Şehirlerin nice adamları taşıdıklarını, onları barındırdıklarını, koruyup kolladıklarını, gün gelir
kahırlarını çektiklerini, kol kanat gerdiklerini biliriz. Yaşadıkları nice ıstıraplara sadece o yaşadıkları
şehirler tanıklık etmişlerdir ki, hayatları artık o şehirle anılır olduğu gibi, gün gelmiş isimleri o şehirle
bütünleşmiştir.
Bir de şehirleri taşıyan adamlar bilirim. Sessiz, sakin, gürültüsüz yaşarlar. Şehirlerin gürültüsünü de,
havası suyunu da, geçmişini geleceğini de dert edinip dururlar. Hatta az önce bahsettiğimiz şehirle
hemhal olmuş adamların dertlerini bile sırtlarında taşır dururlar.
Manisa bu yönden şanslı ve bir o kadar da mümbit bir şehir.
Görevleri gereği şehrin sorunlarıyla ilgilenmek durumunda olan seçilmiş ve atanmışların dışında
şehrin dertlileri de az değil.
Dört yıl görev yaptığım şehirde bu yüzden hacının hacıyı Mekke’de bulduğu gibi biz de bu kadim
şehrin dertlilerini bulmak için çok da uğraşmak zorunda kalmadık. Kısa zamanda yollarımız kesişti,
tanıştık, dertleştik.
Operatör Doktor Muzaffer Yurttaş’ ı Manisa’da görev yaptığım yıllarda tanıdım. O sıralar TBMM’ nde
Manisa Milletvekili olarak görev yapıyordu. Sağlık Komisyonunun en aktif üyelerinden biri
olduğundan çalışmalarını yakından takip etmiştim ama onu farklı kılan, gözümde daha öne çıkaran
çalışmaları, vekilliği bıraktıktan sonra yaptığı çalışmalar oldu. Gelişmiş bir sürü ilçesi olsa da bir şehrin
merkezinin, o şehre hizmet noktasında ne kadar önemli olduğunu iyi kavradığından vekillik sonrası
şehrin tam göbeğine özel kliniğini açarak tabiri caizse şehri kendisinin de merkezine almıştı.
Şehrin dinamiklerine talip biriydi ve aktif yaşamı seviyor; kenardan köşeden bakmayı pek içine
sindiremiyordu. Taşıyacağı şehri yakinen hem de Hakk-ul yakin yaşamalıydı. Yunusemre’si,
Şehzadeler’ i, Kula, Salihli, Ahmetli, Turgutlu, Soma’sıyla içinde olmalıydı.
İdrak ve gönül gözünü bu derece açtığınızda gireni de, talibi de çok olacaktı elbette. Başkanlığını
üstlendiği Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Manisa Şubesi, kısa zamanda şehirde okuma yazma
meraklılarının buluşma ve cazibe noktası durumuna geldi.
Şehri bizzat içinde yaşıyor, içinde soluyor, içinde dertleniyordunuz ama ayda bir de olsa bunların
değerlendirmelerinin biraz şehirden uzak, havasıyla suyuyla biraz daha dingin bir ortamda ama yine
de şehre hâkim bir noktada yapılması da önemliydi. Bu anlamda şehre en hâkim tepede Yunusemre
Belediyesi tarafından yapılan Kültür Park içerisinde oluşturulan İrfan Meclisi bu anlamda eşsiz bir
tamamlama mahfili oluvermişti. Manisa’ lı aydınların artık şehirle ilgili, kültürle ilgili söz söyledikleri,
fikir alışverişinde bulundukları önemli bir merkez olup çıkmıştı İrfan Meclisi.
İnsanın kendisini böylesi yoğun bir iklimde konumlaması, ister istemez omuzlarında bir yük
oluşturuyordu. Şehirler özellikleri itibarıyla kalabalık insan gruplarının yaşadıkları yerleşimlerdi. Birçok
insan yaşıyordu şehirde. Geçimi için, eğitim öğretim için, eğlenmek için, havası, suyu, taşı toprağı
hatta konumu, içindeki sağlık tesisleri için bu şehri tercih edip burada yaşayanlarla doluydu şehirler
ama güneş çekilip karanlık başlayınca, sokaklarında kimseler kalmıyordu şehrin.
Şehrin sakinleri kentleşen çevrelerinde gittikçe köşelerine sinerlerken arastalar tenhalaşıp, şehrin
insanları AVM’ lere akarken kadim şehirlerin bu hüzünlerine ortak olmak yine kocaman gönüllü, şehri
omuzlarına almış üç beş insanın üzerine kalıyordu.
Şehzade Şehir Manisa, beklemeye şehzadelik dönemlerinden beri alışık bir şehirdi. Her kadim şehir
gibi sabırlı ve vakurdu fakat insanlar eskisi gibi değildi. Hız ve hazzın doruklarındaki kentli insan,
saygıdan da, hoşgörüden de aynı hızla uzaklaşmış, geçmişiyle olan bütün bağlarından da hızla kopup
savrulmuştu.
Bu yüzden sabrının ve vakarının yanına bir de üzüntüsünü koymuştu şehir.
“Su serperler ya
Gidenlerin ardından
Dün askere
Hind`e Yemen`e
Bu gün ekmeğe
Yaban ellere
Dönmezler de ondan
Yoksa niye serpsinler?”
Bu şehir çok kişiyi taşımış; çoğunu okutup büyütmüş, adam yapmış, şair yapmış, mimar mühendis,
hekim yapmıştı…
Onların yazdıklarıyla avunmuş, vefalarıyla övünmüş durmuştu bir zaman. Şimdi yine eline kâğıt kalemi
alan birilerini gördüğünde yine onları hatırlıyor gibi olsa da gittikçe artmıştı yalnızlığı ve iyiden
yormuştu onu yanı başında yükselen kentin sınır tanımayan saygısız gürültüsü.
Kenti unutsa da şehri, merkezde birileri unutmuyordu onu. Şehre yine valiler, müdürler atanıyor;
şehrin sorunlarıydı, tarihiydi, kültürüydü elden geldiğince sahipleniliyordu ama yaraya merhem olmak
diye bir şey vardı yine kadim kültürümüzde…
Yaraya merhem olunuyor muydu?
Olunsa daracık ve upuzun apartmanların gölgesi vurur muydu hiç Hatuniye’ nin, Muradiye’nin
üzerlerine?
Şehrin insanı da tıpkı binaları gibi birbirlerine saygılılardı. Gölge etmeyi bırak, ne rüzgârını keserler, ne
de manzarasını kapatırlardı. Şimdi bu şehir kültüründen yoksun kentli nesil, hızla artan sayılarının da
gücüne dayanarak kent meclislerinde tabii olarak kentli kararlar almaktalar, kenti geliştirmenin
izinlerini kendi kendilerine vererek yanı başlarında boylu boyunca uzanan koca bir kadim şehrin
sesine kulaklarını tıkarlarken, şehirlerin de sevdalılarının da boyunlarını bükmekteler.
Artık içinden nehirler akan, pınarlarıyla coşan şehirlerimiz yok. Sular gibi imkânlar hep uygarlık adına
kentlere akarken, içinden yetişip geldiğimiz koca bir medeniyete de sırt çevirip, yok ediyoruz.
Oysa şehri sahiplenmek bütünüyle bir medeniyet tasavvurunu ortaya koyup sahiplenmeyi
gerektiriyor. Medeniyet sadece binadan, insandan ibaret olmadığı gibi şehre can verip besleyen
tarımını, sanayisini, sağlığını, çevresini, flora ve faunasını da düşünüp dertlenmeyi beraberinde
getiriyordu. Bu yüzden şehri taşımaya namzet omuzların bunca yükleri arasında bunların da
unutulmaması önemliydi.
İrfan Meclisinde bunların hemen hepsi de yer buluyor, dile geliyordu. Bu sorunların hemen hepsi aynı
zamanda Muzaffer Yurttaş Bey’in kaleminden de damlayarak gündemimizdeki yerlerini alıyordu.
Siyasi görüşü, sosyal durumu ne olursa olsun derdi olan insanları buluyor, ayaklarına gidiyor, dinliyor
ve öğreniyor. Bir yandan da arkadaşlarıyla beraber bol bol okumalar yapıyor, kitaptan ayrılmıyor,
şehirde kitap sevgisinin, kitap okuma oranının yükselmesi yolunda önemli adımlar atıyor, bir bakıma
şehri omuzlanmış, şehri taşıyordu.
Yazması önemliydi çünkü bir aydın için zaten olması gereken en önemli vasıf da bu değil miydi?
Yazarak bildiklerini, öğrendiklerini, ürettiklerini kendinde tutmayarak üstelik iyi bir dil ile aktarıp
paylaşması, şehrin basiret sahipleri için, irfanı için gerçekten çok önemli.
Yazılarını dikkatle takip ettiğim nadir kişilerden olmuştu Muzaffer Yurttaş. Son yazılarından birisinde
Manisa Şehir Araştırmaları Merkezi isminde bir merkezin kurulmasına dikkat çekerek tarih, turizm ve
tarım kenti olan Manisa’ nın, pek çok açıdan büyük bir potansiyele sahip iken birçok eksikliğinin de
olduğunun altını çiziyor. Varlığın içinde yokluğu yaşamak, geçmişi unutmak, elde olanın
değerlendirilememiş olmasının da büyük bir eksiklik olduğunu açık yüreklilikle belirtiyor.
Yazdıklarını kitaplaştırmaya da doğup büyüdüğü ve yetişmesinde çok önemli olarak gördüğü Kula’dan
yazmaya başlamasını vefasının bir gereği gibi görüyorum.
Zeytinli Konak’tan Süzülenler gibi devamında gelecek olan yeni kitaplarının da Zeytinli Konak’tan
süzülüp Gördes, Salihli, Turgutlu gibi ilçeleri dolaşıp Manisa’ya kadar uzanarak şehrin tarımından
sanayisine, çalışma hayatından, kültürüne, sosyal hayatına kadar birçok başlığı kapsayarak birçok
Manisa’ lının başucundan eksik etmeyeceği kitaplar olacağı kanaatindeyim.
Benim gözümde şehir taşıyan adamların biridir Sayın Muzaffer Yurttaş ve yalnız değildir.
Sağlıkla ilgili de pek çok öneriler sıralıyor. Kısmet olursa bu fakirin de bu husustaki söyleyecekleriyle
birlikte onları da yeni bir yazı konusu yaparız.
Şehzadem, Manisa’m:
Gücünü de, ağırlığını da, çileni de, sessizliğinin ne anlama geldiğini de iyi biliyor, seni seviyoruz.
Omuz verenlerin, taşıyanların çok olsun!
Senin derdine omuz verenlerin de ayaklarına taş değmesin İnşallah!
Erdal ÇİL
cerdal48@gmail.com