Punto:
Dinle
Cumhurbaşkanı Erdoğan 10 Kasım Atatürk'ü anma töreninde konuştu. Böyle bir günde, Devletimizin kurucusu milli kahramanımız Atatürk gerçeği ile Milletçe birlik ve beraberliğimizin önemi üzerinde durulması beklenirdi. Ama maalesef böyle olmadı. Konuşmaya, "Atatürk" üzerinden suçlayıcı, ayrıştırıcı ve çatıştırıcı bir üslup hakimdi; etkisini de hemen gösterdi. Medyada yapılan öfkeli tartışmalar, gündemin birinci maddesine oturuverdi. Sonuçta, belki de istenen buydu; huzursuzluk ve ötekileştirme körüklenmiş, "eski hamam eski tas" yola devan edilmiş oldu.
Tartışmalarda genel olarak: kimi, Erdoğan, geçmişiyle tamamen çelişse de, nihayet "Atatürk"ü anladı" dedi; sevindi. Kimi, yenilemeyeceği anlaşılan Atatürk, bu defa, CHP karşıtlığına oturtuldu dedi; endişelendi. Kimi de, asırlardır bir ve bütün olan Türk Milleti gerçeği inkar edilerek, İhvan sembolü "rabia" ile etnik parçalara ayrıştırılıp, açıkça yok sayıldı. Bu parçaların hepsine birden de, sahibi, adı ve dili olmayan "tek millet" denildi. Bayrağın da, vatanın da, devletin de, adı ve sahibi yok; ucube gibi bir şey; demek ki dert buymuş dedi; sarsıldı. Cumhurbaşkanının konuşması dikkatlice incelendiğinde, bu tespitlerin doğru ve çok önemli olduğu görülecektir. Zira, ilk iki tespitin gerçek gündemimizin örtülmesiyle, memlekette zaten var olan husumetin, huzursuzluğun ve ayrışmanın daha da artmasına ortam hazırlayacağı açıktır. Üçüncü tespit ise, 15 yıldır takip edilen siyasetin; terörün hortlamasına; akan kanın ve verilen şehitlerin artarak devam etmesine; devlet kurumlarının çökmesine; içeriden ve dışarıdan kuşatılıp beka meselesiyle karşı karşıya gelmemize sebep olduğu görülmektedir.
O halde, bu siyasete karşı; Türk Milletinin uyandırılması ve ben Türk Milletinin şerefli evladıyım diyen her vatandaşın, birlik duygusu ve şuuru içinde hareket etmesi şarttır. Parti, dernek, vakıf, dergi, gazete, platform gibi kuruluş ve toplulukların bu anlayışın içinde düşünmeleri ve işbirliği imkanlarını aramaları gerekmektedir.
Musul meselesi
Bu çok önemli tespitlerimizin yanında, Türkiye Cumhuriyetini kuranların, başta Yüce Atatürk olmak üzere Lozan'da taviz verdikleri, Musul'u kaybettiğimiz suçlaması ima yoluyla veya örtülü olarak hep yapılmaktadır; bu önemlidir; kısaca özetleyelim. Bilindiği gibi Osmanlı I. Dünya Savaşını kaybetti, 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Mütarekesini imzaladı; bu teslim olmak demekti. Buna göre ordumuzu dağıttık, silahlarımızın büyük kısmını teslim ettik. Vatanımız, İstanbul dahil işgal altına girdi. 1919'da Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa, 27 Aralık 1919'da Ankara'ya geldiğinde, ordusu ve silahı yoktu; ama burada düşman askerleri vardı. Bin bir güçlükle toplanan asker ve silahla Milli Mücadele yapıldı ve iki yıl gibi kısa bir zamanda, 26 Ağustos 1922'de Büyük Taarruzla Ankara'ya kadar gelen Yunan ordusu püskürtüldü ve denize döküldü; bu zaferi gören İngiliz, Fransız ve İtalyanlar, işgali kaldırıp yurtlarına döndüler. Lozan'da galip devletlerle 20 Kasım 1922'de masaya oturduk; çetin müzakereler sonunda, 24 Temmuz 1923'de anlaşma sağlandı; imzaladık. 29 Ekim 1923' Türkiye Cumhuriyetini kurduğumuzu ilan ettik.
Lozan'da uzlaşma olmayınca, Musul vilayeti İngilizlerle halledilmek üzere anlaşma dışına çıkarıldı. İşte, Musul'u Lozan'da değil, İngilizlerle yapılan mücadeleler sonunda 1926'da kaybettik. Baş sebebi ise, İngiliz kışkırtmalarıyla Doğu ve Güneydoğu bölgemizde çıkan; 1924 Nasturi, 1925 Şeyh Said (Bu dönemde heykeli dikilen hain), 1926 Koçuşağı, 1926 Ağrı ayaklanmalarıdır. Bu arada Kerkük ve civarında bulunan İngiliz kuvvetleri, ateşkes anlaşmasına aykırı olarak Irak ve çevre şehirlerini işgal ve uçaklarla bombaladı. Türkiye'nin müdahale edecek gücü yoktu; Musul'u İngilizlere bırakmak zorunda kaldık.
Musul ve benzeri konularda taviz verildi diyenler, Ege'de tecilli Türk adalarını Yunanlılar alenen işgal ediyor, ama kimsenin gıkı çıkmıyor. Kıbrıs kaybedilmek üzere, aynı pasif tutum devam ediyor. Suriye'de, Türk toprağı Caber Kalesindeki Süleyman Şah Türbesi, alel acele IŞİD'de terk edildi, Türbenin kaçırılan sandukası PYD bölgesine taşındı. Şu anda Caber kalesi ve Türbenin sandukası PYD'nin elinde, ama kimsenin sesi çıkmıyor.
Cumhurbaşkanı konuşmasında çok ilginç bazı açıklamalarda da bulunuyor: "… rahmetli Menderes ve rahmetli Özal'ın ülkemize kazandırdığı vizyonla en son da geçtiğimiz 15 yılda bizim ortaya koyduğumuz büyük dönüşümle şekillenmiş yepyeni bir Türkiye var." Diyor. Bu Türkiye, kendisinin "beka" meselesiyle karşı karşıyayız dediği Türkiye ise, bunun neyiyle övüneceğiz; felaketle mi? "… bugün Lozan'ı da bir kenara bırakıp Sevr'e doğru giden bir hesap içinde olanlar var. Ancak göremedikleri bir şey var; bugünkü Türkiye, dünün Türkiye'si değildir…"
Bu cümleyi devamındaki şu cümlelerle birlikte anlamlandırmaya çalışalım: "Şimdi önümüzde geçmemiz gereken bir imtihan daha var, o da 2019 seçimlerini kazasız, belasız geçirmektir. Zira cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde bir reform ve reformla beraber Türkiye yeni bir sistem, yeni bir yönetim anlayışını ikame ediyor."
Bu yeni Türkiye; tek adama verilen yetkilerle, Türkiye'nin federasyona dönüştürülmesi olmasın?