Tık’ lamaya devam ediyoruz.
Tıklamadığımız yer yok.
Yolda, metroda, okulda, tuvalette, yatarken, kalkarken, otururken her yerde tıklıyoruz.
Her daim o kutsal ibadetimizi yapma imkânına sahibiz çok şükür!
Tıklamak bizi nerelere ulaştırıyor bilseniz.
Yeni siteler, yeni kapılar, yeni ufuklara uçuruyor adeta.
İçinde bulunduğunuz o dar, o sizi bir nokta kadar dahi fark etmeyen dünyadan, çevreden kurtarıp bambaşka biri yapıyor.
Sizi özel kılıyor ve kollarının içine alıp sımsıkı sarılıyor.
Ne vakit sizi böyle saran olmuş muydu?
Gözlerinizin içine içine bakıyor.
Bir ‘tık’ ınızı bile o kadar önemli kılıyor ki…
Gıkınız bile çıkmıyor maazallah!
Yolun nasıl bittiğini bile anlamıyor, kaç dakikadır tuvalette oturduğunuzu bile unutuyorsunuz.
Efendim ‘tık’lamanın faziletlerine daha uzun zaman ayırıp sıkmak da istemiyorum sizi.
Bu konuda ileride birçok psikiyatrist, ortopedist, nörolog, cerrah, biyomühendis, bankacı, borsacı ehil insanların çok çok kıymetli eserler bırakacaklarını şimdiden tahmin edebiliyoruz. Şu fakirin derdi sizin kendinizi bu kadar çok ibadete kaptırmamanız.
Her şeyin olduğu gibi bunun da fazlası zarar.
Kendinize de, içinde bulunduğunuz şu ana da zaman ayırın.
Bırakın bir ‘tık’ la size gelebilecek fırsatlar silsilesini.
Anı yaşayın, anı fark edin ve ıskalamayın!
Zaten yaşadıkça yaşlanmak diye yalın bir gerçek var hayatın içinde.
Yaşlandıkça da yakamıza dört elle sarılan bir geçmişimiz.
Biri, tıkla kazan diyor, diğeri unutma!
Ama sen yine de ikisine de yönelirken dikkatli ol, büyülerine kapılma.
“An bu andır an bu an,
Dem bu demdir, dem bu dem.”
Geçmiş, çekiştirir durur yol aldırmazken, gelecek ise korkutur seni.
Korkmaman için de az da olsa bilmen, öğrenmen lazım.
Bilmiyor ve öğrenmeyeceksen de ne tıkla ne de kazan!
İnsan, ana rahmine düştüğü andan itibaren hareketli. Onu yaşatan hareketlilik ve hareket bitince ölüyor insan.
Düşünmek, öğrenmek, fiziksel aktiviteler çok önemli bu yüzden.
Tıklamalar dünyasında var olmanın koşulu da öğrenmek.
Yoksa tıkla da gör bakalım başına neler geliyor.
Sadece bir ‘tık’ la elindeki cihaz bile gidip pert olabiliyor.
O yüzden tıklamadan iyi düşün!
Yağmur, çamur hiç engel değil tıklamana.
Bakkala gidemiyorsun belki ama zaten marketlerin hepsi sadece bir tık mesafede.
Tıklıyorsun geliyorlar.
Velhasıl sen oturuyorsun, uzanıyorsun belki ama senin dışında sürekli olarak hareket var. Sen sadece tıklıyorsun, onlar ürünü buluyor, paketliyor, kargoya veriyor, kargo hareket ediyor, atıyor, tutuyor, kapıya kadar getiriyor ve sen bir zahmet ayağa kalkıp, kendi kapına kadar uzanıp alıyorsun.
Oh ne rahat değil mi?
Şimdi bir on saniye yaslanın arkanıza.
Alacağınız bir on liralık ürün için kimler nasıl hareket ediyor, koşuşturuyor, dertleniyor.
Sonunda belki ucuza almış olabilirsiniz ama kârlı mısınız iyi düşünün.
Hareket yapmak için can atan engellileri düşünün.
O sektörde o koşuşturmacayla çok çok ucuza çalışan, ağır şartlar altında, sosyal güvencesi olmadan çırpınanları getirin gözünüzün önüne.
Değer mi?
Rahatlık, kolaylık elbette olmalı ama bedeli de olmalı bunların.
Yoksa sadece kurgulayanlar kazanır.
Parası olan kurgular.
Emekçiler yıpranır, emek ucuzlar.
Bütün bu koşuşturmacanın içinde olanlara hizmet sektörü diyoruz.
Hizmet sektörü büyüyor.
Köylümüz, çiftçimiz, işçimiz hep hizmet sektöründeler ve üreten yok.
Sadece üretilmiş olan veya nerede, nasıl üretildiği sorgulanmayan ürünler tüketiliyor.
Gelsin de nereden gelirse gelsin.
Ondan sonra da özgürlük!
İş, emek, barış, sosyal adalet.
Bekleyin onlar da gelecek.
Şimdilik bir ‘tık’ uzağınızdalar.
Bugün yarın onlar da kargoya verilir.
Nasılsa tıktık zamanı.
Erdal ÇİL