İnsan ve azınlık hakları ile ilgili metinlerin neredeyse tamamında muhatap bireydir. Mesela Birleşmiş Milletler, temel hak ve özgürlükleri grup veya topluluklar düzleminde değil, bireysel düzeyde ele almıştır. Grup haklarının zaman içinde Self-determinasyon yoluyla ulusal taleplere dönüşme potansiyeli taşıması ülkeleri bu yola itmiştir. Temel yaklaşım bireyi hem çoğunluğa karşı hem içinde bulunduğu topluluğa karşı korumaktır.(İrfan Sönmez, Ana Dilde Eğitim, Milliyetçilik, AB Hukuku)
Mesela 1966 tarihli Kişisel(medeni) ve Siyasal haklar sözleşmesinin 27. Maddesi ilk defa azınlık haklarına vurgu yapmış, ancak bu hakları bireysel düzeyde ele almıştır.
1992 yılında BM İnsan hakları komisyonu tarafından hazırlanan Ulusal ya da Etnik,Dinsel, Dilsel Azınlıklara Mensup KİŞİLERİN Haklarına İlişkin Bildirgede de adından anlaşılacağı gibi asıl özne kişilerdir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin yaklaşımı da farklı değildir. Bu konu ile ilgili 14. Madde; Sözleşme ile tanınan hak ve özgürlüklerden cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeden herkesin yararlanmasını öngörmektedir.
Bu sözleşme ve bildirgeler, grup sorunlarını bireyden soyutlayarak, etnik veya kimlik temelli ele almanın yanlışlığına işaret etmekte, sorunların devlet kurmak yahut ayrılmak yerine demokratikleşme yoluyla çözümüne yöneltmektedir.
Uluslararası sözleşme ve metinlerden hareketle, grup mensubu kişilerin hak ve taleplerini Kürt, Çerkez veya Laz gibi başlıklar altında incelemenin yanlış olduğunu söyleyebiliriz. Bu tarz yaklaşımlar, devletin karşısına vatandaşları değil, grup ve toplulukları muhatap olarak çıkarır. Devletin vatandaşlarının yerini devletin Kürtleri, Lazları, Romanları tabiri alır. Gruplara ayrıcalık tanımak veya grup olarak muhatap almak, genel kitle ile ayrışmayı tetikler.
Bu bakımdan demokratik devletler, insan hakları düzenlemelerinde birey odaklı düzenlemeler yaparak sorunları çözmeye çalışırlar. Zira, değerli bilim adamı Prof.Dr.Ahmet Buran’ın ifade ettiği gibi; ” Bir hukuk devletinde, devlet, insanları kökenlerine ve grup kimliklerine göre değil, vatandaşlık haklarına göre muhatap alır. Vatandaşlık hakları ise bireyseldir.Etnik veya azınlıklar düzleminde yapılacak düzenlemeler sorunları büyütmek, derinleştirmek ve çoğaltmaktan başka işe yaramaz.”
Bu tür sorunlar tartışılırken bu gerçeği ıskalamamak gerekir. Aksi takdirde çözülen sorunun kendisi olmaz, o ülkenin birliği, bütünlüğü olur. Bireysel hak talepleri ile grupsal talepler arasındaki en büyük fark budur: birey, kişisel hayatına ait ihtiyaçlar için talepte bulunurken, gruplar daha çok ayrışma, devletleşme yolunda talepte bulunurlar. Mesela hiçbir fert ben bir toprak parçası ve orada kendime bir egemenlik alanı istiyorum demez, ama gruplar söz konusu olunca toprak, egemenlik, ayrı bayrak, siyasette ve devlet görevlerinde kontenjan gibi haklar gündeme gelir. Nitekim bugün Kürt Sorunu adı altında dillendirilen de budur. Doğru olan, sorunları etnik başlıklar altında değil, demokratikleşme başlığı altında konuşmaktır. Sorunları etnikleştirmek ayrışmaya kapı aralamaktır.