Piyasalar

Siyasette Liyakat Sorunu

Punto:
Küresel ölçekte neo-liberal anlatı ve postmodernizm, saadet günlerinin sonuna geldi. Son küresel salgınla beraber bütün makyaji döküldü, riyakârlığı ortaya çıktı. Artık yeni siyasal ve sosyal koşulları açıklayamıyor, çözüm üretemiyor. İnsanlık yeni bir üretim ve paylaşım kültürü arayışının sancılarını çekiyor. Türkiye’ye döndüğümüzde TBMM’yi oluşturan siyasal partiler sistemimizin bir bütün olarak dünyadaki ve Türkiye’deki değişim ve dönüşüm dinamiklerini doğru biçimde tahlil ederek ona uygun bir çözüm ve siyasi perspektif üretmediğini gözlemliyoruz. Kamuoyu yoklamalarında en yüksek seçmen kitlesini bağımsızların oluşturması bunu doğruluyor. Seçmenin yarıya yakını kerhen daha iyi bir seçenek olmadığı için mevcut partilerine oy veriyorlar. TBMM partilerinin proje ve çözüm üreten mekanizmaları yok. Hemen hemen hiçbir siyasal projeleri yok. MİLLİ BİLİNÇ ARTIYOR Bu durumu sorgulayıp halkı bilinçlendirecek bağımsız bir basın ve aydın hareketi, sivil toplum muhalefeti maalesef yok. Üzerlerine ölü toprağı serpilmiş sanki. AKP’nin sırtını yasladığı siyasal İslam ve neo-liberalizm duvarı çöktü, bütün Türkiye o enkazın mağduru durumunda. Artık Türk basınında araştıran konuyla ilgili tarafların ve farklı uzmanların görüşlerini alan haber analizler yayımlanmıyor. Herkesin bir beklentisi ve kaygısı var. Halkın haber alma hürriyeti, halkı aydınlatma kaygısı ikinci planda. Birincil kaygı halkı kendi beklentileri doğrultusunda yönlendirmek. Türkiye gibi okuma, araştırma ve eğitim seviyesinin düşük olduğu bir ülkede bilginin akış ve yayımı üzerindeki -dolaylı sansürün, korku ikliminin- denetimin son derece yıkıcı tesirleri var. Buna paralel olarak Türkiye’de bağımsız milli bir siyasal bilinç yükseliyor. Müdafaa-i Hukuk diye isimlendirebileceğimiz bu sosyoloji sağdan sola, çağdaş muhafazakârlara kadar geniş bir yelpazade yüzde 65’lik bir tabana sahip. Rand Corparation, Center for American Progress raporlarında da bu vurgu var. İktidarın milyon dolarlık fonlarla beslenen dernek ve vakıflarına rağmen Türkiye’nin yegâne stratejik bilgi üreten, Mavi Vatan’dan Türk kültür havzasına ve üretim devrimine kadar Türkiye’nin yeni stratejik yönelimine “de facto” yön veren bu yeni bloktur. Henüz bir kubbe gibi bu sosyolojiyi kapsayacak bir siyasal dil yok. ATATÜRK MODELİ YENİDEN Kentli, orta sınıflara dayanan, eğitimli, dünyayı tanıyan yeni bir milli sosyoloji yükseliyor. Bu anlamda Türkiye yepyeni bir siyasal dile ihtiyaç duyuyor. Bu siyasetin adı yurttaş hukuku etrafında, Müdafaa-i Hukuk temelinde, insan odaklı, üretim ve bölüşümü dengeli bir eksene oturtmuş, ekolojik duyarlılığı ve uygarlığı kucaklayan yepyeni bir perspektif olmalı. Yüzyılın başındaki milli toplumcu perspektif, Atatürk modeli yeni baştan harmanlanmalıdır. Türkiye’nin ekonomik sorunları tekniktir ve hepsinin bilimsel çözümü vardır. Bugüne kadar uygulanmaması bilimle ve düşünceyle siyasetin kur(a)madığı ilişkiyle alakalıdır. Türk iktisat tarihinin en parlak sonuçlarının Atatürk dönemindeki özgün ekonomik modelle, planlı ekonomiyle, üretim ekonomisiyle alınmış olması bilinçli olarak görmezden geliniyor. Depremler, felaketler vesilesiyle gündeme gelen ve hep ıskalanan kentsel dönüşüm çağdaş bilimsel anlayışla kamu kaynaklarını israf etmeden halledilebilir. Sorun kaynak sorunu değil, kafa sorunudur. Türkiye’nin tarım ve hayvancılığını ayağa kaldırmak açlık ve yoksulluk sorununu çözmenin yanında artık stratejik öneme haizdir. Tek karış toprağımız boş kalmayacak şekilde, çağdaş teknikleri de kullanarak tarım yapılmalıdır. Neo-liberal modelle tarım kalkınamaz. Kamucu, planlı modelde devlet piyasayı kuracak, düzene sokacak destek alımları yaparak üretime sahip çıkmalıdır. Büyüyen işsizliği en az yatırımla azaltacak çözüm buradadır. Yenilenebilir enerjiye (rüzgâr ve güneş enerjisi) teşvikler artırılarak potansiyelimiz değerlendirilmelidir. Türkiye’nin 15 üniversitesinin teknokenti özel bir programla planlanarak, şirketlerle paydaş yapılarak yıllık asgari 15 milyar dolar kaynakla Türkiye’nin üretmediği ürünleri üretecek bir potansiyele kavuşturulmalıdır. BAŞKA YOLU YOK Vergi reformuyla, kamu yönetimi, bütçe kamu tek hesabı uygulamasıyla SGK’nin bataktan çıkması sağlanarak üzerindeki hazine yükleri sürdürülebilir bir modele kavuşturulmalıdır. Komşularımızla mal ve hizmet takası yöntemiyle enerji faturası minimuma indirilebilir. Bu basit tedbirler denk bütçe demektir. “Öyle olmaz” muhalefetinden böyle oluru anlatan, paydaşlarla müzakere eden çözüm odaklı bir siyasete geçemiyoruz. Türk siyaseti çözümü konuşamıyor. Olguları değil olayları, kavramları değil kişileri, sebepleri değil sonuçları, çözümleri değil paradoksları konuşan bir siyasetin kendine de ülkeye de bir faydası olamayacağı açıktır. Bugünkü dünya konjonktüründe ve saflaşmasında, güç dengelerinde etnik siyasete yurttaş hukuku dışında kim ne öneriyorsa tahakkuk şansı sıfırdır. Çağdaş insan hakları hukukundan, yurttaş hukukundan, Fransız devriminin kurucu ideallerinden, Müdafaa-i Hukuk’tan başka bir zemin Türkiye sosyolojisinde mümkün değildir. Dinsel bir hukuki ve siyasal sistemin en başından totalitarizm üreteceğini artık görelim. Türkiye’deki bütün dini cemaatler ve tarikatlar rejime ve anayasal düzene karşıdırlar. Bu cehalet iklimini aydınlatarak, bilinçlendirerek aşmamız lazım. Karadeniz’den Akdeniz seddine kadar bütün sorun alanlarında Türkiye sadece ve sadece Atatürk perspektifi ile sonuç alabilir. Çağın bilgi anlayışıyla çelişkiye düşerek yürüyemeyiz. Türkiye bu zihinsel çelişkilerini bir an önce aşmak ve geleceğe bakmak durumundadır. PROF. DR. KEMAL ÜÇÜNCÜ