Rubil GÖKDEMİR
Punto:
Dinle
"17 YILDA 3,5 KAT DEĞİL, SADECE %50 BÜYÜME !"
Bilhassa dar gelirli insanlarımız için “demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve hürriyetler, denetlenebilir ve şeffaf devlet” gibi kavramların pek ilgi çekici olmadığı bilinir. Ama bu ilkeleri gözetmenin, ekonominin bütününe, günlük hayatımıza ve bilhassa dar gelirli insanlara faydası bilinenin çok üzerindedir.
Bu sebeple çeşitli sosyal kesimlerin haklı taleplerine konu olan hususlar ile “DEMOKRASİ, HUKUK DEVLETİ ve EKONOMİK KALKINMA” arasındaki zorunlu ilişki, bu yazının konusunu teşkil etmektedir.
Mesela son iki yıldır gündemimizde çokça yer alan ve sayılarının 6 milyonu bulduğu ifade edilen EYT’liler bu kavramlar sizi de ilgilendiriyor.
3600 Ek göstergeye dâhil olma taleplerini dile getiren 1 milyon 516 bin kişi de bu yazıdan faydalanabilir.
Bu yazılanlar 2006 tarihinden itibaren yürürlükteki kanuna göre GSYH’nın %1’i oranında destek alması gerekirken, bu talepleri karşılanmayan tarım kesimini de kapsıyor.
Bu konular toplam sayıları kayıtsızlarla birlikte 8 milyona ulaşmış işsizler ordusunu da, ekonomik büyümeden ve kamu bütçesinden bekledikleri taleplerin karşılanmasını isteyen kitleler ve çeşitli teşvik desteklerin değerlendirilmesini isteyen değişik kesimleri de alakadar ediyor…
****
SİYASETÇİNİN GÖREVİ
Çoğunlukla teorik tartışmalardan oluşan bu tür bilgileri siyaset alanına taşımak ve topluma yön göstermek görevi de siyasetçilere düşmektedir.
Bu anlamda “başarılı siyasetçi” tanımını bir cümle ile ifade etmek istersek; “çeşitli disiplinlere ait bilimsel bilgilerden hareketle, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak bir siyaset dilini üretebilen kişidir” diyebiliriz.
Bu yalın tanımın içinde cereyan etmeyen siyasi faaliyetlerin kapsamının ise günlük polemiklere dahil olmak ve kendi taraftar kitlesini konsolide etmek dışında hiçbir faydası bulunmayacaktır.
Aynı şekilde bilimsel verilere dayalı bir dil geliştiremeyen “siyaset kurumu” günlük polemiklerin içinde kalacak ve demokratik çözüm mekanizması olmaktan çıkacaktır.
Ortalama vatandaş gözünde “siyaset sınıfının bizatihi kendi menfaatlerini korumak dışında bir işe yaramadığı” yaygın bir anlayış haline geldi. Siyaset kurumu bilimsel verilere dayalı bir dil geliştiremedikçe “bu tür kanaatleri güçlendirecek, kitlelerin “siyasete ve demokrasiye yabancılaşma” duygusunu besleyecektir.
Öncelikle, bu çalışmada metodolojik olarak bilimsellik iddiasında bulunulmamaktadır. Ancak bilimsel verilere ve resmi rakamlara dayalı olarak, birçok sosyal disiplinin kavramlarına başvurmak suretiyle belli bir siyasi tezi dile getirmek maksadıyla yapıldığını da ifade etmeliyim.
****
DEVLETİN KAYNAĞI
Hükümetten ekonomik beklentilerimizin tek bir ekonomik kaynağı vardır: Biz vatandaşların ekonomik faaliyetleri ve toplanacak vergi kaynakları dışında DEVLET AYRICA BAĞIMSIZ BİR KAYNAĞA sahip değildir.
Üretici veya tüketici olarak 82 milyonu bulan nüfusumuz veya 23 milyon hane halkının tek ve “ortak kaynağı” budur. Bu yalın gerçeği hepimizin bilmesi ve daima hafızamızda taze tutmamız gerekmektedir.
İşte bu anlamda demokratik sivil siyaset anlayışına göre, ekonomik büyüklük, toplum ve kamuya ait kaynaklardan vergi ve benzeri gelirlerin toplanması ve bu kaynaklara yönelmiş çeşitli kesimlerin pay alma taleplerini “uzlaştırarak” karşılamak işi ise, “siyaset kurumunun” görev alanını teşkil etmektedir.
Demokratik sivil siyasetin ve hukuk devleti kurallarının hâkim olmadığı durumlarda ise, kamu kaynaklarını toplama ve dağıtma işi, adı ne olursa olsun çeşitli “vesayet odakları” tarafından yerine getirilmektedir.
Aşağıda vereceğimiz rakamlara bakılacak olursa son 17 yıl boyunca, kamuya ait kaynakların hangi kesimlere, hangi usulle ve demokratik sivil siyasetin kurallarına uygun dağıtılıp, dağıtılmadığını anlamış olacağız. Böylece bundan sonrası için çıkış yolumuzun DEMOKRASİ, HUKUK DEVLETİ VE SİVİL SİYASET olduğunu daha iyi kavramış olacağız.
Bu hususu layıkıyla kavrarsak, devlet-millet ilişkisini korku temelinde değil, nimet-külfet dengesi ve “demokratik hukuk devleti” kural ve ilkeleriyle yeniden ve daha sağlıklı bir şekilde düzenleyebiliriz.
****
ÇARPITILMIŞ RAKAMLARIN ARDINDAKİ GERÇEK !
TÜRKİYE EKONOMİSİNİN SON 17 YILINA AİT BAZI RAKAMLAR;
2002 YILI TEMEL VERİLERİ:
• 2002 yılı nüfusumuz 65,6 milyon
• Kişi başına milli gelir: 5.888 $ (* Yeni seri hesaplama yöntemine göre güncellenmiş hâli )
• Toplam GSYH 382,8 milyar $ (* Yeni seri hesaplama yöntemine göre güncellenmiş hâli )
• Toplam dış borcumuz 128,5 milyar $
• Dış borcun GSYH’ya oranı: %33,4
• Toplam Bankacılık kredi hacminin GSYH’ya oranı: %21
• Hane halklarının kredi borcunun GSYH’ya oranı: %1,6
• Hane halklarının kredi borcu toplamı: 6,5 milyar TL
• Toplam merkezi hükümet bütçesi: 100,4 milyar $
• GSYH toplamı /Merkezi Bütçe Oranı: %26,2
• Vergi gelirlerinin harcamaları karşılama oranı: %76
• Toplam kamuda çalışan sayısı: 2 milyon 85 bin kişi
• Toplam çalışan sayısı: 21,6 milyon kişi
2019 YILI TEMEL VERİLERİ:
• 2019 yılı nüfusumuz 82,4 milyon
• Kişi başına milli gelir: 8.801 $
• GSYH toplamı: 725 milyar $
• Toplam dış borç 460 milyar $
• Dış borcun GSYH’ya oranı: % 63,4
• Toplam Bankacılık kredi hacminin GSYH’ya oranı: %73
• Hane halklarının kredi borcunun GSYH’ya oranı: %16,8
• Hane halklarının kredi borcu toplamı: 580 milyar TL
• Toplam merkezi hükümet bütçesi: 181 milyar $
• GSYH toplamı/Merkezi Bütçe Oranı: %25
• Vergi gelirlerinin Harcamalar karşılama oranı: %72
• Toplam kamuda çalışan sayısı: 4 milyon 570 bin kişi
• Toplam çalışan sayısı: 28,1 milyon kişi
“TÜRKİYE EKONOMİSİNİ 3,5 KAT BÜYÜTTÜK” YALANI
Yukarıda verdiğimiz rakamlara dikkatlice bakan gözler için, bilhassa 2002 yılına ait veriler sebebiyle bazı ezberleri bozmuş olduğumuz anlaşılacaktır.
Senelerdir muhatap olduğumuz yoğun propaganda sebebiyle, birçoğumuz 2002 yılı toplam GSYH’nın 230 milyar $, kişi başına milli gelirimizin ise 3.591 $ olduğu yönündeki bilgiler neredeyse hafızamıza kazınmış durumdadır.
AKP hükümetleri, eski seri hesaplara göre tespit edilmiş bulunan 2002 yılı verilerini, 2006 ve sonraki yıllarda kullanılan yeni seri hesaplara göre güncellemek yerine, bu rakamları olduğu gibi esas aldılar. Böylece kendi dönemlerinde GSYH hesaplarını kağıt üzerinde “güncelleme” yoluyla 265 milyar $ artırmayı başardılar.(!)
“TÜRKİYE EKONOMİSİNİ 3,5 KAT BÜYÜTTÜK” yönündeki beyanlarıyla da bu bilgiyi ısrarla toplumun hafızasına kazıdılar.
Bu bilgi gerçek değildi. Ancak ülkemizdeki demokratik sivil siyaset anlayışının zayıf olması sebebiyle, kimsenin de bu bilgilerin yanlışlığını gündeme getirmedi. Gerçeği ve doğru bilgiyi yine devletin “resmi rakamlarına” dayalı olarak ortaya koymak gerekmektedir.
Bu işleri bilenlerin kabul edeceği üzere, bilmeyenlerin de araştırarak bulabilecekleri gibi, yıllık bütçe rakamları ile GSYH arasında değişmeyen bir korelasyon bulunmaktadır. Merkezi hükümet bütçemizin büyüklüğü değişik yıllara göre GSYH’nın %24 ile %26’sı arasında bulunmaktadır. Türkiye’nin son 50 yıllık GSYH hesapları ve yıllık Merkezi Hükümet Bütçe rakamlarına bakıldığında bu tespitin doğruluğu görülecektir.
• Yukarıda 2002 yılına ait rakam ve oranları dikkate aldığımızda, yeni seri hesaplara göre GSYH toplamı /Merkezi Bütçe Oranı: %26,2 olmaktadır. Oysaki “eski seri hesapları” kullandığımızda, 2002 yılının GSYH ile Merkezi Hükümet Bütçesi arasında %47,5 gibi inanılmaz ve kabul edilemez bir oran ortaya çıkmaktadır.
• Şimdi bu tezimizi “resmi kayıtlarla” teyit etmek üzere 17 YILLIK GSYH TOPLAMI İLE 17 YILLIK BÜTÇE RAKAMLARI arasındaki zorunlu korelasyona baktığımızda görüleceği üzere, %25’lik oranın sabit kaldığı ortadadır.
• 17 yıllık AKP iktidarları döneminde dolar ($) bazında toplam 2 Trilyon 904 milyar 800 milyon $’lık bütçe yapılmış ve bu miktarda bir para harcanmıştır.
• 17 yıllık AKP iktidarları döneminde Türkiye Ekonomisinin ürettiği toplam GSYH miktarı ise 11 TRİLYON 928 MİLYAR $’dır.
• Dikkat edileceği üzere; 17 yıllık toplam GSYH ile 17 yıllık Bütçe Harcamaları arasındaki oran, son elli yıllık oranlara uygun olarak %24,4 civarındadır.
• Bu durumda ısrarlı bir şekilde AKP sözcülerinin; 2002 yılının GSYH’nın “eski seri hesaplar” kullanılarak tespit edilmiş GSYH miktarının 230 milyar $ olduğu ve bu miktara göre de %47,5’i oranında BÜTÇE BÜYÜKLÜĞÜMÜZÜN olmayacağı ortaya çıkmış olacaktır.
Bu vesileyle AKP iktidarları döneminde yapılmış olan GSYH ve kişi başına milli gelir hesaplamalarının isabetli olarak “yeni seri hesaplama yöntemine” göre yapılmış olmasını doğru bulduğumuzu, ancak “güncelleme” öncesi hesapları mutlak sayarak, “Türkiye Ekonomisini 3,5 kat büyüttük” yönündeki beyanlarının tam bir “algı operasyonu” olduğunu ifade etmeliyiz.
Bu iddiamızı rakamlarla teyit edecek olursak, eski seri hesaplara göre 230 milyar $ olan 2002 GSYH miktarını 3,5 kat büyüttük dediğinizde, yeni seri hesaplarla ulaştığınız rakam olan 805 milyar $’lık GSYH miktarı, AKP iktidarlarının bu varsayıma dayalı “algı operasyonunu” ispat etmektedir.
Oysaki Türk ekonomisi gerçek anlamda ve nüfus artışını da ihmal ettiğimizde, “yeni seri hesaplamalara” göre 2002 yılının 382 milyar $’lık hesap ve tespitine göre 17 yıl içinde sadece %90 oranında büyümüş olmaktadır. Nüfus artışını dikkate aldığımızda ise sadece %50 oranında büyüyebilmiştir.
****
EKONOMİ 3,5 KAT BÜYÜMÜŞ OLSA İDİ
Yazımızın başında vurgulamaya çalıştığımız üzere, çeşitli kesimlerin iktidara ve bütçe kaynaklarına yönelik taleplerinin demokratik sivil siyaset anlayışına göre karşılanması konusuna dönelim.
Gerçekten Türkiye Ekonomisi 17 yıl içinde 3,5 kat büyümüş olsaydı, 2019 ve 2020 yılı için karşımıza çıkması gereken GSYH miktarı ve Merkezi Hükümet Bütçe miktarının da sırasıyla: GSYH 1 Trilyon 340 milyar $ ve bütçemizin de 335 milyar $ olması gerekirdi.
Yani 2019 YILI MERKEZİ HÜKÜMET BÜTÇEMİZ 181,2 milyar $ veya 1 Trilyon 60 milyar TL olmak yerine, 335 MİLYAR $ veya 1 Trilyon 960 milyar TL olmalıydı!
Gerçekten Türkiye Ekonomisi 17 yıl içinde 3,5 kat büyümüş olsaydı, 2019 yılı sonunda gerçekleşeceğini düşündüğümüz 150 milyar TL’lık “bütçe açığı” rakamını düştüğümüzde bile 2019 yılı bütçesinde 750 MİLYAR TL’lık ilave bütçe kaynağımız olacaktı. Bu ilave bütçe kaynağı sanal olmasaydı, bu kaynakla çeşitli toplumsal kesimlerin haklı taleplerini karşılayabilirdik.
Dikkat edileceği üzere, bu hesaplamalar bütünüyle devletin “resmi verilerine” dayalı olarak yapılmakta olup, bugün icat edilmeye çalışılan “yeni vergi” kaynakları ve “yeni zamlara” başvurulmaksızın, ekonominin 3,5 kat büyütüldüğü varsayım ve iddiasına dayalı olarak yapılmıştır.
****
SİYASETİN BUGÜNKÜ MESELESİ:
DEMOKRATİK SİVİL SİYASET
Yazımızın konusu olan DEMOKRATİK SİVİL SİYASET anlayışı ve HUKUK DEVLETİ ilkelerinin zorunlu olduğunu vurgulamak için ve mevcut siyasetin 17 yıldır halka kapalı bir oyun gibi oynandığı tezimizi destekleyecek şekilde yukarıdaki rakam ve hesaplamaları verdik. Şimdi, iktidarıyla-muhalefetiyle birlikte “siyaset kurumuna” yöneltilmiş bulunan haklı taleplere dönelim:
• Sayılarının 6 milyonu bulduğu ifade edilen ve kişisel olarak “müktesep haklarının ihlâl edildiği” gibi haklı talepleri bulunan EYT’lilerin durumu,
• Yine siyaset kurumuna yöneltilmiş talepler arasında bulunan ve sayıları 1 milyon 516 bin olduğu hesaplanan 3600 EK GÖSTERGE bekleyen kamu görevlilerin durumu,
• Tarım kesimine kanun gereği destekleme ve teşvik olarak her yıl GSYH’nın %1’i kadar yapılması gereken ödemelerin durumu,
• Sayıları 8 milyonu bulmuş işsizlerin istihdam edilmesi için ekonomik büyüme ve canlanmasını sağlayacak şekilde reel sektöre yönelik beklenen tedbir ve desteklerin sağlanması durumu,
• Her yıl bütçeden ancak yatırımlara ayırabildiğimiz oran kadar, yani bütçenin %7’si miktarında “sosyal yardım” alan insanlara “sosyal devlet” gereği dağıtılan miktarlarla, ekonominin kaynaklarının karşılaştırılması durumu,
• Toplam vergi gelirlerinin %89’unun sadece ödenecek maaş ve SGK prim ve hizmetlerine ayrılmasının, ne kadar sürdürülebilir olduğunun durumu,
• Muhalefet tarafından sık sık dile getirilen atama bekleyen 700 bin öğretmen adayının durumu,
• Senelerdir 2,5 Trilyon seviyesine sıkışıp kalmış toplam kredi hacmine karşılık, reel sektörün ihtiyacı olan ilave 500 milyar TL ve Hazine’nin artık 350 milyar TL’ye çıkmış yıllık “borçlanma ihtiyacı”nın nasıl karşılanacağı ve bu durumun ne kadar sürdürülebilir olduğu,
• 18,5 milyon ilk-orta öğretim ve lise eğitimi yapan, 7 milyon 760 bin kişiden oluşan üniversite öğrencisi sayısına karşın, uluslararası standartlardaki hazin yerimiz ve ilk 500’de tek bir üniversitemizin bile olmaması durumu,
• Bütün bunların ötesinde 17 yıldır ısrarla uygulandığı üzere; 1 Trilyon 50 milyar $ dış ticaret açığına, 575 milyar $’lık cari açığa ve 650 milyarlık $’lık dış kaynağa dayalı ithalat, tüketim ve borçlanma ile sağlanmış “büyüme” rakam ve oranlarının artık sonuna gelmiş olmamız durumu,
• 17 yılda 2 Trilyon 905 milyar $’lık bütçe kaynaklarının ne kadar doğru kullanıldığı, hangi oranda “verimsizlik ve yolsuzluk” vasıtasıyla kaynakların hebâ edildiğinin, 62 milyar $’lık özelleştirme, imzalanan 146 milyar $’lık YİD ve KÖİ sözleşmelerinin ekonomik verimliliği, yolsuzluğa fırsat vermeyecek şekilde hukuki denetime tabi tutulup tutulmadığı hususunun konuşulabilmesi,
• Bugünlerde en can yakıcı bir şekilde örneklerini yaşadığımız dış politika yanlışlarımızın, bilhassa sayıları 5 milyonu bulun Suriyeli sığınmacıların durumu ve küresel güçler arasındaki bu kıskaçtan nasıl çıkacağımızın da bütün ilgili taraflarıyla tartışılabilmesi için;
Bu meselelerin doğrudan tarafı durumunda bulunan Türk milletine ait bütün kurum ve kuruluşların, bilhassa aşağıdan yukarıya doğru demokratik usul ve esaslarla yapılandırılması gereken SİYASET KURUMUNUN çözüm ve müzakere masasında bulunması gerekmektedir. Bunlar temsil ettikleri kesimler adına, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerine bağlı olarak çözüme katkı sağlamalıdır.
Bu ortamda, taleplerin rasyonel hâle getirilmesi, kararların meşrûiyetinin artırılması, kamu kaynaklarının verimli kullanılması, usulsüzlük ve yolsuzluklara fırsat verilmemesi de sağlanmış olacaktır.
Bütünü kaybederek kendi kişisel veya mensubu olduğumuz kesimin haklı veya haksız taleplerini gündemde tutmanın bir faydası yoktur. Bu tavırla kamu kaynaklarını dağıtma imtiyazını kaybetmek istemeyen “vesayet odaklarının” konjoktürel siyasi hesaplarına “meze” olur, mevcut düzenin devamını sağlayacak şekilde, sadece sistemi “tahkim etme” görevini yerine getirmiş oluruz.
Siyasetin gölgeler oyunu olmaktan çıkabilmesi veya sadece siyasi aktörler arasında oynanan bir tiyatroya dönüşmemesi için, demokratik sivil siyasetin alanını genişletmek zorundayız.
Aksi hâlde, yukarıda resmi rakamlara dayalı olarak, bütüne dâir ortaya koyduğumuz gerçeklere rağmen aldatılabiliriz. İktidar gücünü ele geçirmiş olanların kullandıkları elverişli malzemeler vasıtasıyla “algı operasyonlarının” muhatabı ve kurbanı durumuna düşmüş oluruz…
Rubil GÖKDEMİR
* Bu yazı 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü için yazılmıştır...