Piyasalar

Prof. Dr. Niyazi Öktem’in Enel-Hakk Romanı Üzerine

Punto:

Prof. Dr. Niyazi Öktem’in
Enel-Hakk Romanı Üzerine

Niyazi Hocam çok önemli bir konu seçmiş romanı için. Bütün dertlere deva, herkesin bilip
tatmak istediği varlığın sonsuzluğunu ve birliğini, iki büyük kahraman üzerinden anlatıyor:
Hallac-ı Mansur ve oryantalist Massignon üzerinden adeta tarih dersi veriyor.
İlk doksan sayfada senaryo çok doğal ve her iki kahramanı tam tasvir edebilmiş. Fakat kitabın
geri kalan kısmında Massignon hiç görünmüyor. Ayrıca yazarın Hallac’ı konuşturmaları,
bıktırıcı bir şekilde kitabın hacmini işgal ediyor. Zaten ben ancak bu ilk yarıyı okuyabildim.
Nitekim Hallac'ın konuşmalarının kalitesi de gittikçe düşüyor. Anlaşılan Hoca, Orta Doğu
dışındaki yerler için tam çalışmamış. İlk doksan sayfanın kalitesinin sebebi de elinde
Massignon’un Hallac hakkındaki hazır dokümanlarının var olmasıdır.
Senaryo doğal hayat gibi doğal olmalı. Mucize ve kerametin de bir doğası olur. Ama yüzlerce
sefer Hallac’ın vizyona gelmesi ve bu vizyonlarda çok ama verimsiz konuşması, bu çifte
doğal yapıyı maalesef gerçeklerden kopuk bir hikâye kitabına çevirmiştir.
İnsan Massignon gibi ömrünü bilime ve İslam’a adamış çağdaş bir Hristiyan kahramanın
bilim ve İslam için söyleyeceklerini arıyor, bir baş kahraman olarak; ama kitapta yok. Ayrıca
kitabın asıl konusu olan, Panteizm ile Panenteizm arasındaki farkı arıyor. Ama kitapta bu da
yok. Nitekim büyük İslam düşünürü M. İkbal, Massignon’un belgelerine dayanarak diyor ki:
Hallac-ı Mansur, Panteist değildi, kâinatın dışında soyut bir İlahın egemenliğini kabul
ediyordu. Onun Enel-Hakk demesi sadece bir cezbe ve na’ra idi.
EVET BU ALTI EKSİKLİK GİBİ ŞU GELEN BEŞ KONU DA YANLIŞ
ANLATILMIŞTIR:

1) Kitabın konusu varlığın birliği… Ve kitapta Hristiyan Massignon ikinci baş kahraman.
Ama Üçleme konusunu hiç işlememiştir. Halbuki Üçlemeyi Metafizik-Fizik ve ikisinin ortası
olarak Ruhu: Baba-Oğul ve Ruhul-Kudus ‘u Massignon’a veya Hallac’a söyletebilirdi.

2) Sabiileri Pagan ve Müşrikler olarak ele almıştır. Halbuki onlar ehl-i kitaptırlar. İdris ve Şit
Peygamberlerin ümmetidirler. (Şehristani El-Milel vel-Nihal kitabına bakılsın)

3) Hindlileri müşrik yani İslam’a göre hakkı hayatları olmayan bir millet olarak anlatmış Ama
Tarihe bakıyoruz: İslam dini onları da şibh-i ehl-i kitap kabul edip yaşamalarına
karışmamıştır.

4) Yazar İttihad-Terakki Fırkasını çok kötü olarak anlatmıştır. Hâlbuki o fırka tam aydın,
yenilikçi ve eğer Birinci Dünya Savaşı olmasaydı Osmanlıyı bugünün ABD si yapacaklardı.
(Bu konuda Taha Akyol ve Murat Bardakçı belgesellerine bakılabilir.) Nitekim Cumhuriyet                                                                         döneminin aklı başında üç alimi olan Elmalılı, Bediüzzaman ve Mehmed Akif Ersoy da
İttihatçı idiler.

5) Tevbe, 4 ve Maide, 51 yani Müşrikleri öldürme ve Yahudi-Hristiyanları dost edinmeme
konuları bireysel bilgi diye verilmiştir. Ama Kur’an’da evrensel olmayan hiçbir bilgi yoktur.
Bu iki ayetin evrenselliği şudur: A) Anlaşmalarını bozan, hıyanet ederek Müslümanlara
saldıran her müşrik ile kıtal yapılır. Kıtal savaşmak demektir. Her zaman öldürme demek
değildir. B) Maide, 51 de diyor ki: Dindar Müslümanlara karşı müşrik ve ateistlerle iş tutan:
Ehl-i Kitapla: Yahudi ve Hristiyanlarla dost olunmaz. Yoksa Kur’an’dan anlaşılan onların da
hem dünyevi hem uhrevi bütün haklarda Müslümanlarla eşit olduklarıdır.
Niyazi Hocam bu konuda yani dinlerin birliği ve hepsinin de ehl-i necat olacağı konusunda
hem hayatta hem bu romanında tam başarılıdır. Fakat Bakara, 62. ayeti salt hoş görü olarak
ele almıştır. Halbuki o ayet sadece hoş görü değildir. İnsanı ebedileştiren dinin üç temel
direğinin ve değerini oturtmaktır. Ayet diyor ki:
İster Müslüman ister Yahudi ve Hristiyan ister Sabii kim, sonsuz bir Allah’a ve sonsuz bir
hayata inansa ve günlük hayatında yararlı işler yapsa onlar ne korkarlar ne de üzülürler. İşte
din denilen değerlerin özü budur. Gerisi teferruat ve hurafedir.
Maalesef, Hocamın bu kitabını ölü doğurtan da bu sonsuzluk kavramını hiç ele almamış
olmasıdır. Halbuki varlığın birliğini anlayıp tatmak için sonsuzluk olmazsa olmazıdır. Zaten
Hallaç’tan sonra bu varlığın birliği çoğu zaman sınırlı somut insanlar olarak anlaşıldığından,
değil insanı ebediyete ve kurtuluşa; tam aksine esfel-i safiline götürür. Hocam bu romandan
sonra, varlığın birliğini, soyut ile somutun eşitliğini, çokluk ile vahdetin tekliğini anlatan ilmî
ve ontolojik bir eser yazmalıdır.

 KİTAPTA İMLA VE HARF HATALARI DA ÇOK VAR:
Sayfa 64: Salh Sehl olacak. Sayfa: 66 Nur-u Muhammediye iki üç sefer Nur-u Muhammedî
olacak. Yine bu sayfada Ahmet Muhammet Muhammed Ahmed diye sıra değişecek. Sayfa
68: Nur-u Muhammediye Nuru-u Muhammedî olacak. Sayfa 70: Şam Bağdat olacak. Çünkü
konu Bağdat'tır. Sayfa 71: Esbabını esvabını olacak. Sayfa 73: Edere ederek olacak. Nası
Nasıl olacak Şam Bağdat olacak. Çünkü konu Bağdat'tır. Sayfa 74: inmeğiyi inmeyi olacak.
Mağreb kelimeleri hepsi Mağrip olacak. Hocam Fransızca yazı şeklini ele almış ama yanlış.
Sayfa 79: Ümit var Ümit-var olacak. Sayfa 82: Gazeller hazanlar diye değişecek. Sayfa 84:
Mahzar mazhar diye düzeltilecektir. Sayfa 85: Mealin mealen olacak. Muhrezettin
Muhrezeddin olarak yazılacak. Cüneyd-i Bağdadi kelimeleri Cüneyt-i Bağdadi olarak
yazılmış, düzgün yazılması lazımdır. Sayfa 86: Hevet heves olacak.
Sayfa 105: Bağdat-i hazretlerinin iki sefer yanlış yazılmış. Bağdadî Hazretlerinin olacak.
Sayfa 106: Lahim çukuru lağım çukuru olacak. Sayfa 109: Cüneyt-i Bağdadi Cüneyd-i
Bağdadî olacak. Sayfa 110 ve 112 ve 114 de de aynisi var. Sayfa 113: her şeyini her şeyin
olacak. Sayfa 117: Şam Bağdat olacak. Çünkü konu Bağdat’tır. Sayfa 121 Ebu Ali Cübbai
asla Ebu Hanife mezhebinin önemli adamı değildir. Koyu bir Mutezilidir.
23.06.2024
Bahaeddin Sağlam