Rubil GÖKDEMİR
Punto:
Dinle
Kıymetli okuyucular,
İçinde bulunduğumuz Ekonomik kriz sebebiyle, neredeyse hepimiz aslî mesleklerimiz haricinde, "yan dal" olarak ekonomi alanında yeni bir eğitim sürecini yaşıyoruz.
Hepimizin artık fazlasıyla farkına vardığı ve hatta ezberlediğimiz bir formülasyonla; içinde bulunduğumuz Ekonomik krizin sebebi olarak, "dış borca, iç tüketime ve ranta dayalı ekonomik modelin" tercih edilmesini gösteriyoruz.
Bu tercih de siyasiler kadar, üretmeden "afyon" gibi tüketime alıştırılmış hane halkı olarak hepimizin de dâhli olduğunu şahsen ben de hep kabul edegeldim.
Bu tezimizi bilimsel verilerle desteklemez isek, yazdıklarımız ve söylediklerimiz siyasi retorik olarak değerlendirilebilir.
Bu sebeple yine sizleri istatistik ve rakamlara boğmadan, yatırım ve dolayısıyla büyümenin sağlıklı finansman kaynağı olarak kabul edilen İÇ TASARRUF oranları ile YATIRIM oranları arasındaki ilişkiyi bilhassa 2002 öncesi ve sonrası olmak üzere ortaya koymak gerekmektedir.
* Türkiye 1975 yılından 2018 yılına kadar GSYH'nın ortalama olarak %21'i oranında düzenli sabit sermaye yatırımı yapan bir ülkedir. ( Bu oran son 30-40 yıldır gelişen Doğu Asya ülkeleri arasında % 31-34 arasındadır.)
* Türkiye'de bu yatırımları finanse edecek kaynak olarak ÖZEL TASARRUFLARIN oranı ise 2003 yılına kadar GSYH'nın % 20'sinin altına hiç düşmemiş. Mesela, ekonomik kriz yılları olan 2001 yılında özel tasarrufların GSYH'ya oranı 2001'de %25,5 ve 2002 yılında ise %23,4 oranında gerçekleşmiştir. (Bu oranlar Doğu Asya ülkelerinde % 34-36 arasındadır.)
*Yani Türkiye son 15 yıl hariç olmak üzere, yatırımlarını daha çok iç tasarruflarıyla finanse eden bir ülke durumdadır. Doğal olarak daha fazla büyümek ve kalkınmak isteyen bir ülkenin, kendi İÇ TASARRUFLARINI artırmak yanında, ihtiyaç duyacağı finansman için DIŞ KAYNAKLARA, yani dış krediye başvurmasında da normal şartlarda bir yanlışlık yoktur. Yeter ki, dışarıdan bulduğunuz krediyi, döviz üretecek şekilde verimli alanlarda yatırıma dönüştürebilesiniz.
* Şimdi bu genel bilgiden sonra ülkemizde bilhassa 2005 yılından başlayarak ÖZEL TASARRUFLARIN oranına bakalım; 2002 yılında %23,4 olan tasarruf oranı,
2005'de %13,1 - 2006'da %12,6 -2007'de %13,1- 2008'de %15,1- 2009'da %14,1- 2010'da %12,3 - 2011'de %10,7 -2012'de 11,6 -2013'de %9,7 ve 2014'de %11,3 olarak gerçekleşmiş. 2015-2018 arasında da aynı oranların devam ettiği ortak görüş olarak kabul edilmektedir.
* Bu durumda kamunun tasarruflarını da dahil ettiğimizde bile bu rakamların bize gösterdiği, her yıl iç tasarruflarla finanse etmemiz gereken yatırımların en az 1/3'ünü veya GSYH'nın % 7-8'i kadar dış borçlanma yoluna gitmek zorunda kalmışız.
* Hadi bakalım şimdi de 2002 yılından sonraki toplam (kamu ve özel kesim dâhil) dış borcumuza bakalım; 2002 yılında 129 milyar $ olan dış borcumuzun 2018 itibariyle 467 milyar $'a çıkmış olduğunu görüyoruz.
* Peki bu dış borçla verimli alanlara teknolojik yatırımlar yaparak "döviz kazandırıcı" faaliyetlerde bulunmuş muyuz ? Maalesef bu soruya da olumlu bir cevap vermek imkânından da mahrumuz.
* Yukarıdaki rakamların tamamının ortaya koyduğu üzere, 2003 yılından itibaren tedrici olarak ÖZEL TASARRUFLARI %23,4 oranından, 15 yıl sonra ortalama % 12'lere kadar indirdiğimiz ve milleti tüketime teşvik ettiğimiz gibi, her yıl ihtiyaç duyduğumuz 40-50 milyar $' lık ek kaynağı da, yurt dışından borç alarak temin etmişiz. Bu borç kaynağını da verimli alanlar yerine ağırlıklı olarak, kolay rant yaratan beton yatırımlarına "har(a)ç" yapmışız.
Mesela yaklaşık 50 milyar $'lık AVM yatırımı, 53 milyar $'lık akıllı cep telefonu, 100 milyar $'lık rezidans ve inşaat ve bol bol markalı ürün ithalatı yapmışız.
* Şimdi ise yaklaşık 17 yıldır bize yaklaşık 650 milyar $, kolay bir şekilde kaynak aktaran "dış güçlere" faturayı çıkarma gayretiyle, sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor ve döviz kuru ve faiz tartışmalarının içinde kayboluyoruz.
Düşünebiliyor muyuz; hem tasarruf etmekten vazgeçiyor, hem daha da çok tüketiyor ve bunlara ulaşmak için de dış borçla elde edilen "sanal cennetin" devam etmesini istiyoruz...Sonra da "dış güçler, üst akıllar" gibi uyduruk gerekçelere sarılıyoruz.
* Yazıda verdiğim rakamların tamamı devletin yayınladığı resmi kaynaklardan alınmış olup, bütünüyle bilimsel verilere dayanmaktadır.
Bir an önce akılcı ve gerçekçi bir çizgiye gelmemiz temennisiyle...
Selam ve sevgilerimle...
Rubil GÖKDEMİR