümüzde hangi boyuta geldiğinin bir resmidir. Dünyadaki devletler mücadelesinin acımasızlığının göstergesidir. Ülkeler arasındaki mücadele; Teknoloji, Uluslararası şirketler, ilmi araştırmalar ve ekonomik güç ile yapılmaktadır. Karşısındaki ülkeleri mümkün olduğunca parçalara ayırıp bir güç olmaktan çıkarmaktadırlar. Onun için biz de Türk Devletleri ve onlara çok yakın olanlarla bir araya gelmeliyiz. Tek Millet çak devlet esasıyla ekonomik, siyasi ve kültürel değerlerin yoğrulduğu bir Türk Birliğine doğru hızla ilerlememiz gerekir. Bunun için çok şuurlu hareket etmeliyiz. Olayları ve gelişmeleri iyi ve doğru analiz etmek zorundayız. Emperyalist ülkeler bilhassa Amerika’da yaşayanlar, her geçirdiğiniz güzel bir gün, mutluluk ve rahatlık; Bilmelisiniz ki başka ülkelerin beşikte can veren çocukların, karnında bebeği ile ölen hamile annelerin, elinde uçurtması ile parçalanan çocukların, hayalleri yok edilen gençlerin ve bu dünyası haram olan insanların kanları üzerine kuruludur. “
Sonuç olarak bugün dünyada tam demokrasi ile idare dildiği söylenebilecek ülke varsa ki bu ülkeler insanlığın huzursuzluk, savaş, kaos, darbe, kan ve gözyaşı ile manipüle edilmesi pahasına varlığını fonlayan kapitalist, emperyalist ABD ve çoğu diğer batı ülkeleridir.
O zaman görülen o ki “sözüm ona demokrasi” hem çok pahalı, hem de kaynakları uhdenizde tutabildiğiniz ölçüde yaşamını sürdürebilen bir yönetim biçimi.
Peki bizler toplumsal huzur süreçlerimizi böyle bir bakış açısı üzerine inşa edebilirmiyiz? Etmemeliyiz.
Ülkemizde hukuksuzluğun çok can yaktığı ve acımasızca varlığını sürdüğü şu günlerde batı demokrasisinin kutsanması, idealize edilmesi bir yere kadar anlaşılsa da kalıcı huzurun adresi olamaz.
Aslında yoğunlukla konuşulmasında yarar gördüğüm konu, özellikle de sağ olsun Yunus EKŞİ beyinde yer yer dile getirdiği husus olan iktisadi yaklaşımlar konusudur.
İktisat eksenli bir medeniyet tasavvuru olabilirmi? pek tabi ki olabilir zira bütün medeniyetler ihtiyaçtan sadır olmuştur.
İnsanlığın en temel sorunu;
Kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların karşılanması eylemine İKTİSAT diyen, kendi sınırsız ve doyumsuz ihtiyaçlarını karşılamak için her yolu deneyen bakış açısıdır ki batı medeniyeti bu anlayış üzerine inşa edilmiştir.
Ülkem insanı kendini “yenilmiş medeniyetinin çocukları” olarak görüp ülkenin başına musallat olan işbirlikçilerden kurtulmalı kurtulmasına da ama önce kendi iç dünyasında inkılap yapmalı.
Kendi inanç ve medeniyet kodlarımızı doğru okumak, doğru tanımlamak ve bunun üzerine gelecek tasavvur etmek kim bilir belki bu neslin ahiretini ama illaki gelecek neslin hem dünyasını hem de ahiretini kurtarabilir.
Saygılarımla,
Haşim YANAR