İnsanların cemaatlere, tarikatlara, siyasi oluşumlara yanaşması, aidiyet sağlamaya çalışması iman etmekle alakalı olmadığı gibi dini pratiğin önem kazanması, dini daha iyi yaşamanın arzu edilmesi anlamına da gelmemektedir.
Çünkü bu oluşumlar sorgulanamaz, eleştirilemez ve dokunulmaz hale gelerek kendisine biat etmiş olan insanların ritüellerini, hiyerarşisini, kurallarını ve liderliğini dizayn ettiği yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumda da din içinde alternatif din haline gelebilmektedirler.
Dünyevi beklentilerin rol oynadığı bu oluşumlar sadece İslam dinine mensup olanların veya Türk Milletinin yaşadığı bir durum değildir, bütün ülkelerde ve bütün dinlerde yaşanıyor olan bir fenomendir.
Eğer gerçek bir dinden ve imandan bahsediyorsak; dinin veya Allah’ın emirlerini yerine getirmeye çalışan gerçek iman etmişlerin gizli gündemi, ideoloji seçimi, bir ideolojiye hizmet etme, güç kazandırma veya ideolojik bir devlet kurma gibi bir hedefi yoktur, olamaz da. Çünkü dinin dünyevi bir hedefi yoktur. Din; Allah’ın rızasına erişmek ve ahireti kazanmak için vardır.
Özellikle gizli gündemi olan cemaatler, tarikatlar ve dini kendi çıkarları için kullanan siyasi oluşumlar hedeflerine ulaşmak için sorgulamadan biat edecek taraftara ihtiyaç duyarlar ve bu sebeple de insanları toplumdan, yaşadığı çevreden izole ederek bir araya getirmeye çalışırlar.
Bu tarafgirliği sağlamanın, sorgulamadan biat ettirmenin yolu da nefret, kin duygularını kışkırtarak düşmanlık, ötekilik oluşturmaktan geçer ki bu da devletin yasal alanı dışında oluşmak zorundadır. Kendi dinimiz açısından ele alırsak bütün bunlar insanın yaratılış gayesine, devlet, inanç, ahlak, ibadet ve muamelatla ilgili projelerine tamamen zıt, tamamen aykırı bir durumdur.
Gerçek din inşa edici, birleştiricidir, topluma adalet, hakkaniyet, iyilik, huzur getirir. İslâm itici, tehdit edici, korkutucu değildir. İslâm’da kin, nefret, düşmanlık yoktur. Müslüman; kinci, ötekileştirici, tahrik edici, şizofrenik değil bütünleştirici, hoşgörülü ve barışçıldır.
Fakat günümüzde dini kullanarak taraftar bulma, sayılarını artırma, buradan bir güç kazanma gayretinde olan cemaatler, tarikatlar, siyasi oluşumlar, bu birleştiriciliğin aksine, oluşturduğu düşman halüsinasyonu ile kin, nefret, ayrılık tohumları ekip insanları ötekileştirerek din ile taban tabana zıt hareket etmektedirler.
Bunu yaparken de taraftarlarını dışlandıklarına, ötekileştirildiklerine, ezildiklerine, kimliğini kaybettiklerine ve mağdur olduklarına ikna ederler.
Birileri tarafından kültürlerine, dinlerine, imanlarına, değerlerine her fırsatta saldırıldığına inandırılanlar, oluşturulan korku ve mağduriyet atmosferinde, kendilerine dayatılan ve mantıklı düşünülse, sorgulansa dini ve milli değerler açısından izahı mümkün olmayan cemaat, tarikat, dini kavramları kullanan ama dinle alakası olmayan siyasi ideoloji etrafında toplanırlar.
Evet; İslâm dini batının kültürel baskısına, tecavüzüne uğramıştır, uğramaya da devam etmektedir ama bununla mücadele; bölünerek, kendinden olana bile düşman olarak değil, birlik olarak, Kur’an’ı Kerim’i, Allah’ın bizlerden ne istediğini, Peygamber Efendimizin hayatını, ahlakını, eğitim sistemini, kendinden olmayanlara nasıl davrandığını öğrenerek olabilir.
Son söz olarak; Allah insanların aklını kullanarak sadece kendisine bağlanmalarını, olgunlaşarak kâmil insan olmalarını ister. Kişiyi olgunlaştıracak, geliştirecek, kısaca insan olmaları için yolu açacak olan ise tevhit, akıl, bilgi ve çalışmadır.
AHMET BERHAN YILMAZ