Punto:
Dinle
Dini olanı anlamak için din ile dindarlık biçimlerini birbirinden ayırt etmek gerekmektedir. Kütüphaneye giderek bir dini inceleyebilirsiniz ama dindarlığı anlamak için sahaya inmeniz gerekmektedir.
ŞİDDET, FANATİZM VE SİYASET SARMALINDA İSLAM
Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Yer demir gök bakır.
Arap baharı dedikleri durum İslam’ın kışı olmuş.
11 Eylül ile beraber pek çok insan İslam dinini terörün esas kaynağı olarak değerlendirmeye başlamıştır. İslamcı köktendinciler de gerçekleştirmiş oldukları şiddet eylemlerini din adına yaptıklarını iddia ederek bu durumu daha da zorlaştırmaktadırlar.
Şairin dediği gibi insanları “kurşun eritmeye nasıl çağıracağız” bilmiyorum:
Bağır bağır bağırıyorum
Koşun kurşun eritmeye çağırıyorum.
Bugün İslam ve terör kelimeleri dudaklardan düşmemekte ve aynı cümle içerisinde kullanılmaktadır. Pek çoklarının gözünde bu iki kelime neredeyse eş anlamlı olmuştur. Batı İslam’a virüs modeli ile yaklaşmaktadır (İslamiyet salgını). Öte yandan, bütün bu değerlendirmeye rağmen her iki kelimenin tanımı ve içeriği muğlak kalmıştır.
Çünkü din burada artık din olmak istemeyen bir din konumundadır. Şiddet de bir siyaset biçimidir. Günümüzde şiddet hareketleri bir tür siyaset yapma vesilesi olmuştur. Bir siyaset bilimcinin deyişiyle terörizm, başka unsurlarla siyaset yapmaktır. Siyaset, din ve şiddet, zamanı belirleyen sarmallardan en önemlisidir. Bu devinim içinde dine atıfla meşrulaştırılan şiddet, siyasi bir amaca ulaşmanın aracı olmaktadır.
İbn Warrak’ın savunduğuna göre şiddet, İslam dininin mantıksızlığının sonucudur.
“İslam dünyanın en saçma dinidir”, “Müslümanlar Allah’ın zorba oğullarıdır”, “İsa ile Muhammed nasıl aynı kefeye konulabilir?”, Allah’ın Hristiyanların Tanrısı ile hiçbir ortak noktası yoktur” gibi fikirler batıda cazibe merkezi haline gelmiştir.
İslam’ın kutsal tabularını kırma arzusu adına örneğin Hz. Muhammed, kavuk takmış fünyesi ateşlenmiş patlamaya hazır bir bomba figürü halinde tasvir edilmiştir. Bu karikatür, terörizmin İslam’a içkin bir olgu olduğun ima etmektedir.
Bugün Batıda ortalığa hükmeden ve televizyon tartışmalarıyla gazetelerin düşünce sayfalarını dolduran olayları bir tür okuma şekli var: Kabaca, kültürü temel alan açıklama. Genç Müslümanların isyanı, en azından bir teolojik reformla Kur’an’dan cihat çağrısı silinmediği müddetçe, İslam’ın batı toplumlarıyla bütünleşmesinin/entegrasyonunun ne kadar imkânsız olduğunu göstermekteymiş.
Bazı ilahiyatçılar da şiddeti, Kur’an İslam’ından sapma olarak İslami kültürün ürettiği kanaatinde. Kur’an’a ah bir dönülse; her şey güllük gülistanlık olacak! Bir ilahiyatçımız ekranda eskilerden İmam Maturidi’nin, yenilerden Ömer Nasuhi Bilmenin kitaplarını sallayarak “İşte bunlar! Ah bunlar! Felaketimizin kaynakları” demek istemektedir adeta…
Biz ilahiyatçılarda eksik olan sosyal bilim metodolojisi ve çoğu zaman “gerçek din”den hareket ettiğimiz iddiası. Dini kültür şiddet doğuruyorsa elinizde araştırma olacak. Ona göre konuşacaksınız.
Dini geleneğin araştırılması, eleştirisi elbette yapılmalıdır. İslami düşünce hep yinelenmemeli aynı zamanda yenilenmelidir de. Eskilerin fikirleriyle yetinemeyiz. Medeniyet tarihi için süreklilik gibi değişim de şarttır.
Ama İşid’i İslami kültür ortaya çıkardı demek başka bir şeydir.
Bazen kültür şiddet doğurabilir ya da şiddete vesile olabilecek teolojik kökenler söz konusu olabilir. Ama terörizm hiçbir kültürle eşitlenemez. Terörizm, yani varlıktan ziyade hayatı yok etmeyi hedeflemek. Gündelik rutinin güven veren sıradanlığını şiddet yoluyla ortadan kaldırmaya çalışmak.
Hiçbir klişe, şiddeti İslam’ın aslıyla ya da tamamıyla onun teolojisiyle açıklayan klişe kadar uyuşturucu değildir. Dikkat çekici yok etme eylemleriyle yeni bir dünyanın daha hızlı kurulabileceği inancı İslam’da ya da “ortaçağ karanlığında” yoktur. Böyle bir ideoloji yenidir ve bunun habercileri on dokuzuncu yüzyıl sonu Avrupa’sının devrimci anarşistleridir.
Devrimci terörün modern bir icat olduğundan şüphe eden kişi, geçmişi unutmakta başarılı olmuş demektir. Marksistler, Faşistler gibidir radikal İslamcılar; tarihi yeni bir dünyaya giriş olarak okurlar ve insanın durumunu tepeden inme ya da başka yollarla yeniden düzenleyebileceklerine inanırlar.
“İslamcı faşistler, modern değerlerimize saldırmaktadırlar” cümlesi Batıda en çok duyulan değerlendirmelerden bir tanesidir. Bu cümle bile İslami şiddetin modern bir ideoloji olarak Faşizme dayandığını göstermesi açısından oldukça anlamlıdır.
Hemen hemen şiddete bulaşmış yeni cihatçıların hepsi, Batıdaki köksüzleşme içinde anavatandan, aileden ve gidilen ülkeden olmak üzere bir üçlü kopma yaşayarak yeniden İslamileşmişlerdir. Bunların radikalleşmeleri, İslamlarının olgunlaşmasından değildir. Aksine önce siyaseten radikalleşmişler sonra İslam’ı yeniden keşfetmişlerdir.
Araştırmalar şunu göstermektedir: “İslami şiddet”, İslam kültürünün bir sonucu değildir. Aksine İslami kültürden, gelenekten kopmanın sonucudur.
Avrupa’da “İslami şiddete” bulaşmış şahıslar üzerinde genelde olarak şunları söylemek mümkündür:
Bunlar ulus ötesidirler, doğdukları ülkede yaşamamaktadırlar. Aileleriyle, gittikleri ülkelerle ya da anavatanlarıyla bağlarını koparmış, uluslararası bir kardeşlik ağına katılmışlardır.
Çoğu Batı ya da A.B.D vatandaşıdır.
Modern eğitim görmüşlerdir.
Çoğunlukla Batı tarzında bir gençlik yaşamışlar, toplumsal açıdan ya orta sınıflardan ya da uyuşturucu kullanmasının yaygın olduğu, hapishanelerde bulunup genelde orada hidayete erenler olarak “tehlikeli mahallelerden” gelmektedirler.
Bu tespitler, dini ideolojinin çekiciliğinin genellikle teolojik değil siyasi öfke ile ilgili olduğunu göstermektedir. Dini şiddet, Kulturkampf retoriği ve yaklaşımlarıyla çözülemeyecek bir siyasi sorundur.
Cihatçılar, Müslüman topluluklarının da kıyısındadırlar: Neredeyse hiçbirinin kendini dine ve ibadete kaptırdığı bir geçmişi olmamıştır. Gazetecilerin makaleleri şaşırtıcı biçimde birbirine benzer: Her saldırıdan sonra, katilin muhitinde soruşturma yapmaya gidilir ve her tarafta daima “sürpriz yaşanmaktadır”: “Hiç anlamıyoruz, aklı başında bir çocuktu. İbadet etmezdi, alkol alır, esrar içerdi, kızlarla takılırdı… Şey evet, birkaç ay önce acayipleşti, sakal bıraktı ve kafamızı dinle şişirmeye başladı.”
CPDSI’nin (İslam’a Bağlı Sekter Sapmaları Öngörme Merkezi) rakamlarına göre, Suriye sınırında durdurulan gençlerin yüzde 17 ila 20’si, Müslüman kültürlü bir aile içinde yetişmişler. Bu yüzde 20’nin içinde çok azı, sıkı ve düzenli bir dini eğitim almıştır. Artakalan yüzde 80 ise bütünüyle “sonradan İslamlaşma” yaşamışlardır. Bunlar, “born again”dirler. “Yeniden doğmuşlardır”. Yani İslamlıklarını sonradan keşfetmişler ve böylece yeniden İslamlaşmışlardır. Bu yeniden İslamlaşmada kültür reddedilmekte, gelenek sapıklık olarak görülmekte din sadece basit akideye indirgenmektedir.
Cihatçılık, kültürel kimliğin kaybı sonucu gelişmektedir. Burada İslam, bir kültürel miras olarak değil tıpkı evanjelizm gibi küresel ve belirli kültürlerin ötesine geçen bir “din” olarak görülmektedir. Nitekim Bin Ladin’den itibaren modern cihatçılığın devşirdiği güçler, militan geçmişleri olmayan Avrupa’dan gelen köksüzleşmiş gençler olmuştur. Bunlar göçebe cihatçılardır.
Örneğin Fransada dini şiddet taraftarı gençlerin sadece yüzde 10 Fransız vatandaşı olmayan bir aile büyüğüne sahiptir. Böylelikle yüzde 90’ının en az iki kuşaktır Fransız olduğu ortaya çıkmaktadır. Fransa’da yaşamış ve yetişmiş, Cumhuriyet’in okuluna gitmiş, yakın tarihteki olayları Fransızlarla birlikte yaşamışlardır. Son olarak, gençlerin sadece yüzde 2’si bir cami aracılığıyla devşirilmiştir. Cami kontrolleri şiddetin azalmasına hiçbir katkısı olmamıştır.
“Karşımızdaki hadise, münferit bir sekterlik vakası, ya da “İslam’ın radikalleşmesi” değil; daha ziyade, radikal isyanın İslamileşmesidir”. Antropolog Alain Bertho’nun tespiti bu. Radikal İslam bir ölçüde “yeryüzünün lanetlilerinin” yeni ideolojisi haline gelmiştir.
Çihatçıları harekete geçiren güdü daha çok din dışı etmenlerdir. Politik nedenler üstünde son derece etkili olan "gerileme"nin yanı sıra psikopolitik anlamda "bölünme", "mağduriyet", "ait olma ve hayatta kalma", "yansıtmalı özdeşim", "yaralanmış narsisizm" gibi kişisel motivasyon kaynakları; ekonomik, sosyo-kültürel faktörler ile Batı dünyası ve Müslüman dünyanın karşılıklı uygulamış oldukları uzun vadede büyük sorunlar yaratan hatalı politikalar üstünde etkili olmuş ve İslamcı köktendinciliği yaratan ve besleyen nedenler olarak karşımıza çıkmıştır.
Açık olalım; hiçbir din görünümlü savaşının nedeni tek başına dinin kendisi değildir. Her zaman gizli baskı eğilimleri, iktidar çatışmaları, ekonomik stratejiler, aşırı varlık ve aşırı fakirlik söz konusu olmuştur. Ama dinin (veya “karşı dinin”) “yasaları” işin içine girdiğinde düşman lanetlenmiş olduğundan bunu izleyen zalimlik tüm sınırları aşabilmektedir. Din, şeyleri/nesneleri aslında olduğundan daha büyük hale getirir. Böylece bazen canavarlar daha fazla canavar haline gelebilir.
Din sadece “anlam” üzerinden açıklanamaz. Siyasi gücü ve bilgiyi oluşturan sosyal şartları, sosyal tarih perspektifini dikkate almak gerekmektedir. Örneğin, güç/iktidar dini ideolojileri yaratır ve belli dini bilgileri sağlayan belli dini pratikleri üretir. Politikanın değer üretmese bile üretilmiş değerleri bölüştürdüğünü dini yönelişler bağlamında göstermiştir.
Bugün din adına hareket ettiğini söyleyen grupları bu yüzden şu açılardan irdelemek gerekmektedir:
Toplumsal farklılaşmanın fonksiyonu olarak,
Toplumsal muhalefet biçimi olarak,
Istıraba karşı bir protesto olarak,
Bir akkültürasyon olayı, daha üstün yabancı bir kültürle temastan ileri gelen ‘yoksunluğa’ karşı geliştirilen bir tepki biçimi olarak,
Hâkim güçlerin egemenliğine karşı bastırılmış toplum kesimlerinin bir ret kültürü olarak.
Dini olanı anlamak için din ile dindarlık biçimlerini birbirinden ayırt etmek gerekmektedir. Kütüphaneye giderek bir dini inceleyebilirsiniz ama dindarlığı anlamak için sahaya inmeniz gerekmektedir.
Kısaca modern cihatçılığın, dini şiddet ve terörizmin hikayesi teolojinin çekiciliği ile değil siyasi öfkenin ya da siyasi püritenliğin cazibesi ile ilgilidir. Cihatçılığa artan ilgi, moral bir düşünce olarak taşıdığı güce pek bir şey borçlu değildir. Burada dini saikin özerk dünyasının rolünden bahsedilemez. Cihada ilgi bir hayat tarzından ziyade bir protestodur.
Dini yorumun kendi başına özerkliği bulunmamaktadır. Din bağımsız bir fenomen değildir. Maddi dünya dinsel gelişmenin her evresinde bulunduğu için dinin nedensel özerkliği yoktur.
Buna rağmen bazı inanç biçimlerinin, arkalarındaki sosyal ve siyasal etkiler göz önüne alınması şartıyla şiddet düşüncesini cesaretlendirdiği ifade edilebilir. Sosyoloji her zaman teolojiden önemlidir elbette. Pratik teoriyi aşmaktadır. Fakat örtük referans sistemi olarak inanç biçimlerinin de “kısmen” etkisinden bahsetmek bazen mümkündür. Belli sosyal şartlarla dini zihniyetler, bir araya gelebilirler. “Tencere yuvarlanıp kapağını bulabilir”.
Ama bu başka bir yazının konusudur.