Piyasalar

Ortaklık Kültürü ve Medeniyet İlişkisi

Punto:
Bu yazımda medeniyet üreten toplumların nasıl medeniyet üretebildiklerini, medeniyet üretemeyen toplumların da neden medeniyet üretemediklerini açıklayabilmek için ortaklık kültürü ve medeniye ilişkisini ele aldım. Ortaklık kültürü ve medeniyeti bir arada ele almamın nedeni bunların birbirlerinin mütemmim cüzü yani ayrılmaz parçaları olmalarından dolayıdır. Medeniyet kelimesinin etimolojik yapısı, kelimenin kökü veya benzeri tahlillerin zaten bilinen şeyler olması hasebiyle bu alana fazla temas etmeden doğrudan asıl meseleye girmek istiyorum. Öncelikle ortaklık kültürüne değinmek ve bu kavramın kapsamıyla ilgili düşüncelerimi paylaşarak konunun diğer yönlerini izah etmeye çalışacağım. Ortaklık kültürünü; Bir toplumun veya milletin tarih içinde birlikte yaşamaları sürecinde edindikleri dil, din, gelenek, görenek, örf, töre ve bunlara benzer diğer sosyal birikim ve normların bir sonucu olarak toplumu oluşturan bireyler tarafından kabul edilmiş ve bir arada yaşamalarının gereği olarak kendi yaşamları içinde sahip çıktıkları ve gelecek nesillere de aktarılmasını uygun gördükleri, sosyal ortak paydaların tümünü olarak tanımlayabilirim. Ortaklık kültürü içinde milli değerlerin hepsini, tarihi olayları, bu tarihi olayların etkisi ve katkısı ile oluşmuş folkloru, müziği, sanatı, zanaatı ve benzer değerleri de elbette unutmamak gerekir. Konu derinlik ve ihtiva açısından çok geniş boyutlu olduğu için, fazla dağıtmamak ve sizleri de teknik izahatlarla sıkmamak için bu yazımda ortaklık kültürü kavramının sadece medeniyetle olan ilişkisine odaklanmak ve bu konuyu daha detaylı şekilde izah etmek istiyorum. Ben, her hangi bir şeyin hayat içindeki önemini ve kıymetini o şeyin yokluğunda ortaya çıkan boşluğa göre değerlendiririm. Ortaklık kültürünün ne derece önemli ve değerli olduğu da yok edildiğinde ortaya çıkan boşluklar ve bu boşluğun doğrudan ve/veya dolaylı etkilerinin sonuçlarıyla rahatlıkla ölçülebilir. Ortaklık kültürünün, tarihi öneminin ne olduğunu anlamak için emperyalist milletlerin başka toplumları nasıl sömürge haline getirdiklerini incelemek yerinde olur. Bu hususta yaptığım araştırmalardan çıkardığı özeti şu şeklide şema haline getirerek ilgilerinize sunmak istedim Buradaki en önemli husus, sömürme amacı olan toplumun, hedef toplumu istediği kıvama getirmek için din veya başka bir unsurun kullanmak suretiyle yani en çok bilinen adıyla misyonerlik faaliyetleriyle, hedef toplumun, bilgi kodlarını ele geçirmesidir. Burada özellikle 'din' unsuruna dikkat çekmek isterim. Din, her devirde geçerli olmak üzere bir devletin gerek kendi halkını idare etmek gerekse başka toplumlarla ilgili amaçları için tarih içinde her zaman kullanılmış ve hala da kullanılan önemli bir yönlendirme ve murakabe etme unsurdur. Din, genel yapısı ve imajı itibariyle her zaman masumiyeti, başka insanlara karşılıksız yardım etmeyi, fedakârlığı, diyar gamlığı ve benzeri şeylerin içinde barındırır. Bu durumu, bu alanda çalışan ve hayatını dine 'vakfeden' kişilerin çoğu zaman takdir edilmesini, masum görülmesini, kötü niyetli amaçlarla ilgili kendilerinden şüphe duyulmamasını ve benzer ön yargı ve ön kabulleri ortaya çıkarır. Bu ön yargı ve ön kabullün sonucu olarak, dinin gizle amaçlar için kullanılması her zaman için kolay, zahmetsiz, masrafsız hatta maddi açıdan, bu unsurdan istifade açıkgözler için iyi bir gelir kaynağı ve her daim konforlu ve çok yönlü getirisi olan ekonomik bir faaliyet alanı olmuştur. Bu kısa özetten sonra işin konumuza bakan kısmına dönecek olursak, bilgi kodları öğrenilen toplumun artık kolay lokma haline geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Örnek verecek olursak bir hırsız sizin anahtarınızı nereye koyduğunuz, evinize kaçta gelip kaçta gittiğinizi, çevredeki güvenlik unsurlarını ve benzeri şeyleri öğrenirse aklına koyduğu şeyi gerçekleştirmesi nasıl daha mümkün olursa, toplumsal açıdan bir toplumun zaaflarının, güçlü yanlarının, güvenlikle ilgili sorunlarının başkaları tarafından bilinmesi de benzer sonuçlara ortam hazırlayacaktır. Bu aşama geçildikten sonra yani alınması gereken bilgiler toplandıktan sonra, amaçlanan projenin uygulanması için bu bilgiler orduya iletilir. Buna göre oluşturulan strateji gereği ordu da harekete geçer. Ordu işini bitirdikten sonra yani işgalle, savaşla, fitneyle ve benzeri yıpratma seçenekleriyle gerekenler yapılmasının akabinde sıra işadamlarına gelir. Yeterince tahrip edilmiş, heşlenmiş, ezilmiş, bu olumsuz durumdan kurtulmak için her hangi bir müdahaleye tepki verecek mecali ve insan gücü kalmamış toplum, zahmetsizce sömürülmeye hazır ve nazır haldedir artık. Özet olarak söylemek gerekirse, tipik sömürünün süreci şöyledir; Önce misyoneler bilgileri edinir sonra bu bilgileri ordularına verirler, devlet adamları eldeki bilgilere göre en ucuz ve en kolay yöntemle ilgili stratejiyi tespit ederler, bu sürecin nihayetinde istenilen ortam oluştuktan sonra da işadamları harekete geçerek hedef toplum sömürge haline getirilir. Sömürgeci milletlerin, hedef toplumun bilgi kodlarını ele geçirmesi, onların ortaklık kültürünün bozulması için en önemli husustur. Bu bilgilerle toplumun zaaflarını, güçlü yanlarını, ne yaparlarsa nasıl tepki vereceklerini, nerelerinden vurulurlarsa ne yöne devrileceklerini ve benzeri şeyleri ta en başından bilirler. Ortaklık kültürü tahrip edilen toplumlar kendilerine karşı yapılacak fiziki veya kültürel saldırılara karşı koyamazlar. Bu şaşkınlık, hedefsizlik ve telaş hali yeni hatalara, yeni hatalar da yeni telaşlara ortam hazırladığı için ortaya çıkan durum iyiden iyiye karmaşaya ve yıkıma yol açar. Bu hali en baştan beri hesap eden, sömürgeci kişiler bunun sonuçlarıyla ilgili ihtimalleri de zaten hesapladıkları için işler her zaman onların istediği yönde ilerler. Ortaklık kültürü bozulmuş toplumlar başlarına gelen durumların ne öncesiyle ne de sonrasıyla ilgili bir hazırlıları olmadığından dolayı yenilgiye ve çöküşe maruz kalırlar. Ortaklık kültürü her unsuru ile değerli ve toplumun geleceği için son derece önemlidir. Toplumu bir arada tutan ve geleceğin inşası için mutlaka muhafaza edilmesi gereken kıymetlerden bir kaçı kaybedildikten sonra diğerlerinin de ayakta kalması çok mümkün olmaz. Özellikle sıkça gördüğümüz bisiklet veya benzeri yarışlarında nasıl ki bir kişinin kaza yapması diğerlerinin de kaza yapmasına neden olduğu gibi toplumsal değerlerden biri veya bir kaçı kaybedildiğinde diğerleri de onun peşi sıra devrilmeye ve kaybedilmeye başlar. Bu süreç sonunda yıkımın ve tahribatın farkında olup kendi toplumlarını tekrar düze çıkarmak isteyenler de, söz konusu tahribatların doğrudan veya dolaylı etkileri yüzünden başarı kaydedemezler. Gerçi bu yapılacaklar da daha önceden hesap edildiği için, kazanan taraf hep en başta yıkanlar olur. Bir toplumun sömürgeleşme süreci içinde veya sonuna olduğunun anlaşılması aslında çok kolaydır. Bu halin anlaşılması için aşağıda bazı ip uçlarını sıraladım. Eğer kendi toplumunuzda bunlar varsa, sizin için üzgün olduğumu söyleyebilirim. 1. Ana dil ve o dil içinde olması gereken tüm unsurlar tahrip edilir. Eğitim dili anadilin dışında başka bir dille yapılmaya başlar. Bunun sonucunda ana dil itibarını kaybeder ve bu kaybın doğal sonucu olarak kültürel üstünlük sonradan gelen dile ve o dili anadil olarak kullanan millete geçer, 2. Siyaset ile din yani madde ile mana birbirinin alanına girer ve bir birini tahrip eder, 3.Toplumu oluşturan katmalar arasında ortak paydalar kaybolmaya başlar ve bu kayıpların önlenmesi ile ilgili yapılmaya çalışılan işler takdir edilmez, yapılan işlerin ve bunları yapanların değerleri bilinmez, destek yerine kösteklenir ve bu çalışmaları yapanlar da, onlardan sonra yapmak isteyenlerde ciddi motivasyon kayıplarına uğrarlar, 4. Aile ve aileyle ilişkili tüm normlar yıpranır, mesnetsiz ve gereksiz şekilde tartışmalara konu edilir, 5. Sanat, toplumu birleştiren unsur olmaktan çıkıp, toplumsal ayrışmalar için kullanılır, 6. Sivil toplum örgütleri hiç bir zaman kendilerinden beklenen işlevleri yerine getiremezler. Suiistimaller, yolsuzlular ve benzeri şeylerle iş çığırından çıkarak, bu tip örgütlenmeler kurulma amaçlarında uzaklaştıkları gibi koruması gereken şeylerin tahrip olmasına neden olur, 7.En başta devlet olmak üzere her kurum ve kuruluşta çürümeler, verim kayıpları ve işlev savrulmaları ortaya çıkar. Kurumlara güven azaldığı gibi gelecekle ilgili karamsarlık ve umutsuzluk ortaya çıkar. 8.Görevler liyakate göre değil sadakate göre yapılmaya başlar, 9. Toplumda adalet duygusu yok olur, 10.İdealist, donanımlı, ehliyet sahibi ve toplumun geleceği açısından lokomotif işlevini yerine getirmesi gereken insanlar, değersiz ve önemsiz kişilerin altında ezilir/ezdirilir ve yok olmaya mahkûm edilir. Bu halin devam etmesi gelecek kuşakların maddi güvence unsurlarına yönelmelerine ve manevi değerlerin terk edilmesine neden olur, Bu maddeleri daha da çoğaltmak mümkündür elbette. Bunları yazmamın asıl nedeni bizde bu maddelerin karşılığının olup olmadığını irdelemeniz içindi. Bunların biri veya bir kaçı varsa sömürge adayı veya sömürgeyiz hiç biri yoksa özgür ve mutlu bir ülkeyiz demektir. Bu konuya bir girersek hem kolay, kolay çıkamayız hem de konu mecrasından çıkabilir. Bununla beraber kimseyle de polemiğine girmeye niyetim de yok. Bana inanmayan yakın tarihe bir baksın görmesi gerekeni görür zaten. Buraya kadar olan kısmı bir girizgâh olarak görürsek şimdi medeniyeti oluşturan diğer unsurlara geçebiliriz. Aşağıdaki görsel çalışmada yer verdiğim gibi medeniyetin oluşması için en önemli şey olan ortaklık kültürünün üzerinde üç ana unsur daha yer almalıdır. Bunlar özgür birey, örgütlü toplum ve demokratik devlet unsurlarıdır. Bu unsurlar da bir birlerinin ayrılmaz parçasıdır ve biri olmazsa diğerlerinin hiç bir anlamı olmaz veya istenilse de olamaz. Ortaklık kültürü, eşitler arasında ağırlığı ve önemi açısından daha farklı bir yere sahiptir çünkü o olmazsa diğerlerinin ayakta kalacağı bir zeminin varlığı mümkün olmaz. Bunun yanında ortaklık kültürü bütün hataların telafi edilmesi, bütün hasarların tamir edilmesi ve bütün kusurların giderilebilmesi için her zaman için son bir şans olarak bir şekilde ortaya çıkabilir ve her türlü geri dönüşü mümkün hale getirebilecek bir gizil güce sahiptir. Özgür bireylerin örgütlü toplumu oluşturması ve devletin de bu tip oluşumlara destek olması bir toplumun toplam kalitesinin artmasının olmazsa olmazıdır. Özgür bireyin gelişmesine ve vatandaşlarının örgütlü hale gelmesine imkân sağlayan devlet aslında kendi bekası için en önemli şeyi yapmış olur. Bir devletin gücü ürettiği medeniyet seviyesi ile ölçülür zira bir toplumun ürettiği medeniyet buz dağının görünen tarafıdır. Bir devletin güçlenmesi ve güçlü kalabilmesi, o devletin vatandaşlarının bireysel kalitesi ve idrakinin seviyesi ile ilgilidir. Devletin demokratik yani adil olmaması yöneticilerin özgüvensiz ve o mevkie uygun olmadıklarının emaresidir. Kedine güvenen ve bu hususta gerekli donanım ve birikime sahip olan yöneticiler zaten haklarının da öyle olması için gereken çalışmaları yaparlar. Gelişmeye yönelik faaliyetlerden kaçınmak devletin kendi bekası açısından da alabileceği en büyük risktir. Kendi insanının gelişmesini kendi iktidarına karşı bir tehlike olarak görenler zaten o iktidarı isteseler de zorlasalar da vurup kırsalar da devam ettiremezler. Tarih iki farklı seçimin örnekleriyle ziyadesiyle dolu. Bireysel olarak gelişmemiş insanlar belki güdülebilir, kontrol edilebilir ve istenilen şekle bir müddet için sokulabilir ancak insanları metazori ile bir şey olmaya yöneltmek asla sürdürülebilir bir durum değildir ve uzun vadede bunu başaran kimse de olmamıştır. Medeniyet, asıl manası itibariyle, insanların kendi yaşadıkları zamanda kendileri için ürettikleri ancak kendilerinden sonra gelen kuşakların hayatına da olumlu yönde katkı yapacak ve onların da kendilerinden sonrasına geliştirerek aktardıkları kişisel, sosyal ve teknik gelişmelerin toplamıdır. Medeniyet geniş manası ile, insanların kendilerinden sonra gelecek kuşaklara karşı bir nevi etkinlik borcudur. Bir Kızılderili atasözünde olduğu gibi; Dünya atalarımızın mirası değil, torunlarımızın emanetidir. Bu bakış açısına sahip olmayan toplumlar teknik manada gelişme kaydetse de medeniyet anlamında bir şey üretemezler. Bu bağlamda baktığımızda Avrupa ve daha sonra Amerika tarafından üretildiği söylenen medeniyet aslında medeniyet değil teknik gelişmedir. Batı diye adlandırdığımız kültür, yukarıda bahsettiğim hileli ve insanlık dışı yol ve yöntemlerle ulaştığı zenginlikler, teknik ilerleme ve gelişmeleri medeniyet ve kültürel üstünlük olarak görmüş ve ezdiği toplumlara da bunu benimsetmiş ve kabul ettirmiş olsa da öz itibariyle medeniyet namına ciddi bir gelişme kaydedememişlerdir. Medeniyet sizden sonrasına, sizden öncekilerden aldıklarınızı geliştirerek ve daha iyi olarak devretme basiretidir. Oysa batı aldığı hiç bir şeyi, daha sonrasına iyi ve doğru şekilde devretmemiş, bencillik ve aç gözlülüğü yüzünden, çevreyi, canlı türlerini, yerel kültürleri, toprağı, tohumu, okyanusları, gökyüzünü şimdi de uzayı kirletmiş ve ciddi manada tahrip etmiştir. Bozduğu yerlerdeki insanların ortaklık kültürünün hasar görmesi, olumlu manada oluşacak farklı çözüm önerilerinin de heba olmasına neden olmuş ve bu itibarla insanlığın toplam gelişmesine de ciddi zararlar vermiştir. Sonuç itibariyle medeniyet dediğimiz kavram insani bir şeydir ve insana yakışmayacak tercihler yapanların da medeniyet üretmesi mümkün değildir. Medeniyet üretebilmek için yapılması gereken ilk hareket bireysel manada insanınkendi içinde gelişmesini sağlamaktır. Bu gelişme ve değişme sürecinde yapılması gereken en önemli şey de hayatı ve insanı anlamakla ilgili tüm kültürler ve inançlar üstü olacak şekilde ancak bunların hepsinde var olan olumlu yönler dikkate alınarak tekâmül yolunda çalışmaya gayret etmektir. Tarafsız ve doğru bir şekilde önce kendimizi, sonra da yapabileceklerimizi tam olarak tespit etmeden ne bireysel ne de toplumsal olarak bir gelişme göstermemiz pek mümkün değildir. Özet olarak söylemek gerekirse bireysel olarak özgür ve kendini bulabilmiş insanlar, sağlıklı ve verimli örgütlü toplumu, bu seviyede olan kişilerce kurulan örgütlü toplumlar da adil, sağlam ve demokratik devleti oluşturabilir. Son olarak önemine binaen ve altını çizerek şu hususu da belirterek yazıma son vermek istiyorum. Güçlü ve kalıcı olmak isteyen ve medeniyet üretmek gibi bir hedefi olan devletler vatandaşlarının özgürlüğünü her yönüyle korumayı bilen ve onların örgütlü toplum olması için her zaman destek olan devletlerdir. Tarih bu hususu gerçekleştiren ve gerçekleştirmeyen veya istese de gerçekleştiremeyen örneklerle doludur. Saygı ve dua ile, Fahri Akmansoy