Punto:
Dinle
Mezhepten çok dini bir zihniyete tekabül eden Selefilik, aklın kullanımını esas alan ‘yeni yönelişler’ karşısında, Kitap ve sünnete dönmek, rey ile konuşmamak, sahabe ve tabiinin yolunu takip etmek, felsefe ve kelamı bırakıp, ‘ilm’e yani geçmişte (selef dönemi) atalar tarafından tecrübe edilerek bilinenlere, ortaya konulanlara tabi olmak anlamına gelmektedir.
Buna göre kişi kendi görüşünü oluşturamaz. Var olan bir görüşe başvurur. Bilginin taşıyıcısı olan (oluşturucusu değil) ulemaya, Ehlüzzikre tabi olur. Yeni şeyler peşinde koşmaz, eskiye, eski görüşe uyar. (Mübtedi değil müttebi olur.)
Selefiliğe göre hakikat bellidir. Geçmişte oluşmuştur. Bu hakikat için insanlar üzerinde hak iddia edilir. Yine bu hakikat üzere dünyaya nizam verme söz konusudur.
Bütün hayatın İslam’ın içinde olduğunu farz etmeye dayalı totallik, İslam’ın her şeyi kapsadığını düşünme Selefiliğin en önemli özelliğidir. Selefiliğe göre şeriat, insanların bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek yetkinliktedir. Dünyanın sonunu düşünmek mümkünse zamanımızdan son insana kadar ayrıntılı olarak insan hayatını aynı derecede kapsayan şeriatin değişmesi de söz konusu değildir.
Bu anlamlarıyla Selefilik, günümüz egemen din anlayışının adıdır. Selefilik Ehlisünnet üzerine çullanmıştır. Bugün Ehlisünnetin çoğulluğu, renk cümbüşünü andıran düşünce iklimi artık kalmamıştır. Ehlisünnet yok Selefilik vardır.
Türk İslamcılığı dahi Selefiliğe dönüşmüştür. Mehmet Akif’in yanık feryadı yok artık. Muhammed Abduh’un derinliği, Afgani’nin mantığı yok.
Selefi İslamcılık İslam’ı basit bir akideye ya da “yasa”ya dönüştürmüştür.
Cemil Meriç’in dediği gibi oldu; İslam o kadar açık o kadar seçik ve basit ki, düşünmeye bile gerek duyulmuyor.
İslamcılar, siyasetin öncüleri oldular; dünya saltanatının. Rahmetin ve merhametin mümessilleri olamadılar. İnsaf ile adaletin fedaileri olamadılar.
Hayâ ile hürmetin âşıkları olamadılar.
Adını koyalım bunun: Türkiye Vahhabiliği.
Şafilik, Eşarilik tükenmek üzere; Selefiliğe kaymakta. Hanefiliği Türkiye’de bir tarikat temsil etmekte.
Hanefiler artık “rey ehli” değil. Rivayet ehli. Hanefiler artık iman amel ayrımı yapmıyorlar. Ameli imandan görüyorlar ve mesela, namaz kılmayanların cezalandırılması gerektiğini düşünüyorlar. Dinde, İslam’ın içinde zorlama olduğuna inanıyorlar. İbadette zorlama olmaz fikrinde olanları, laik, dolayısıyla dini bozmaya çalışanlar olarak itham ediyorlar.
Anlı şanlı yazarlarımız, tarikat şeyhlerimiz, cemaat liderlerimiz; “men tekelleme tezandaka” diyorlar; kim kelamla, felsefeyle uğraşırsa zındıklaşır, onlara göre.
Münakaşa mabedi olması gereken ilahiyat fakültelerine düşmanlık besleniyor; buralarda sadece dogmalar öğretilsin teklifleri geliyor. Medreseler yeniden ihya edilsin çığırtkanlığı gösteriliyor.
Anlı şanlı hocalarımız, fakihlerin “mübah alan” yani serbest alan olarak gördükleri konuları bugün İslam’ın belirlediğine inanıyor. Seyit Kutup’u hayrette bıraktık. O bile böyle bir iddia sahibi değildi. Onun bile şeriat dışı alan olarak gördüğü şeyler vardı. El yordamıyla onları da şeriatın kapsamına dahil ettik.
Diyanet İşleri Başkanlığımız SMS’le erkeğin karısını boşayabileceğinden dem vuruyor.
Modernistlerimiz dahi nasçı. Metin merkezli din anlayışına hayranlar. Hepimiz, hep “hüküm” diyoruz, “hikmeti” çok zamandır unuttuk. Hepimiz hep şeriat diyoruz; mekadisu’ş-şeria eski zamanlara ait vehim haline geldi.
Şükür ifadesi olan din, tevazü, tevekkül olan din, şiddet ve nefret söylemi şifresine dönüştü. Bir dışlama iksiri haline getirildi.
“İslamlığın evrensel eğilimle bir “politika” haline geldiği düşünülebilir, Bunun yanında Müslümanların tarihi gösteriyor ki İslamlık, özellikle ayrılıkçı bir duyguya eğilimlidir” diyenler maalesef haklı çıkmak üzere.
Dini, tarihsel, derinlikli ve kutsal bir insani etkinlik durumuna sokan bütün özellikler silinmiştir; ne bir ritüel, ne bir gelenek, ne bir teoloji ve her şey bir yana ne de bir ruhsal aşkınlık duygusu söz konusu.
Velhasıl…
Doğudan ışık değil umutsuzluk doğuyor...
Artık Sezai Karakoç’un feryadı zamanı:
Aradığım bu ülkede de yok
Taşlar hatıra yazılmayacak kadar fazla kararmış.
Artık İsmet Özel’in özlemi zamanı:
Senin kuşların olurdu mevsimi yolculuklara çağıran
Kapıların olurdu korkudan çok denizlere açılan
O denize açılan ellerin nerde şimdi?
Mevsimi aşka çağıran kuşların nerde senin?
Bugünkü dindarlığımız “gel ne olursan ol gel” diyebilecek kalitede değil. Şimdi bu sözü bazı yönlerden eleştirebilirsiniz. Ama sağduyuya bakar mısınız? Ne kompleksiz bir din anlayışı!
El-Muharriku’l-evvel görüşünün sahibi Aristo için el-Muallimu’l-evvel nitelemesi yapmıştır âlimlerimiz. Ne kuşatıcı bir ilim anlayışı!
Ebu’l-Huzeyl Akıl, erdemli şekilde şerefli bir hayat sürmeye muktedirdir, diyor; “İnsanların üzerine gerekli olan taklit değil ‘nazar’dır”, diyor; ‘Elli şüphe bir hakikatten iyidir’ diyor. Hadari din anlayışı böyle olur.
Kendilerine sahabeye uyma hakkında eleştiri getirildiğinde; “onların şartları ile bizim şartlarımız aynı değildir”, diyen Ebu Hanife’den ne kadar farklılaşmışız?
Kendilerine, iddialarını dinsel hale getirme maksadıyla “Allah şöyle buyurdu; Rasulullah şöyle emretti” diyenlere “İşittim ama benim görüşüm şöyle” karşılığını veren Ebu Hanife gibi davranmak mümkün mü şimdi?
“Nübüvvet, güvenilir bir ‘uyarıcı’nın akla yardımcı olmasıdır” görüşünde olan Maturidi bize ne kadar uzak görünüyor!
Bugünkü İslami anlayış, Gazali’nin “Bir Müslümanın kanını dökmektense bin kafiri cezasız bırakmak evladır” anlayışından bile geridedir.
Tekfirin, tehdidin, ruh karartıcılığının dini… Ruhun, vücudun artığı kinlerle, ihtiraslarla ve taassuplarla zincirlendiği bir din. İlahi yolculuğa yoldaşlık, sonsuzluk iradesi, dinden görülmüyor. İnsanlık davasından uzaklaşmış bir din…
Din, kabuklanmış kaideler, şiddet tehditleri, manevi bezirganlık ve soygunculuk, sihir sistemi. Hakikat diye kalıplaşmış düşüncelere bağlanış…
Bugün din, Nureddin Topçu’nun ifadeleriyle; bezirganların elinde iktidar silahı olmuş. Halbuki din hastanın, yoksulun garibin, yetimin ve bu yetim milletin dini olmalıdır. Benim yolum, senin mezhebin, bizim kitabımız, üstadımız efendimiz diye birbirlerini yiyenler, Allah kulluğunun manasını ve gerçek iman yolunu kaybetmiş olanlardır. Bunların hepsi, hırslarının kurbanlarıdır.
Ve yine Topçu’nun ifadeleriyle din, bugün kapitalizmin kucağına sığınmıştır, onun ruh ve iktidarına teslim olmayı seçenlerin elinde kalmıştır.
Görüşüm şudur; İslam düşüncesi en bedbaht devirlerinden birini yaşamaktadır.
Acaba sonu gelmeyecek bir gecenin kucağına mı düştük?
Elbet hayır.
Ümidin kanatlarına sığınma zamanı…
Bize ilham verecek aydınlık, aklımız ve vicdanımızdadır.