Yunus EKŞİ
Punto:
Dinle
Sosyologlar ve Toplumun Efendileri
Sosyolojinin bir bilim dalı olarak doğuşunu hızlandıran en önemli etkenler nelerdir diye sorduğumuzda, hiç kuşkusuz bilimdeki gelişmeler diyebiliriz. İlk etapta
bunun nasıl bir etki ilişkisi içinde olduğu görülemeyebilir. Bilimsel devrimin başları diyebileceğimiz Orta çağ döneminde (1500-1700) çeşitli bilim dallarında gördüğümüz gelişmeler, bir süreç içinde ardışık olaylar bütünü olarak karşımıza çıkar. İnsanoğlunun geliştirdiği bilim, doğayı sorgulama, analiz etme ve deneylerle örtüşen bir bütünlük içinde ilerledikçe, ortaç ağdaki yaklaşımlar, hakim kilise etkisini de toplum üzerinden kaldırmaya başladı.
Aydınlanma ve Rönesans sürecinde kilise toplum üzerindeki sömürü ve baskısını bilimsel gelişmeler etkisiyle kaybetmeye başlamıştı. Toplumun bir nevi özgürleşmesi diyebileceğimiz bu süreç, kaçınılmaz olarak toplum üzerinde bilimin etkisi ile toplum yeniden yapılanmaya başladı.
Newton (1642-1727) 1687 yılında ’’Doğa Felsefesinin Matematik ilkeleri’’ kitabı yayınlandığında, kütle çekim yasası ve hareket yasalarını açıklayan bu eserinde, deney yolu ile yaptığı çalışmalarla birlikte önceki fizik yasa anlayışlarının yıkılmasını neden oldu. Bu, ilerleyen zamanda toplumun ilgisini çekmiş, toplumdaki yaşamı kolaylaştıran teknolojik gelişmeler, toplumun dönüşümünü hızlandırmıştır.
Toplum bilimi her ne kadar 19 yüzyılda akademik bir disiplin olarak ortaya çıksa da, insanların toplu yaşama zamanlarına kadar sosyolojiyi toplum bilimini götürebiliriz. Toplumun oluşumu, dönüşümü, gelişmişliği, kullandığı bilimin sonucu olan teknoloji ile doğru orantılı oldu.
Fransız devrimi ile öne çıkan siyasal devrim, kuşkusuz bilimsel gelişmelerin toplum içinde yayılmasında çok etkili olmuştu. Ancak daha önce genel bir kabul olarak; Luter’in 95 maddelik kilise kapısına yazarak astığı itiraz, onun aforoz edilmesi ile Protestanlığın oluşmasını da sağlamıştı. Protestanlık; Hristiyan mezhebinin başlangıcı olan bu dini anlayışı olarak, gelecekteki dini anlayışa Avrupa’da büyük etki edecek, toplumsal dönüşüm sürecini hızlandıracaktı.
Toplumun Fransız devrimi ile karşılaştığı siyasal değişim süreci hızla yerini üretim modellerinin değişimine, endüstriyel devrimsel gelişmelere doğru akarken, toplumda aynı hızla kapitalizme hazırlanıyordu. Artık kentlerin yapısı kapitalist sistemlere hizmet edecek nitelikte hazırlanır olmuş, kapitalizmin ürettiği modern köleliğin temelleri atılmıştı.
Avrupa'da toplum baskıcı kilisenin hegemonyasından çıkmış, bilim ve teknolojinin gelişmesi ile, yerini üretim faktörlerini elinde tutmaya başlayan kapitalist sistemin efendilerine bırakmıştı. Artık toplumun yeni efendisi üretim faktörlerini elinde tutanlardı.
Gün geçtikçe teknolojik gelişmelerle güçlenen kapitalizm, her ne kadar kendisine itiraz eden sistem arayışları olsa da, kurguladığı üretim tüketim ağı içindeki modele göre toplumları dizayn etti. Artık toplumlardaki değişim ve etkileşim, üretim ve tüketim süreçlerine bağımlı hale geldi. Devletlere, bu minvalde yasalar çıkartılıp, toplum üzerindeki gücünü yasal olarak perçinleyen kapitalizm, bugün çökmüş olup, toplumlar yeni efendisini banka kapılarında arıyor.
İnsan oğlunun toplum içinde geçirdiği bu evrelerin hepsi toplumlara çok ağır bedeller ödettirmişti. Toplum kilise baskısından kurtulup, bilim alanındaki gelişmelerin etkisine girerek, kamu gücü ile de uygulama alanı bularak, otoriter güç tarafından toplumsal kurallar üretmeye başlanmış olarak günümüze kadar gelmiştir. Ancak kamusal güç de bir avuç insanların lehine kanunlar oluşturmuştur. Böylece belli bir zümrenin bilimsel kabuller adı altında toplum, yeni efendilerini bulmaya yelken açılmıştır. Onlarda üretim faktörlerini elinde tutanları, sermaye ile elinde tutan bankalardı.
Toplumun dönüşümü üzerindeki etkisi pek gündeme gelmeyen ve direk ifade edilmeyen, kapitalizmin bel kemiği bankacılık sistemiydi. Dünya savaşlarının çıkmasına, vekalet savaşlarının günümüzde sürekli yapılmasına, milyonlarca insanın açlık ve sefalet içerisinde ölmesine neden olan toplumun son efendisi bankalardır.
Sosyologların üzerine eğilmesi gerektiğini düşündüğüm, bankaların toplum üzerindeki bu belirleyici unsurdur. Bütün toplumsal olumsuzlukların temelinde aktif ve belirgin biçimde görünmese de, ekonomik nedenlerin ana belirleyicisi bankalardır.
Bankalar; tüm toplumu esir almıştır. Toplumun her kesimindeki insanları borçlandırmış, bu borçların haklı olduğunu göstermek içinde yasal düzenlemeleri çıkarttırmıştır.
Başka bir ifadeyle finansal sistem sahibi bankalar; toplumun siyasal yapısını, iktisadi yapısını parçalayarak, çıkarları doğrultusunda kanuni alt yapısını oluşturmuş, toplumun siyasetçileri ile topluma zulmetmektedir. Bankaların gücü, TBMM’de çıkartılan yasalarla verilmiştir. Bu güç; yine seçilmiş insanların sorumluluğunda, millet adına bankalardan geri alınmalıdır.
Toplumdaki çatışma, kurgu içinde süreklilik arz ederken, bankalar sürekli güçlenmiş, halkı devleti borçlandırmıştır. Sorunun kaynağı ise sürekli gözden kaçırtılıp, bankalar kutsal mabetler gibi korunmuş’’ aman finans sistemimize bir şey olmasın’’ denerek bütün bedel topluma ödettirilmektedir.
Kimin eliyle!?
Elbette yine toplumun içinde çıkmış siyasilerin elleri ile.
Selam ve dua ile...
Yunus EKŞİ