Lütfü ŞEHSUVAROĞLU
Punto:
Dinle
Anayasa’yı ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını hiçe sayan muktedirler ve avaneleri ilk başta hayırlı bir işe yeltendikleri kanaatini ısrarla izhar etmelerine rağmen şimdilerde rücû etmenin dayanılmaz hafifliği içindeler. Çünkü zemin sadece doğal depremlerle sarsılmıyor, her bakımdan sarsıntılar gözleniyor siyasal sistemimizde. Yani ki “kaymağa görsün ayağı bir toplumun” diyen şairin insafına kalmışız gayrı.
21. asra demokratik sivil siyasetin önünü açma ülküsü ile başlamışken on yıl içinde tam tersine önüne engellerin çıkarıldığı bir yönetişim modeline sahne olduk.
Türkiye sürüklendiği ‘beka sorunu’ lakırdıları paralelinde bir paralel yapıdan kurtulurken başkaca paralel yapılara ‘yerli ve milli’ ile birlikte cihanşümul ve kozmopolit angajmanlara yelken açtı. Ya da açmak zorunda bırakıldı. Başkanlık sistemi bu korku ve vehim dalgasında sürdürülebilir olmayan bir ‘tek yol’ dayatması haline geldi. Sistemi getirenler bile artık bunun sürdürülebilir olmadığını kabul etmiş durumdalar. Güçlendirilmiş(ne demekse) parlamenter sistem talepleri şu bir zamanlar sihirli formül gibi sunulan başkanlık sisteminden daha ziyadesiyle terennüm edilmeğe başlanacak pek yakında.
Muhalefet cephesi; mümkündür ki, bu konuda iktidar cephesinden getirilecek bir modele uyum sürecine girecek ister istemez. İyi Parti şimdiden bunun ipuçları ile nümayan.
Demokratik sivil siyasetin önündeki engelleri sorgulayanlar genellikle iktidara ve ona paralel yapılara atarlar sorumluluğu. Doğrudur da bu. Lakin “neye layıksanız onunla idare olunursunuz!” ilahî mesajı tamamen bu konunun düsturunu ortaya koyar. Her şeyden evvel iktidarı ilkesizlikle suçlayanlar daha iktidar olmadan ilkesizliği şiar edinmişlerse bu sorgulamanın bir mânâsı var mı? Başkanlık sistemine karşı çıkan muhalefet, arkasına çok güçlü bir rüzgâr almıştı. Sol, sağ, etnik kimlikler, her türlü ideolojik ayrımın muhalefet cephesine sağladığı büyük dalga ne yazık ki, ya muhalefet partileri yöneticileri tarafından doğru algılanmadı, ehliyetsizlikle yumuşatıldı; ya da bizatihi tayin edilmiş bir muhalefet söz konusu idi ve özellikle ‘yerli ve milli, beka sorun’u benzeri argümanlara sığınan siyasal erke yardımcı olundu.
Parlamenter sistemi vazedenler ve milletin kahır ekseriyetiyle oluşturduğu ‘normalleşme’ rüzgârını arkasına alanlar niçin siyasal erk ile elele verip bu değirmene su taşıdılar? İyi Parti doğrudan başkanını aday gösterdi ve bu, parti içinde hiç tartışılmadı. Hani İyi Parti parlamenter sistemi öngörüyordu? CHP lideri pragmatik metodunu burada da kendince geçerli saydı ve sağ seçmenin de oy verebileceği aday arayışından sonra hiç de hazzetmediği halde Sayın İnce’yi aday gösterdi. Şöyle mi umdular: Halk yanılır da ikimizden birine oy verirse bu sistemin sağladığı güçten biz de istifade edelim! Bu mu ilke? Bu mu ilkeli davranmak?
Demokratik sivil siyasetin önündeki en büyük engel iktidar cephesinde değildir. Orası malum aldanmışlık ve aldatılmışlıkla nümayandır ve ayakta kalabilmesi için tayin edilmiş bir muhalefete muhtaç olduğu açıktır.
Tebellür eden demokratik ve sivil siyasetin önündeki engelleri ortadan kaldırmağa ve Türkiye’yi bir normalleşme sürecine sokmağa kararlı toplumsal talepler için yeter ve gerek şart sadece hazırlıklı, görevine çalışmış, ehliyetli bir muhalefet hareketidir. Lazım gelen buydu ve fakat bu toplumsal talebe layık bir siyasal potansiyelden bahsetmenin imkânı yok!
Demek ki demokratik sivil siyasetin önündeki en büyük engel sanıldığı gibi salt iktidarın kendisi ve suçları değil, muhalefet cephesindeki tutarsızlıklardır. Gözle görünen şey tabii ki bu ‘tutarsızlıklar’ elbette. Ya bir de bu tutarsızlıklar bile isteye bir irade tarafından yapılan dayatmanın sonucu ise? İşte o zaman “ört ki ölem!”
Devletin yağmalanması, rüşvet çarkının her kademede döndürülmesi, kamu maliyesinin ‘kleantalist’ ilişkiler ağına finans desteği olarak addedillmesi, bürokrasinin ve orta sınıfın ortadan kaldırılması, sivil toplumun olmazsa olmaz şartı ‘birey’in öncelliği yerine; iradesini hep başkasına terk etmiş ‘kullar’ siyasetinin geçerlilik arzetmesi, cemaat(ler), para babaları, ulusal ve uluslararası operasyonel istihbaratın ‘Polat Alemdar’ zannedilmesi ve daha bir sürü dangalaklıklar değildir sivil demokratik siyasetin önündeki engeller.
Bunların; bu günahların, bu haddi aşmaların, bu edepsizliklerin, bu sonradan görmeliklerin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur esasen…
Asıl mesele: demokrasiye layık olup olmadığımız gerçeğidir.
Korkakların rejimi değildir demokrasi, haddi de değildir. ‘Teb’a kültürü’nü, iktidarı ve muhalefetiyle birlikte davranış normlarının mihveri haline getirenlerden ne beklenir? Köleci düzene alışmışların özgürlükçü bir toplum özlemini ve ona doğru hakikatli bir eylem planını deruhte edebilmeleri mümkün mü?
Bütün yapıp ettikleri köhne düzene su taşımak olan siyasi figürlerin, güya temsil ettikleri fikirlerden çaldıkları ömürleri, değerleri, zamanları, kavramları, teşkilatları, ağızlarında çiğneyip durdukları insan eti olarak yorumlayabildikleri gün ne zaman gelecek?
Figürlerin –hangi fikirden gelirlerse gelsinler- bir vicdan muhasebesi yaparak; fikre hürmeten emaneti ehline verecekleri gün, demokratik sivil siyasetin önündeki engeller de bir bir ortadan kalkacak.
Tabii figürler yarattıkları bataklığın içinde boğulmazlarsa…