(Günah, Savm, Takva, Sevmek, Fıtrat)
1) GÜNAH: Günah kavramı söylenince hatıra hemen din ve metafizik alem gelir. Bu doğrudur,
ama günah gerçeğinin tam karşılığı bu değildir. Günahın tam karşılığı, sonsuz bilgi-işlemle
örülen doğadaki sonsuz bilince zarar vermek kelimesidir. Şöyle ki:
Varlık iki ana damardan oluşur. İyi ve kötü, negatif ve pozitif, ak ve kara ve diğer sonsuz
zıtlıklar. Bu zıtlıkların biri diğeri ile çatışması ile ve sonsuz bir bilgi ve bilinç dengelenmesi ile
evren var olmuştur. Buna evrensel dualiteli-diyalektik yasası denir. Bu diyalektik yasanın
sonsuz numuneleri var. Evet, artı-eksi iyi-kötü negatif-pozitif soyut-somut fizik-metafizik
gerçeklikleri, bütün varlığı kuşatmıştır. Çağımız, teknolojide, bilimde ve diğer sonsuz imkanlar
ile bir altın çağ olması lazım iken, doğadaki sonsuz denge ve bilince dayanmadığından,
dengesiz ve mutsuz bir çağ olmuştur. Nitekim Materyalizm, fizik-metafizik, iyi-kötü
diyalektiğini kabul etmediğinden, dengesizlikler demek olan zulüm ve günah kavramını çokça
yaşıyoruz.
Evet, Günah kelimesinin aslı cünahtır. İslam öncesi dönemde Arapçadan Farsçaya geçmiş,
oradan Selçuklular döneminde Türkçeye mal olmuştur. Kelimenin etimolojisi, kanadın ucu
demek olan cenah kelimesine dayanıyor. Demek günah sadece dini bir kavram değildir. Her
şeyin aslı ve varlığının temeli olan diyalektik dengedeki bilince zarar veren her nevi uç olmak,
doğayı da insanı da ve soyut değerleri de tahrip eden birer günahtırlar. Kur’an Rum suresinde
ekolojik dengesizlik için, insanların kendi elleriyle yaptığı bozgunculuk (fesat) diyor. Evet,
zina, sonsuz bir bilinç ile kurulan aile hayatını bozduğu için günahtır. Hırsızlık ve yolsuzluk,
asla doymak bilmeyen, ekonomik bir tahribat olduğu için günahtır. Zulüm, fakir- zenginin ve
güçlü-zayıfın arasındaki dengeyi bozduğu için büyük günahtır; vs.
Arapçada günah manasına gelen iki kelime daha var: İsm ve Zenb: İsm, peltek se ile cürüm
demektir. Mutlaka cezalandırılması gereken suç manasına gelir. Zenb de kuyruk demek olan
zeneb kelimesi ile aynı kökü paylaşır. Bu ise, insanın ardında bıraktığı yanlış demektir. Hani
Türkçede onun artık bir bagajı var denilir ya; insanın taşımak zorunda kaldığı yanlışlar için…
2) SAVM: Savm ve Savn, Arapçada, kendini korumak demektir. Tek farkı, savm insanın
kendini oruç ile koruması manasında kullanılmasıdır. Oruç kelimesi ise Farsçadan Türkçeye
geçmiş, ruz (gün) kelimesi é ekini alınca günlük ibadet manasında kullanılmıştır. Evet oruç
tutmamak günahtır. Çünkü orucun, sağlık ve ekoloji bilincine ve başta fakir-zengin dengesi
olmak üzere sosyal dengelere, özellikle soyut-somut dengesine büyük hizmeti vardır. Fakat
insan hasta ise veya çok yorucu bir işte çalışıyorsa, oruç tutması sevap getirmez. Oruç yerine
bir aylık gıda masrafını fakirlere vermesi onun yerine geçer. Zaten Kur’an, bireyi ve toplumu
dengelemek için sürekli olarak namaz ve zekâtı hatırlatır. Namaz, bireysel denge; zekât,
toplumsal denge içindir. Maalesef İslam dünyası Ramazan’da, tüketimi bire iki arttırıyor. Ve
sosyal dengeler yerine, iş gücü düşürücü bir şekilde oruç tutuyor. Bu ise hem sağlık bilincine
2
hem ekonomik rekabete hem ekolojik bilince vurulan bir darbedir. Halbuki İslam’da: Bir saat
ilim yapmak, bir senenin tüm ibadetinden üstündür, ilkesi var.
3) TAKVA: Takva sözcük olarak, Arapçada insanın kendini koruması demek olan vikaye
kelimesinin mübalağa kipidir. Waw Te’ye dönüşmüş. Takva kavram olarak insanın, Aristo
zamanından beri bilinen ifrat-tefrit ortasını tutturup ne çok geri ne çok ileri gitmemesi demektir.
Kur’an, çok geri kalmaya, iğrenç şey demek olan münker kelimesini ve çok ileri gitmek
manasına da açık fuhuş demek olan fahşa kelimesini kullanır. Namaz bütün hareketleri ve bütün
söylemleri ile dengeyi tutturmak demek olduğundan; Kur’an, Ankebut suresinde: Namaz, fahşa
ve münkerden (aşırılık ve gerilikten) alıkoyar, diyor. Demek aşırılıktan ve gerilikten kendilerini
korumayan namazcılar, kendilerini gözden geçirmelidirler. Takva, deyim olarak insanın ruh ve
kalbini (bilincini) koruması demektir. Çünkü insanın ruh ve kalbi, sonsuz bilgi-işleme
dayanıyorlar. Takvanın iki kolu vardır. Biri, insanın kendini bütün dengesizlikler demek olan
günahlardan koruması ile olur. Diğeri, İlahi sevgi ve entegrasyon demek olan ibadetler ile olur.
Kur’an açıkça bildiriyor: İnsanın değer ve üstünlük ölçüsü, dengeden ve değerleri korumaktan
ibaret olan bu takvadır. Yoksa insan ne soyu ile ne de malı ile değerli olamaz. (Hucurat Suresi)
4) Sevgi ve Muhabbet. Bu Ramazan’da bütün kanallar iftar programı yapıyorlar. Şekerci Han
kanalı hariç diğerleri, hep avam seviyesinde kalıyorlar. Asrımızın aydınlarına hitap etmiyorlar.
Şekerci Hanın 29 gün süren bu programının bütün günleri, bir ortak noktayı işliyor: Allah, kimi
seviyor, kimi sevmiyor. Bu konudaki ayetlerin açılımına çalışılıyor. Fakat iki nokta hep kapalı
kalıyor. A) Allah’ın sevgisi ne demektir.? B) Neden Allah birilerini seviyor da ötekilerini
sevmiyor?
İşte Ontolojik verilerden anlıyoruz ki Allah antropomorfik bir varlık değildir. Allah, iç içe ve
bir bütün olarak, enerji, yazılım ve evrim sürecinden ibarettir. Dini deyim ile Allah, kudret, ilim
ve iradedir. Yazılım ile, ham olan enerjiye şekiller verir. Bu şekilleri sonsuza dek evrimleştirir.
Demek Allah severken, insanlar gibi ıslak bir aşk yaşamıyor. Evrendeki sonsuz diyalektikle
gerçekleşen; sonsuz dengelere dayanan bilinci sever. Ve bu denge ile bilinçten payı yüksek olan
kullarını sever. Tarihte birçok lider ve birçok peygamber gelmiştir. Hepsi de ya maddi gitmiş
veya ruhani. İkisi hariç: İbrahim ve Muhammed. Birisi Halilullah diğeri Habibullah lakabını
almıştır. Çünkü o ikisi din ile bilimi, dünya ile ahireti, madde ile manayı, zengin ile fakiri, kadın
ile erkeği, ruh ile bedeni ve Musa ile İsa’yı, yaz ile kışı dengelediler; birleştirdiler. Varlığı ve
hayatı bir bahar yaptılar. İşte Allah böylelerini sever. Yasin ve Kalem surelerinin başına bakın.
Numune olarak iki ayeti açılımları ile beraber buraya alıyoruz:
1) “Allah, dönüş yapanları ve kendilerini temiz tutanları sever.” (2/222)
Yani varlık ve beden, entropi gereği sürekli dağılmaya ve dengesini kaybetmeye mahkumdur.
Fakat, sonsuz bir bilince dayalı olan orta yola ve dengeye sürekli dönüş yapanlar, Allah’ın
ilgilenmesi ve başarıya ulaştırması demek olan sevgisini elde ediyorlar. Evet başta ruh ve
kalpleri (bilinçdışıları) olmak üzere, varlıklarını ve bilinçlerini her nevi putperestlikten ve her
nevi yanlıştan koruyanları sever: Onları sonsuza dek yaşatır, başarılı kılar.
2) “Allah, tefecilik yapmakla nankörlük yaparak, günahlarda ısrar edenleri sevmez.” (2/276)
Evet, tefecilik hem alanda hem verende insanın dengesini bozar. Bireyin dengesi bozulunca
toplumun da dengesi bozulur. Dolayısıyla bütün insanlığın ve nihayet dünyanın ve evrenin
dengesi bozulur. İşte saf bilinçten ibaret olan Allah, böyle bozguncuları sevmez, onları başarılı
kılmaz.
3
5) FITRAT: Fıtrat, sonsuz ve sınırlı dosyalar olarak yazılıma dayanan ve mantar gibi iç içe
açılan canlı varlık doğa demektir. Çağımız yazılım ve yapay zekâ asrıdır. Ama insanın bütün
networku, doğa karşısında çok küçük kalır. Ki insan tarafından yapılan yazılımlar ve yapay
zekâ yine insanın beynine dayanır. Türkçede özellikle son dönemlerde, bu işin fıtratında bu
özellik var denilir. Yani o şeyin yazılımında öyle nitelikler var manasında kullanılır. Büyük
Beyin Cerrahı ve Yazılım Filozofu Türker Kılıç Hoca gösterdi ki, asıl varlık datalar değil de
datalar arası bu yazılım ve networktur. Evet gerçek varlık, bu bilinçtir. Bilinç, katman
katmandır. İlk adımı, bir zıddın karşı zıddı hissetmesi yani onun farkına varmasıdır. Nihai bilinç
yani farkına varmanın farkına varmak; başka bir deyim ile söylense, soyut manaları idrak edip
onlara hayalden bir elbise giydirmek, Tevrat’ın ifade ettiği gibi, Allah’ta, meleklerde ve
insanlarda var olur. Eski insanlar hayvan gibi olup, soyut manaları anlamıyordu. Sonra diller
ile ve dinler ile Âdem oldular. Tevrat’ta, Tekvin kitabında vurgulandığı gibi: "Allah, meleklere,
Âdem de bizden biri gibi oldu, dedi." diye ifade edilmiştir.
Maalesef çağımız, soyut manalar ve soyut değerler konusunda çok şanssızdır. Yoksa bugünkü
bilimsel keşiflerle ve teknoloji ile bir altın çağ olabilirdi. Bakın Kur’an, bu dengesiz yanlış
gidişi düzeltmek üzere, bu fıtrat kavramını ne kadar mucizevi olarak anlatmıştır:
“Öz varlığını, dengeyi ve orta yolu hedefleyerek, maddi-manevi düzen demek olan dine ver. Bu
orta yoldaki maddi-manevi düzen, Allah’ın, insanları onun üzere yarattığı fıtratıdır. (Evet orta
yolda gitmek ve maddi-manevi bir düzene uymak, özellikle diyalektik süreci çalıştırıp orta
noktada yürümek, insan doğasının bizzat kendisidir. Allah, insanı böyle yaratmıştır. Yani somut
ve soyut dengesi üzere; yani biyolojik yaşamı yanında manevi bir inanç üzere yaratmıştır.)
Allah’ın bu yaratmasında asla değişiklik göremezsin. (İnsan asla tek kutuplu olamaz.) Asıl
değerli ve doğru din ve düzen, bu dengeli yoldur. Fakat insanların çoğu bunu bilmiyorlar. (Yani
bilimleri esas almıyorlar. Dolayısıyla insan yazılımından bi-haberdirler.) (30/30)
Evet varlığın ortasında olan ve asıl bilinci oluşturan, yazılımdır. Kâinat, sonsuz bir yazılımdır.
Kur’an buna, kitap diyor. Bütün her şeyin yazılımı ve kaderi bellidir. İnsan hariç. Onu,sonsuzda
bir serbest bırakmış ki denge ve imtihan ile insan da Tanrı-İnsan (İnsan-ı Kâmil) olsun. Modern
Araplar bilince, zihin keskinliği demek olan zekâ kelimesini kullanıyorlarsa da Bilincin
Arapçası Şuurdur. Bu ise, kıl kadar değerleri dahi anlamak ve yaşamak demektir. Maalesef
cahil insan, değil kıl kadar değerleri, trilyon dolarları dahi yutuyor. Ama umurunda değil.
Şaar, saç demektir. Sayısal değeri 570’tir (19*30). Şiir de bu kökten geliyor. Araplar bedevi
olabilir ama çok zekidirler. Rüya biliminde, insanın saçının bol olması maddi bilimlerde ileri
olması manasına gelir. Maalesef, Orta Doğu’da trilyon dolarlık adamların varlığı, âdeta bu
bedeviliğin fıtratında var olan bir şeydir. Evet, Batı’da trilyon dolarlık bireyler yok ama Orta
Doğu'da var. Bu da Orta Doğu fıtratında var olan bir durumdur.
HULASA: Hiç kimse doğal kanunlara karşı savaşamaz. Savaşırsa da kaybetmeye mahkumdur.
16.03.2024 /Bahaeddin Sağlam