Yazılı kültürümüzün temelindeki yazılı taşlardan Kültigin Bengütaşı’nın güney yüzünde kazılanlar, sırf tarihin, geçmişin hakikatleri mi?
Yüzyıllarca susan ve ancak 19. Yüzyılın başında dili çözülen bu kitabeler bugünün gerçeklerine de işaret ediyor olamaz mı?
Türk/Köktürk tarihi, komşu Çin’in tarihi ile birlikte okunmak zorundadır. Kitabelerde Çin/li geçmez. “Tabgaç budun” yani Tabgaç milleti denilir.
[Tabgaçlar altını, gümüşü, ipeği, ipeklileri kolayca verirler. Çin halkının sözleri tatlı, ipeklileri yumuşakmış. Tatlı sözle, yumuşak ipeklilerle kandırıp uzaktaki halkları bu şekilde kendilerine yaklaştırırlarmış. Yakına yerleştikten sonra da fesatlıklarını o zaman gösterirlermiş. Bilgili ve yiğit insanları ilerletmezlermiş… Çinlilerin tatlı sözlerine, yumuşak ipeklilerine kanıp ey Türk halkı çokça öldün. Kötü insanlar şöylece akıl verirlermiş: “Uzakta isen Çinliler ipeklinin kötüsünü verirler, yakındaysan iyisini verirler”…]
Bugünün diline aktarılan bu ifadelerin benzerleri Bilge Kağan kitabesinde de yer alıyor. Bu metinler yazıldığında, Çin ile komşu idik. Bu yakınlığın meydana getirdiği tehditler ve tehlikeler böyle sözlerin kayda geçirilmesine yol açmış olabilir. Köktürk tarihinin iki büyük siması, milletlerine öğüt vermek kastıyla bu sözleri söylemişlerdir.
Şimdi Çin’den çok uzağız…
Gerçekten öyle miyiz?
Çin işgali altındaki Doğu Türkistan’ı ne yapacağız? Hemen bitişiğindeki Kırıgızistan, Kazakistan, Özbekistan ne olacak?
“Uzak düşmandan korkmamak lâzım”, deyip geçebilir miyiz? Ya uzak düşman binlerce yıllık taktikleri ile sizi yakınına çekiyor veya bir şekilde yakınınıza geliyorsa?
Türklerin miras olarak sürdürdükleri bir karakterleri yok mudur? Hadi bunu bir tarafa bırakalım: Fakat “Çinlilerin kültürel mirasları, onları yüzyıllar sonra da aynı şekilde hareket etmeye yöneltiyor” desek yanlış bir şey söylemiş olabilir miyiz?
Hilmi Ziya Ülken’in Veraset ve Cemiyet diye bir kitabı var. Bir genetik/ırsî miras vardır, bir de “içtimaî”, yani sosyal miras. Topluluktan, cemiyetten alınan tesirler sonraki nesillere, çocuk daha ana karnındayken geçer. Sosyolojik ve fizyolojik tesirlerin ortaya çıkardığı ırk da “içtimaî ırk”tır…
Yüzyıllar önce Çin baskısından kurtulmaya çalışıyorduk. Şimdi bütün dünya giderek daha fazla hissedilen Çin baskısının gelecekte nasıl bir şekil alacağını düşünmek zorunda.
Biz Avrupa emperyalizmini, Amerikan emperyalizmini iyi biliyoruz. Şimdi bilmemiz gereken farklı bir emperyalizmin dünyayı istila etmekte olduğu! Avrupalılar 18., 19. Yüzyılda dünyayı bizzat o ülkelere gidip sömürgeleştirdiler. Artık ülke işgal etmeden yürüyen bir sömürgeleştirme tarzı ile karşı karşıyayız.
Çin’in yeni siyasetinde ipekli kumaşlar değil, ipekten yumuşak dolarlar var! Çin bu dolarlarla ekonomik sıkıntı içinde olan ülkeleri teslim alıyor. Az gelişmiş 45 ülkenin G-20 üyesi ülkelere borçlarının %60’tan fazlası Çin’in alacaklarından oluşuyormuş. Bu oran on yıl içinde yüzde yirmi artmış!
Çin özel ikili anlaşmalarla ihtiyacı olan ülkelere kredi veriyor ve bu kredinin hacmi sürekli genişliyor. Çin’in “borç tuzağı diplomasisi” yürüttüğü iddialarını bir yerlere kaydetmemiz gerekiyor.
İktisadî rekabet Çin’in lehine gelişiyor!
Dünya iktisadında ABD’nin mutlak hâkimiyeti devri geride kalıyor. ABD, Çin ve AB, her biri dünya gayri safi hâsılasının (GSH) takriben %15’ine sahip olarak, dünya ekonomisinin yaklaşık yarısını temsil ediyor. ABD’nin payı zaman içinde azalıyor, Çin’in payı ise son yirmi yılda süratli artış gösteriyor. Bugün GSH büyüklüğü olarak ABD hâlâ önde görünüyor, fakat Çin’in 2030’da ABD’yi geride bırakacağı tahmin ediliyor.
“İyi ya, geride bıraksın, bu zâlim sömürgecilerden kurtuluyoruz”, diyebilir miyiz?
Keşke diyebilsek! Bir “Çin işkencesi” olduğu gibi, bir de “Çin emperyalizmi” var!
Çin’in borç verme anlaşmalarında esas maksadın Çin mallarının ihracını kolaylaştırmak olduğu tahmin edilebilir. İkinci sebep milletlerarası planda Çin’e yönelik eleştirileri ve özellikle insan hakları ihlalleriyle ilgili tepkileri etkisizleştirmek. Doğu Türkistan’daki Çin zulmü neden dünyada yeterince tepkiyle karşılanmıyor? Çin elçilikleri bulundukları ülkelerde, Doğu Türkistan meselesi açıldığında, hakarete varan tepkiler göstermek cüretini nereden buluyor?
Çin güya “komünist” bir ülke, tam manasıyla devletçi-milliyetçi bir kapitalizm sistemi oluşturulmuş durumda. Çin’in borçlandırma usulü borç verilen ülkeyi susturmaya yönelik hükümler ihtiva ediyor. Bu borç anlaşmalarının tamamen gizli tutulması şart koşuluyor. Böylece borçlandırılan ülkelerin gerçek borçlanma durumu bilinemiyor ve borçlanma şartlarından haberdar olunamıyor. Bu gizlilik çok yönlü sıkıntılara işaret ediyor. Bu kredilerin kullanılması ile ilgili yolsuzlukların da bilinme ihtimalini ortadan kaldırıyor.
Çin’in borç anlaşmalarında dikkat çeken ikinci şart, Çin’in alacaklarının diğer alacaklılardan öncelikli sayılması. Borçlu ülke borç yapılandırmasına gitmeye mecbur kaldığında, Çin’in alacaklarının OECD bünyesinde borç yapılandırmalarını yürüten Paris Kulübü’nden önce ve ondan müstakil olarak ödenmesi şart koşuluyor. İleride çıkabilecek anlaşmazlıkların çözülmesi için Çin mahkemeleri ve Çin tahkim kurumunun yetkisinin kabul edilmesi de anlaşmalara konuluyormuş.
Birçok anlaşmada borçlu ülkenin ihracat gelirlerinin bir kısmının, alacağın teminatı olarak, borçlu ülke dışında, ya da Çin’de yerleşik bir bankada toplanması şart koşuluyor. Borçlu ülkenin bu hesapta biriken parasını kullanması Çin bankasının izni ile mümkün olabiliyor. Çin malî kuruluşları kredi verirken, garanti olarak, borçlandırılan ülkedeki bazı varlıkların, bilhassa da limanların mülkiyetine rehin olarak el koyuyor.
Bütün bunlar yeni ve alışılmadık bir sömürgecilik tarzına işaret ediyor. Dünyayı kredileriyle susturan bir dev var karşımızda. Ekonomik imkânlarını politik çıkarlarına âlet eden ve adım adım dünyada ağırlığını artıran bir devlet. Çin belası, daha önceki belaları geride bırakacağı benziyor. Bu yüzden bu konuda insanlığın teyakkuz halinde olması lâzım.
Türkiye Çin’in borçlandırma tuzağına düşmemeli!
Türkiye’nin Çinle iktisadî ilişkileri hızlı bir gelişme seyri takip ediyor. Bu esasen şaşırtıcı bir durum değil. Fakat, gelecekte meydana getireceği sıkıntıları da düşünmek, tedbir almak gerekiyor.
Başka milletlerin Orhun Kitabelerinden haberi olmayabilir, bizse o bilge hükümdarların öğütlerini çok iyi biliyoruz! Bu Çin, karakter olarak binlerce yıllık Çin, değişen bir şey yok! Şekil değişse bile öz değişmiyor!
Türkiye’de kamuoyu Çin’in Doğu Türkistan’daki asimilasyon ve soykırım uygulamaları konusunda yavaş yavaş sesini yükseltmeye başlıyor. Fakat henüz yönetim nezdinde bu konuda sonuç alıcı bir tepki görülmüyor.
ABD ve Avrupa’nın zaman zaman hasmane tavırlarına muhatap olan Türkiye’nin dengeleyici bir siyaset takip etmesi kaçınılmaz. Fakat bu siyasetin insan hakları konusunda bir engel teşkil etmemesi de gerekir. Çinin borçlandırma tuzağına düşmemek asıl mesele!
Çin uzağımızda ama Orhun Kitabeleri hepimizin malûmu. Dönüp bir daha Çinlilerle ilgili bu kitabelerde ifade edilenleri dikkatle okumakta fayda var! Fıtrat değişmiyor demek ki!
Kendimiz okuduğumuz gibi, bütün dünyaya okutmak yönünde çalışmaktan da insaniyet namına geri kalmamamız lâzım!