Bir hareketi anlamanın yolu zihinsel kodlarını çözmekten geçer. Bu da ciddi bir çaba ister.
Taliban, hep yaptıkları üzerinden değerlendirildi. Kanlı eylemleri, insanlık dışı uygulamaları onu tanımlamanın biricik ölçüsü olarak kullanıldı.
Elbette hiç bir hareket eylemlerinden bağımsız değerlendirilemez. Fakat aslolan o eylemlerin zihinsel arka planıdır.
Dünyada kendini Müslüman veya İslamcı olarak tanıtan birçok topluluk ve grup var. Niçin bazı İslami gruplar son derece barışçı, medeni bir din anlayışına sahipken, diğer bazıları İslam'ı bir savaş ve şiddet aracı haline getiriyorlar?
Niçin bu tip örgütler daha çok işgal görmüş ve otorite boşluğunun oluştuğu topraklarda vücut buluyor?
Şiddet sadece sakat bir din anlayışından mı besleniyor, yoksa dış müdahaleler karşısında dinin seferber edici gücünden yararlanmak için mi bu kisveye bürünüyor?
Soruları çoğaltmak mümkün.
Ancak son yıllarda ortaya çıkan ve İslam etiketi ile toplumsal meşruiyet arayan örgütler incelendiğinde neredeyse tamamının işgal görmüş ülkelerde ortaya çıktığı görülecektir.
Afganistan yakın geçmişte önce Rus işgali, ardından NATO bayrağı altında ABD işgali görmüş bir ülke. İşgal önce mücahitleri doğurdu, Sovyetlerin çekilmesinden sonra mücahitler ortak buluşma noktaları oluşturamadıkları için kabileciliğe döndüler. Onların kötü yönetimine duyulan tepkiler Taliban'ın geliştiği zemin oldu.
IŞİD, ABD'nin Irak ve Suriye'ye müdahalesinden sonra oluşan otorite boşluğundan ortaya çıktı.
Bu iki örgütün ortaya çıkışında yabancı işgalinin doğurduğu tepkilerin önemli payı vardır. Kimliklerini işgal altında edinenlerin din anlayışlarının da düşmanı yani işgalciyi merkez alarak oluşacağı bir gerçektir. Düşmana göre(onu hedef alan) bir din, tabiatı gereği şiddete eğilimli olacaktır.Bu tip örgütlerde sadece işgalci düşman olarak görülmez, işgale tepki vermeyen, susan, örgüte destek olmayanlar da işgalci gibi görülürler.
Ancak bu psikolojik ögeden daha önemli olan eğitimdir.Sovyet işgalinden sonra Pakistan'a göçen birçok Afgan mülteci burada Cemiyet-i Ulema-ı İslam'ın medreselerine sığındı. Bu cemiyet, gençlerin yeme, içme, barınma ihtiyaçlarını karşıladı. Onlara Selefi/Vehhabi ve Peştun kabileciliği eksenli bir eğitim verdi. Öyle ki,1970 yılında 900 olan medrese sayısı, Rus işgalinden sonra 1988'de 8 bine, öğrenci sayısı ise 25 binden 500 bine çıkmıştır. Bugün bu rakam çok daha yüksektir.
Burada verilen eğitimle İslam tek yorumlu bir din olarak tanıtılmış, her türlü farklılık küfür olarak telakki edilmiştir.Bu yaklaşıma bağlı olarak farklı İslami grupların yayınları mesela İhvanı Müslimin'in yayınları ile Mevdudi'nin kitapları yasaklanmıştır. Medreselerde her türlü resmi denetimden uzak verilen eğitim, yaşadığı çağın değerleriyle çatışan bir insan tipi doğurmuştur. 70'li yılların Afgan insanından ayrılan Taliban, daha çok bu medreselerin bir üretimidir.
Aynı durum IŞİD ve diğer Selefi yapılar için de geçerlidir.Kayıt dışı veya merdiven altı eğitimle genel kütleden ayrı bir disipline tabi tutulan bu insanlar, neticede hem insana, hem de yaşadıkları coğrafyanın değerlerine yabancılaşmışlardır. Bu, eğitimin, insan davranışlarını ve zihinsel dünyasını belirlemede ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.Eğitim tekelini kaybeden ülkeler uluslaşamadıkları gibi, farklı eğitim biçimlerine yol vererek birbirine hasım toplumsal kategoriler, sosyal kabileler oluşmasına da zemin hazırlamışlardır. Eğitim tekelini kaybeden bir devlet, millet olma imkanını da kaybeder.Zira her eğitim biçimi farklı bir insan tipi doğurur.Taliban,IŞİD ve diğer örgütlerin bize öğrettikleri en önemli şey, tevhid-i tedrisatın ne kadar önemli ve gerekli olduğudur.
Kısacası, dış müdahale, işgal, kültürel ve zamansal farklılıkları yok sayan tek yorumlu din anlayışı, kayıt dışı eğitim,dinin dönemsel/tarihsel uygulamalarını bütün zamanlara teşmil etmek,dini yaşamı bir gönül işi olarak görmek yerine bir zorunluluk olarak görmek, takvayı yasakçılıkla, cihadı çok öldürmekle karıştırmak bu tip örgütlerin zihinsel kodlarını şekillendiren unsurlar olarak sayılabilir.