Üç büyük şehrimizin dışında ikamet ediyorsanız sosyal ve kültürel etkinlikler yönünden oldukça
şanssızsınızdır. Belediyelerin düzenledikleri etkinlikler zaten seçmenlerini konsolide etmenin ötesinde
pek bir anlam taşımadığı için elinizde bir tek resmi kurumların etkinliklerini takip etmek gibi bir
seçeneğiniz vardır ve bunların içinde de en kapsamlı etkinlikleri genelde o şehrin üniversiteleri
düzenler.
Üniversitelerdeki etkinliklerin atmosferi birazda nicelikten ziyade niteliğin ağır bastığı etkinliklerdir ve
izi takip etme iddiasından çok iz açmak, ses getirmek, tarihe not düşmek gibi sessiz ve gösterişsiz
yapılan ama hafızalarda daha derin izler bırakan etkinliklerdir.
22-23 Aralık 2022 tarihlerinde Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen
Rodos ve Onikiada’da Türk Varlığının 500. Yılı Sempozyumu da bu anlamda gerçekten derin izler
bırakan sessiz ve gösterişsiz olarak anılacak türden bir etkinlikti.
Bu alanda az çok emek vermiş, dönemin en yetkin insanlarıyla yine konunun en etkin kurumlarını bir
araya getirmiş olması açısından da Muğla için, biricik üniversitesi için çok büyük bir fırsattı.
Programın düzenlenmesinde başlıca beş büyük kurumu gördük orada. Kültür Bakanlığı, Atatürk Kültür
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Başkanlığı, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi ve Rodos
İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği.
Bu beş kurumdan da sempozyuma destek veren yetkililer açılışta ve sempozyum boyunca
oradaydılar. Sempozyuma ev sahipliği yapan üniversitemizin de başta Edebiyat Fakültesi Dekanı
olmak üzere Tarih Bölümü hocalarını etkinlik boyunca hep orada, oturumlara katılım sağlarlarken ve
misafirlerimizle ilgilenirlerken gördük.
Oturum için diğer bütün kurumların yetkilileri de oradaydı. Mesela Tarih Kurumu Başkanı Sayın Prof.
Dr. Birol Çetin, kurum eski başkanlarından ve eski parlamenterlerden Prof. Dr Yusuf Halaçoğlu,
Birleşmiş Milletlerden sonra dünyadaki en büyük örgüt olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın on yıl gibi bir
süre genel sekreterliğini yapmış olan yine eski parlamenterlerimizden Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu
ve Mavi Vatanın bir bakıma simgesi olan amiral Cihat Yaycı Paşa gibi onlarca bilim insanı da ülkemizin
çeşitli kurumlarından bu sempozyum için gelmişlerdi.
İki günde açılış oturumuyla birlikte tam sekiz oturumda tam kırk bilim insanı katılımcılara hitap ettiler,
çalışmalarından kesitler aktardılar.
Sempozyumun açılış konuşmasında söz alan kısa adı ROİSDER olan Rodos, İstanköy ve Onikiada
Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, Rodos ve adaları
korumanın Türkiye’yi korumakla eş anlamlı olduğunu belirti. Türkiye’ye bu kadar yakın olan bu
beldelerde Türk Kimliğinin Yunan Devleti tarafından halen bir tehdit unsuru olarak algılandığını, Türk
eserlerinin de tahrip edilerek buralarda Türk izlerinin sistemli bir şekilde yok edildiğini söyledi.
Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’ da kendisinin bir Rodos’ lu ailenin çocuğu olduğunu hatırlatarak
başladığı konuşmasında milli davalarımızın hiç birini uzun soluklu ele almadığımızı, takip etmediğimizi
belirtti. Hiç olmazsa burada yapılacak konuşmalardan bir ders alınarak bundan böyle bu adalara ve
Rodos’a Türkiye’ den turist olarak gidecek vatandaşlarımızın buralardaki Türk eserlerine yönelik
geziler yapmalarının sağlanmasını, tur programlarının da buna göre düzenlenmesinin önemli olacağını
belirtti. Ayrıca alışveriş yapılırken de Türk esnaflardan alışverişlerin teşvik edilmesini istedi.
Her bir konuşmacı o kadar ilginç, o kadar yararlı bilgiler verdiler ki şahsen kendini bir Türk Milliyetçisi
olarak tanımlayan şu fakir, her bir konuşmadan o kadar önemli satırbaşları çıkardı ki sormayın.
Mesela Mora Katliamı diye sorsaydınız bana, hemen sadece yılını söyler, 1821 der ve azgın Rumların
yaptığı onca katliamlardan birinin de o yıl Mora Yarımadasında gerçekleştirildiğini söyleyebilirdim.
Gel gör ki gerek bu konuda ROİSDER tarafından hazırlanan kısa belgeseli izlerken, gerekse buradaki
bildirilerden öğrendiğim kadarıyla katliam, çok daha büyük bir vahşete dönüşmüş, sadece Müslüman
Türkler değil aynı zamanda Yahudiler de olmak üzere 40.000 insanın katledilmesiyle sonuçlanmıştı.
Sempozyumun yapıldığı Muğla, bu adalara en yakın illerimizden ve bu yüzden yapılan konuşmalardaki
gibi bu adalara yapılacak turizm amaçlı gezilerde ufak düzenlemelerle oralardaki kültürümüzün
korunmasına yönelik önemli bir adım atabiliriz tabii ki. Tur programlarının içerikleri Turizm Bakanlığı
ve TURSAB gibi yetkili kuruluşların da destekleriyle sadece turistik ve alışveriş gezisi olma özelliğinden
sıyrılarak oradaki kültürel mirasımızın da programlara dâhil edilmesi sağlanabilir elbette. Yine
alışverişlerde de oralardaki Türk esnafının kendi çabalarıyla ürettiklerinin tercih edilmesi de orada var
olma mücadelesi veren soydaşlarımıza çok önemli bir destek olacağı açıktır.
Yine bu sempozyumda da çokça dillendirildi ve artık çok konuşmak değil, az da olsa iş yapma zamanı.
Gerçi söz konusu milli tarihimiz, milli değerlerimiz olunca bazı etkin ve yetkin makamların bundan
dahi kaçındıklarını görmüyor değiliz ama bizler oldukça da onlara rağmen biz susmamaya devam
edeceğiz.
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, kurucu rektöründen sonra ilk kez bir sosyal bilimci rektör ile bu
sempozyum dolayısıyla vitrine çıkarken ne kendisinin ne de yardımcılarının böylesi önemli isimlerin
ağırlandığı etkinlikte yer almamaları düşündürücü olduğu kadar da üzücüydü.
Öyle kolay kolay bırakacağımız, unutacağımız bir konu değil ve hele hele şuradaki sınırlı sayfaya
sığabilecek küçüklükte hiç değil Rodos ve Onikiadalardaki Türk Varlığı konusu ve ileride bu
sempozyumdan yaptığımız çıkarımları sizlerle yine paylaşacağız.
Merak edenlerimiz için sempozyumda yapılan bütün oturumlara dair videolar Türk Tarih Kurumu
tarafından sosyal medyaya sunulmuş durumda.
Ben tekrar böylesi bir büyük organizasyonun yapılmasını sağlayan, destek olan, katılım sağlayan her
bir kurum ve kuruluşu ve bütün katılımcıları ayrı ayrı kutluyorum.