Yunus EKŞİ
Punto:
Dinle
Halkımızın sık sık duyduğu ve kulağa hoş gelen ve bu aralarda herkesin dilinde olan ‘’ekonomide tek çaremiz üretim’’ olduğu ifadeleridir. Üretimin gerçekleştirilmesi için de tasarrufa olan muhtaçlığımız ifade edilirken, Türkiye’nin sık sık tasarruf yetersizliği gündeme getirilmektedir.
Geçtiğimiz 5 Temmuz Cuma günü, Aydınlık Gazetesinin manşete taşıdığı ‘’Üretimde Devrim Programı’’ isminde on bir madde sıralamış. Bu maddelerin 1. okuduktan sonra gerisini okuma gereği hissetmedim.
Birinci madde şuydu;
Yatırım için Tasarruf başlığı altında’’ Türkiye tasarruf oranını arttırmak ve yatırıma yöneltmek zorundadır. 2002’de %25 olan tasarruf oranı, 2018’de %12’ye düşmüş görünüyor. Tasarruf oranını kademeli olarak 5 yıl içinde %25’e çıkarmak durumundayız. İşsizliğe son vermenin, dış ödemeler açığını kapatmanın, üretim ekonomisini kurmanın başka bir yolu bulunmuyor’’
Aydınlık Gazetesinin, ekonomide bu karanlık cümlelerini kim yazdırdı bilmiyorum ama umut ediyorum ki bu yazımızı okuduktan sonra bu işi yeniden düşünürler. Gerçek bir aydınlanma olmasını umuyorum.
Küresel finansın kurguladığı ve cari uygulamadaki ekonomik modelin temel felsefelerinden biri; yatırımların tasarrufa bağlı olduğu kabulüdür. Yatırım yapılabilmesi tasarruflara bağımlıdır. Tasarruf yoksa yatırımda olamaz. Yatırımlarla olmasını istediğiniz üretim ve işsizliğin kaldırılması da dolayısı ile tasarruf kapasitenize bağlıdır. Kurgu budur.
Aydınlık Gazetesi de temel, söylemlerine uymadığı halde, küresel finansın temel kurgusunu almış, üretimde devrim olabilmesi için getirip ilk başta bunu tasarruf eksikliğinin giderilmesine bağlamıştır. Üstelik bütün kapıları kapatacak nitelikte, başkada yolumuz yoktur diyerek diğer on maddeyi sıralamıştır.
Hem yerli ve milli üretim diyeceksin, hem de üretimin temel bir değer ölçüsü olan paranın faizli üretime girmesi ile sözde sermaye birikimini sağlayan ve tasarrufa bağlayacaksın. Oysa ne para millidir, ne tasarruf millidir ne de yatırım millidir.
Şimdi ne demek istediğimizi biraz daha açıklayalım;
Aydınlık Gazetesinin ‘’ekonomik devrim’’ diye taktim ettiği tasarrufların arttırılması ile ilgili olarak bir kıyaslama yapıyor. 2002 ‘de tasarrufların % 25 olduğunu bunun 2018’de % 12’ye düştüğünü bugün ki ekonominin kötü gitmesinin tasarruf yetersizliği olduğunu söylüyor.
Bakalım öyle mi: ?
TCMB resmi gazete tarihi 6 Eylül 2002 Dolar kuru 1 milyon 626 bin, 01.01.2000 tarihi ile 30.06.2002 arası yasal faiz oranları %60 di.
2002’de enflasyon % 30. Tabi bir yıl öncesi -9,5 büyüme, % 68.53 enflasyon, faiz giderlerinin bütçe giderlerine yüzdesi, 47,2 dir. Borçlanma maliyeti %74,8 di.
Yani faizler yüksek olunca insanlar paralarını faize yatırıyor. Böylece tasarruf oranı yükseliyor. 2002’de ki % 25 tasarruf oranı nedeni faizdir. Faize yatmış para tasarruf olarak kabul ediliyor. Bankalar bu tasarrufları kredi olarak yatırım talebinde bulunan üreticiye aktarıyor. Ama bu çok yüksek faizlerle yatırıma aktarılmış paradır. Yatırım maliyetlerinin son çıktı ürün üzerindeki yansımaları, kaçınılmaz olarak yüksek enflasyonu doğuruyor.
2002 deki makro ekonomik göstergelere baktığımızda, 2001 krizinden değişen şey nedir dediğimizde, Türkiye’ye gönderilen ekonomik tetikçi Kemal Derviş’in mimarlığını yaptığı Ak Parti’nin uyguladığı, bu sayede sıcak paranın Türkiye’ye aktığı ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş’’ programıydı.
İşte bu Güney Asya krizinden sonra 2008 krizine yol alan küresel krizin bol para basma dönemi ile Türkiye’ye dünya piyasasına göre çok yüksek faizle sıcak para
girişiydi. Borçlanarak büyüme tercih edildi. Bugünde borçlar yaklaşık 4 katı arttı.
Şimdi toparlarsak; tasarrufların arttırılması mevcut sistemde sadece faizle zulmü arttırmaktadır. Halkın mevduatlarına verilen faizler, halka daha büyük bedel olarak yansımaktadır. Küresel faizci finansın öğretisi tasarruf ve yatırım kurgusu zihinleri iğfal etmiştir.
Yatırım için tasarrufa gerek yoktur. Tasarrufa yüklenilen anlam, yatırımın önünde bir engel olarak durmaktadır. Tasarruf; bankacılık düzeninde zulmün temel argümanlarından biri olarak kullandığı faizin yolu olarak uygulanmaktadır.
İç üretimin gerçekleşmesi için, bankalara mahkûm değiliz. Ama uyguladığımız sistem bizi üretimde bankaya mahkûm hale getiriyor. İşte tasarruf ettirilmede bunun uzantısıdır. Ekonomide para kan gibidir sürekli akması gerekir. Mevcut tasarruf ile para bankalar arası, tahvil bono ve faizli işlemlerle durağan hale getirilir. Reel ekonomide dönmez, dönen kısımda faizle çok yüksek maliyetli olarak döner. Bu da ekonomiyi felce uğratır.
Demek ki mesele tasarrufları arttırmak değildir. Tasarruf diye tanımladığımız paranın, ne şekilde üretilerek, ne şekilde ekonominin hangi aşamasında nasıl bir pozisyon alıp toplumu nasıl etkilediğidir.
O halde paranın pozisyonunun değişmesi yetmez, üretim biçiminin de değişmesi şarttır. Üretim tasarrufların arttırılmasına bağlanamaz.
Başka çıkış yolu yok diyen Aydınlık Gazetesine de cevabımız olsun. Borca Dayalı Para Sistemini devireceksiniz. Yerine adil bir para kredi sistemini kurarak, üretime bağımlı hale getireceksiniz.
İktisat Hareketi olarak biz buna Doğal İktisat Döngüsü temel prensibi ile ‘’Taban Ekonomisi’’ diyoruz.
Selam ve dua ile…
Yunus EKŞİ