Kemal ÜÇÜNCÜ
Punto:
Dinle
Giriş
Bir hedefe ulaşılmasına dönük olarak takip edilmesi gereken yol anlamında strateji teorik ve genel seviyeyi ifade eder. Jeopolitik ise coğrafi imkan ve mekanın stratejik ve siyasi amaçlı kullanıma dönük olarak politik ve askeri örgütlenmesi demektir. Stratejik ve jeopolitik düşünce sahadaki mevcut bütün sorunları kuşatıp en etkili çözümü sunan bir genel çerçeve olmak durumundadır. Bunu tamamlamak üzere Siyasi Coğrafya; dünyanın tamamında, bir bölge ya da bir ülkesinde, fiziki, beşeri ve ekonomik olayların dağılışını, aralarındaki bağlantıları, sebep ve sonuçları gözetilerek, devlet politikaları ile işlerini düzenleme ve yürütmeyle ilgili özel görüş veya anlayışları içeren bilim dalıdır. [Akengin,H.2010.Siyasi Coğrafya].Keza tarihi coğrafya veya onunla çokça karıştırılan coğrafi tarih bizde pek zayıftır. Stratejik düşünce için Tarih felsefesi, mekan felsefesi başta olmak üzere pek çok disiplinin orta perspektifi gerekir.
Strateji oluştururken en tepede siyasi hedeflerin isabetli v gerçekçi bir biçimde belirlenmesi önemledir. Zira askeri strateji siyasi stratejiye tabi olmak durumundadır. Siyasi hedefleri iyi tayin edilmemiş bir genel strateji askeri seviyede ne kadar iyi uygulanırsa uygulansın başarı şansı son derece zayıftır.
Bu anlamda bir ülkenin genel stratejisinin güncel politik ideolojilerin yedeğine alınması son derece hatalı olur, rasyonel karar verme yeteneğini köreltir. Genel strateji partiler üstü ortak mutabakatı yansıtmalıdır. Örneğin İngiltere ve Almanya’nın Şark politikasının hedefleri 200 yıldır aynıdır. Dosya sürekli olarak geliştirilip güncellenir.
Modern Jeopolitik, Mekanın Gerçekçi Temsili ve Kartografya
[“Panofsky'nin 1927'de yayınlanan Sembolik Form Olarak Perspektif kitabı Rönesans perspektifi ile antik Yunan perspektifini kıyaslıyor. Daha doğrusu bunlar üzerinden iki dönemin dünya görüşünü kıyaslıyor. Modernliği Rönesans perspektifinin kurduğunu, antik perspektifin ise modernliği engellediğini savunuyor. Perspektif Panofsky'de dünya görüşünün (Weltanschauung) sembolik formu. Rönesans perspektifinin epistemoloji ya da doğa felsefesindeki gelişmenin ifadesinden başka birşey olmadığını söylüyor. Onun gözünde "estetik mekân", "felsefi bir mekân". "Birinde duyular görsel olarak sembolikleştiriliyor, diğerinde lojik bir form olarak görünüyor".
Panofsky antik perspektifi, dünyanın "modern olmayan kavrayışı" olarak tanımlıyor. Çünkü, "sitematik bir mekân" inşa edemiyor. "Sistematik mekân antik sanatçılar kadar antik filozoflar bakımından da düşünülemez." Dolayısıyla dünya rasyonelleşemiyor, nesnelleşemiyor. Dünya "bir rüya veya serap gibi gerçek-olmayan, tutarsız, bir hal alıyor"
Şimdi, bütün düşünsel göndermelerine rağmen, perspektif, sonunda üç boyutlu mekânları iki boyutlu bir yüzey üzerinde resmedebilmenin bir tekniği. Nihayetinde bize bir "dünya resmi" sunuyor. Heidegger modernliği "Dünya Resminin Çağı" olarak tanımlıyor. Heidegger’e göre, Descartes’la birlikte dünya, temsiline dönüşmüş ve ortaya bir “dünya resmi” çıkmıştır. “Resim” ile anlatılan, dünyanın nesneleştiği sistemdir. Heidegger’e göre, “modern çağın temel hadisesi dünyanın resim olarak fethedilmesidir”. İnsan bu resmin hem öznesidir hem de nesnesi. Ve “dünyanın resme dönüşmesi ile, insanın özneye dönüşmesi bir ve aynı hadisedir". Nitekim, David Harvey de bireyselleşmenin temeline perspektifi yerleştirir: “Perspektif, dünyayı bireyin ‘gören gözünün’ bulunduğu noktadan tasavvur eder… Bireycilik ve perspektif arasındaki bağ önemlidir. Bu bağ Aydınlanma tasarısıyla kaynaşan akılcılığın Kartezyen ilkelerine etkili bir temel oluşturmuştur.”]
Bu anlayış modern strateji ve jeopolitiğin belkemiği olan kartografya ve haritalama mekanı harita olarak temsil etme yeteneğini kazandırmıştır. coğrafi mekanı askeri ve siyasi olarak tasarlamak daha da kolay bir hal almıştır.
Soğuk Savaş Sonrasındaki Tablo ve Zaaflarımız
Soğuk savaş döneminde Türkiye Atlantik ittifakı tarafından belirlenen askeri ve politik stratejiyi takip ediyordu. Soğuk savaş sonrası dönemde Afro Avrasya alanındaki güvenlik mimarisi temelden sarsılarak yeni dinamikler etrafında şekillenmeye başlamıştır. Soğuk savaş dönemindeki statüko Türkiye için büyük ölçüde öngörülebilir bir çerçeve sunuyordu. Oysaki soğuk savaş dönemi sonrasında Türkiye’nin her anlamda öncelikleri, etkileyen ve etkilenen dinamikleri değişmiştir. Bu yeni durumu öngören ve kuşatan bir Grand strateji maalesef ki üretilememiştir.
Kültür bilimleri ve felsefe alanındaki teorik düşünme zaafımız maalesef bu açmazın en önemli sebeplerinden birdir. Stratejik araştırma enstitüleri bütün iyi niyetli gayret ve çabalara rağmen halen istenilen seviyede değildir. Bu anlamda devlet ve vakıflar aracılığıyla farklı alanlarda ve felsefi görüşlerdeki akademik, stratejik araştırma enstitüleri desteklenmelidir. Britanya ve Prusya örneğinde çok başarılı bir model olan Bilimler Akademileri keza hâlâ bizim akademik geleneğimizde yoktur. Üniversitelerimizin enstitüleri birer bürokratik makamın ötesine maalesef geçememiştir.500 yıldır dünya halkları ve coğrafyalarıyla ilgili envanter üreten Batı’ya karşı bilgi açığımızı dikkatinize getirmek isterim. Bu açık asgari seviyelere indirilmelidir.
Ülkemizin kısa, orta, uzun vadeli bir bilim politikasına ihtiyacı vardır. Bunun içerisinde kültür bilimleri, stratejik araştırma enstitülerine önemli bir yer verilmelidir. Ülkemizin ve kültürel havzamızın, nüfuz alanımızın hedef coğrafyalarımızın bir envanterine sahip değiliz.
Atatürk’ün büyük bir vukufla tesis ettiği müesseseler, Tarih Kurumu, Dil Kurumu maalesef onun ölümünden sonra ıhlamur içilip, yarenlik edilen yerlere dönüşmüştür. 12 Eylülden sonra işin şirazesi iyice dağılmıştır. Oysa ki ciddi bir planlama ile İş Bankasından gelen kaynakla çok ciddi araştırma projeleri yapılabilirdi. Koskoca Tarih Kurumunun Ermeni meselesindeki yayınları bir Kaynak Yayınları kadar yoksa bu tablo karşısında vicdanların sızlaması gerekir.
Politik Mekanın Yeni Bir Tahayyülü
Stratejik ve Jeopolitik konusunda eser veren fikir üreten az sayıdaki entelektüelimiz maalesef ki dinlemesi ve duyması gereken müesseseler tarafından hiç anlaşılamamıştır. Türkiye Kuzeydeki Arap olmayan İslam dünyasıyla [akılcı Maturidi eksenle], [Eşari] Arap İslam dünyasına dönük politikalarını iki ayrı eksen olarak planlamalıdır. Kuzey Asya’da nüfuz ne nüfusumuz daha nitelikli ve büyüktür. Malay dilinin sözlüğü henüz Endonezce dilinin sözlüğü Türkçe ’de yoktur. Kuzey Müslümanlığı Türk kültür havzasının etkisinde kültürel diplomasiyle derinlik üretebileceğimiz bir alandır.
Ortadoğu İslam dünyası bizim inanç birliğimiz olan moral ve kültürel bir alan olarak kalması yeğdir. Afrika kıtası uzak gelecekte özellikle Sudan ve Moritanya okyanuslara açık iki ülke olarak bugünden yakın ilgi ve ilişkiler tesis edilmesi gerekir. Uzun vadede küresel bir güce dönüşebilmek için okyanuslara açılmak ve yetkin bir denizcilik birikimi ve stratejisi gerekir.
Türk dünyasını hamasetten öte bilimsel seviyede ekonomi politik esaslı bir kavrayışın henüz çok uzağındayız.
Türkiye öncelikle bir Karadeniz ülkesi olarak Gürcistan ve Azerbaycan’la tarihsel ve kültürel ilişkileri temelinde bölgesel bir işbirliğini öne almalıdır. [1998 Demirel, Aliyev, Şvarnadeze, Trabzon Toplantısı Perspektifi] bunu öngörür esasen]. BDT Serbest pazarı keza bizim için vazgeçilmezidir. Karadeniz havzası bilimsel olarak Türkiye için hâlâ Mars kadar bilinmezdir. Karadeniz Teknik Üniversitesi bu anlamda Geniş Karadeniz Havzasında öncü bir stratejik rol üstlenmelidir.
Öncelikli olarak tarihsel, stratejik ve jeopolitik kapasite, toplam milli güç unsurları, ihtiyaçlarımız, bölge ve dünyadaki siyasi ve ekonomik eğilimler dikkate alınarak bütüncül kuşatıcı bir teori ortaya konulmalıdır. Bir milletin kültür hayatında sorunlar a- teorik sorunlar b-teknik sorunlar olmak üzere iki kategoride toplamak mümkündür. Tarihsel sürçte, kamlar, ozanlar, âşıklar, hakîmler, bilgeler, âlimler, bilim adamları, aydınlar teorik alanın sorunlarının çözümleyerek millet hayatına istikamet vermişlerdir. Dedem Korkut tabiriyle bunlar “Oğuz’un tamam bilicileridirler”. Türkistan ,İran, Deşt-i Kıpçak, Anadolu, Rumeli, sahasında bu kadim hikmet başlangıçta “Kün Tuğ Bolsun Kök Kurıkan”, ardından Harezm Akademisinin akıl ve deneyimi eksen alan perspektifi Anadolu coğrafyasında yine Harezm ve Yesi irfanının ışığıyla yürümüşlerdir. Teorik alanda “nasıl ve niçin” sorusunun cevabını veririz. Teknik alan nedensellik prensibine göre ilerler. Teknisyenler teknik sorunları çözersek teorik sorunları aşabileceğimizi düşünürler oysa ki tam tersidir teorik sorunlar bir temel ve çözüme kavuşturulmadan teknik seviyedeki sorunların aşılması fazla bir anlam ifade etmez.
Sonuç
Kaybettiğimiz yitik düşünceyi, bilim ve irfanı, Türkistan Rönesans’ını yeniden kurmalıyız. Atatürk devrimi bu girişimin ete kemiğe bürünmüş halidir.
“14. yüzyılda Sorbonne’de 2000 elyazması 15. yüzyılda Vatikan kütüphanesinde 2 bin 257 eser vardı. Aynı tarihlerde Türk İslam dünyasının kültür şehirlerinde 80 bin ve 100 bin ciltlik kütüphaneler vardır. Bu yapı Rönesans’tan sonra aleyhimize olmak üzere değişti. Hiç tılsım aramaya gerek yok. En çok kitabı olan “her zaman döver”. Rönesans öncesi Doğu dünyası bilgi üretiminde öncü olduğu için siyasi ve ekonomik kültürel üretimin odağıydı. Rönesans’tan günümüze gelen süreçte son 500 yılda süreç tam tersine döndü aynı oranlarda Batı öne geçti.. Kaybettiğimiz ve bulmamız gereken “yitik hazine” budur. Bütün üniversitelerinizdeki kitap sayısı tek başına Harvard’dan azsa, dünyanın ilk 100 kütüphanesi arasına giren tek bir kütüphanemiz yoksa, tablo sıkıntılıdır.
XXI. yüzyılın şafağında Doğu ve Batı medeniyetlerinin birikimini 1000 yıl önce Harezm akademisinde yoğurduğumuz gibi yeniden özgün bir anlayışla “yaratıcı bir yeniden okumayla” yorumlamalıyız. Atatürk devrimi ve birikimi de buna dahildir.
Dogmatik ve doktrinel olan ideolojilerin eleştiriye ve dışa kapalı izole dünyasından, çarpık aynasından, hazır yorum kalıplarından hareket ederek bu yaratıcı okuma yapılamaz. Kendi kültür bilimleri geleneğimizin kuram ve kavramlarını ortaya koyarak işe başlamak gerekir. Özgün bir teori ortaya koymadan sosyal bilimler ancak ve ancak ilmi işçilik yaparlar.
Atatürk Cumhuriyet devrimiyle Maveraünnehir Türk medeniyetini ve onun bilgi anlayışını güncele taşımak istemiştir. Bu bağlamda Kant’tan 700 yıl önce, Maturidi’nin ortaya koyduğu ve üzeri örtülen “dünyanın ve olguların bilgisinin bize sadece akıl ve deneyimle” açık olduğu görüşünü “bu yitik hikmeti” küllerinden yeniden dirilterek yeni Türk medeniyetinin mihveri yapmak istemiştir. Bu görev Atatürk mirasını önemseyen herkesin üzerindedir.