Piyasalar

Şerefli Bir Hayat - Mehmet Akif Ersoy

Punto:
82 yıl önce bu gündü, hafif kar yağışı altında Beyazıt Camii’nin musallasına çıplak bir tabut konulmuştu. Etraftakiler bir fukaranın cenazesi olduğunu zannetmişlerdi. Bir müddet sonra, naaşın milli şairimiz M. Akif ERSOY’a ait olduğu duyulunca coşkulu, inançlı gruplar bir anda Beyazıt Camii’nin avlusunu doldurdular. Ömrünü milletine adamış, örnek insan M. Akif’i son yolculuğuna bayraklar arasında, eller üstünde tekbirlerle uğurladılar. Son gününde olmamıştı ne çelengi, ne top arabası, ne de devlet töreni, zaten bu tür seramonileri ömrü hayatında hiç sevmedi ve tasvip etmedi. Mütevazi bir kişiliğin elbette ki böyle bir arzusu olamazdı. Aldı götürdüler onu, inanmış insanlar; kendisi de böyle bir uygulamayı arzu ederdi diye düşündüler. Ne mutlu bana ki: “Peygamber’in ölüm yaşında (63) öleceğim” demişti. Son zamanlarında serilmiş görünen gölgesine imrenmekteydi. Ömrünü yüksek değerler uğrunda geçiren sarsılmaz bir dava adamıydı. Ahlâki meziyetleri, insani vasıfları şairliğinden ve bilgeliğinden daha yüksekti. İnandığı gibi yaşayan, yaşadığı gibi dünyayı terk eden insan-ı kâmil ender bir kişilikti. O Türk-İslam kültürünün tüm fevkaladeliklerini yaşamına sığdırma ve bunları gelecek nesillere aktarma gayretinde idealist bir insandı. “Türk eriyiz, silsilemiz kahraman … Müslüman’ız Hakk’a tapan Müslüman.” Mısralarında bu düşüncesini ne güzel ifade etmişti. Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar, kirli yüzler, secdesiz alınlar en nefret ettiği kişiliklerdi. Taassuba, cehalete ve sapıklığa hiç tahammülü yoktu. Zulmü alkışlamadı, zalimi asla sevmedi, siyasetten Allah’a sığınırdı. Çökmekte olan bir imparatorluğun sıkıntılarına çareler arıyordu. Bağımsızlık savaşımızda büyük görevler yaptı. Şu anda millet olarak okuduğumuz İstiklâl Marşı’mızın şairiydi. Onu sadece bu özelliği ile tanımak ne kadar büyük bir eksikliktir. Hurafelerin, örf ve geleneğin hâkim olduğu, cahillerin yönlendirdiği eksik bir İslâmi anlayış, onu çok rahatsız ediyordu. “Peygamber’e atf ile binlerce yalan uydurdun / Yıktın da dini mübini, kendine yeni bir din kurdun” diyerek bu endişesini dile getiriyordu. Gelişmeye engel gördüğü bu Kur’an dışı anlayış karşısında asrın idrakine İslâm’ı söyletmeye çalışıyordu. Gelişen yeniliklere karşı direnen bağnazlara “ Eski, eski olduğu için atılmaz, fena olursa atılır. / Yeni, yeni olduğu için alınmaz, iyi olursa alınır” düşüncesiyle kalemini kullandı. Kur’an kaynaklı, aslından sapmamış gerçek İslâm’ın arayışındaydı. “Ah o din nerede, o azmin dini, o yerin gökten inen dini, hayatın dini?” mısraları kesinlikle bu özlemin ifadesiydi. Kaderci ve teslimiyetçi bir din anlayışını “Ölüler dini değil, sen de bilirsin ki; bu din diri doğmuş, duracak! Dipdiri durdukça zemin” diyerek eleştiriyordu. Kur’an’ın evrensel mesajlarının Müslümanlarca yeteri kadar bilinmemesi, onu son derece rahatsız ediyordu. “İbret olmaz bize, her gün okuruz ezbere de, yoksa bir maksat aranmaz mı bu ayetlerde? / Lâfzı muhkem yalınız, anlaşılan Kur’an’ın / Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mana’nın / Ya açar Nazmı Celil’in bakarız yaprağına / Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına / İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin / Ne mezarlıkta okunmak, ne de fala bakmak için” dizeleriyle şairlik yeteneğini kullanıp İslâm alemini Kuran-ı anlamaya davet ediyordu. Ülkeyi içinde bulunduğu karanlık günlerden aydınlığa çıkaracak yeni bir nesil peşindeydi. Namusunu çiğnetmedi ve çiğnetmeyecek Asım’ın nesliydi o nesil. M. Âkif ismi geçtiği anda; hangi birimizin yüreğinde ve hafızasında saygınlık, onur, erdem, fazilet vs. gibi müspet kavramlar oluşmaz ki. Genellikle çocuklarımıza M. Akif ismi vermemizin altında yatan ideal bir kişilik arzusu değil midir? Onun istediği bir nesil oluşturabildiğimizi söylemek oldukça güç olsa gerek. Âkif’in aziz hatırasına yeterince sahip çıkmadığımızı utanarak ifade etmek durumundayız. M. Âkif’in çocuklarından ve torunlarından hiç haberimiz oldu mu? Akif’in emanetleri olan bu insanlara vefa borcumuzu ödeyebildik mi? İlelebet payidar olacak bir ülkeye, İstiklâl Marşı’nı kazandıran bu ulvi kişiliğin manevi mirasına sahip çıkmadığımız ortadadır. Riyakârlık ve dalkavukluk M. Âkif’in hayatında olmayan çirkinliklerdi. Onun düşüncelerini ve şiirlerini siyasetlerine alet eden yalakaların, sahte Âkif sevgileri de, ne yazık ki şahit olduğumuz bir edepsizliktir. 1967’de bir çöp bidonunun yanında cesedi bulunan beş parasız Emin ERSOY ile 1985 yılında cenazesi Üsküdar Belediyesi tarafından kaldırılan Tahir ERSOY’un, M. Akif’in çocukları olduğundan, 1991 yılında kirada oturdukları bir gayrimüslim’in evinden sokağa atılan Akif’in kızı ve torunlarının durumlarından ne kadar haberdarız? Bu utanç tablosu karşısında; M. Âkif’e verdiğimiz kıymeti sorgulamak durumunda değil miyiz? M. Âkif’in manevi mirasına nasıl sahip çıktığımız, ahde nasıl vefa gösterdiğimiz ortadadır da, bu tablo karşısında riyakârlık, münafıklık, dalkavukluk, korkaklık gibi kavramlar henüz literatürlere girmedi mi demeliyiz? Büyük üstat, seçkin kişilik, milli şairimiz; toplum olarak sana helal edecek bir hakkımızın olmadığını biliyoruz. Yalnız senin uğrunda bir ömür tükettiğin bu topluma, hakkını helal edeceğinin endişesini taşıdığımızı da söylemek isteriz. “Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince, günler şu heyhûlâyi da er geç silecektir/ Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma; sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecek?” Bu şafaklarda yüzen al sancak olduğu müddetçe, sen milletinin kalbinde ebediyen yaşayacaksın. Nur içinde yat! Büyük insan… ERDAL GÜZEL