Piyasalar

Önce Sümer’iz, sonra Eti!

Punto:

Türkçe Şûrası münasebetiyle-

Türkçemizle çok iftihar ediyoruz, övünüyoruz; acaba o da bizden memnun mu? 

Türkçe çok merhalelerden geçti, 20. Yüzyıla sâlimen ve güçlü şekilde ulaştı. 20. yüzyılda dilimizin başına gelenler/getirilenler, başka hiçbir dilin başına gelmedi. Çünkü türkçe “devrim”e maruz bırakıldı.”

“Revulation”, yani revulasyon, Fransızlara mahsus bir kavram. Onlar revulasyon yaptı: “Révolution Française.” Buna “Fransız ihtilali” dedik. Diğer dillere fransızcadan geçti bu anlam. Nedir revulasyon?

Fransızcası bir tane de türkçesi dört tane!

İhtilâl, inkılâp, devrim, dönüşüm!

Seç beğen al!

Geçmiş yüzyıllarda bazı dilleri ıslah etmek için birtakım uygulamalar yapılmıştır. Bunlar “reform” olarak adlandırılır. Sadece türkçe dil inkılâbına, devrimine maruz bırakılmıştır. Bu da 20. Yüzyılda olmuştur. Batılı dilciler dilin devrime uğratılmasını akıllarına sığdıramadıkları için Türkiye’de yapılan işe “reform” demişlerdir.

“Dil devrimi”nin 90. Yıldönümüne az kıldı!

Önümüzdeki yıl kutlayacağız(!).

Dilimiz “devrim”den önce nasıldı, “devrim” sonrası ne durumda? Daha doğrusu günümüzde türkçe ne hâlde?

Bir durum tesbitine ihtiyaç yok mu? Buna “hayır” demek mümkün değil. Bunun için geniş katılımlı ve geniş ufuklu bir toplantı yapılması gerekiyordu. Bu öncelikle dilcilerin, edebiyatçıların, felsefecilerin meselesi idi. Fakat dilimizin çeşitli sahalardaki meselelerinin de konuşulması lâzımdı. İlim dilimiz, konuşma dilimiz, din-ilahiyat dilimiz, eğitim-öğretim dilimiz, hukuk dilimiz, tıp dilimiz, fen dilimiz, sanat dilimiz, haberleşme-medya dilimiz…

Konuyu ilgili ilim ve fikir adamlarımızla görüştük, yazıştık. Bazı dilciler (ideolojik saikle) katılmak istemedi. İdeolojik takıntılarını bir yana atıp keşke bu yüksek seviyeli toplantıda bulunsalardı. Eğer dertleri türkçe ise, bunu yapmaları gerekirdi.

Böyle bir faaliyet için akla gelen ikinci gönüllü kuruluş Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği idi. Onlar da heyecanlandılar. TYB başkanımız, aynı zaman Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (ASBÜ) rektörü. Bu işin içinde üniversitenin de olması lâzımdı. Ve nihayet türkçeyi bütün dünyada öğreten Yunus Emre Enstitüsü de faaliyet ortağı oldu.

Türkiye salgın şartlarından tam olarak kurtulamadığı için büyük kalabalıkların katılacağı bir faaliyet düzenlenemezdi. Mütevazı bir salonda, konuşmacıların ve müzakerecilerin, bir de konuyla birinci derecede ilgi duyanların bulunmasının uygun olacağı sonucuna varıldı.

ASBÜ’nün böyle bir salonu vardı…Sümerbank binasında!

Belki şaşırtıcı gelecek ama “Dil devrimi”nin görünürleştiği yerlerden biri Sümerbank’tı.

Hikâye uzun, mümkün olduğu kadar kısa anlatacağız…

Önce Sümerbank’ın şahsî hayatımızdaki yerinden bahsedelim.

Tevellüt 1947! İlk nüfus kâğıdı çok yapraklı olanlardanız.

Doğar doğmaz nüfusa kaydettirmişler bizi. “Şimdi de öyle” diyeceksiniz. Şimdiki gibi değil, Ankara’nın bir ilçesinde doğmuşuz, Ankara merkezinde meşhur Doğumevi bizden iki sene sonra açılmış. Hoş daha önce açık olsa da o günün şartlarında valide hanımın Ankara’ya, Doğumevi’ne götürülmesi müşkil iş. Ailenin ebelik yapan hanımlarının yardımı ile halledilmiş mesele. Ve sıcağı sıcağına nüfus kâğıdımız alınmış.

Nüfus dairesinden sonra ilk gidilen yer: Sümerbank!

Fakirin çok yapraklı hüviyet varakasının sonlarında bir damga vardı: “Sümerbank bez verilmiştir”! 2. Dünya Harbi biteli 4 sene olmuş ama Türkiye hâlâ kıtlık şartlarında.

Sümerbank binası Ulus Meydanı’ndadır. Aslında bu meydanın adı Millet Meydanı idi! Bir tarafında ilk Büyük Millet Meclisi vardı, bir tarafında ise Millet Bahçesi! Millet Bahçesi çarşıya çevrilmiş; Millet Meclisi “Ulus” Meclisi yapılamamış, meydanın adı değiştirilmiş. İşte dil devriminin icraatlarından biri!

Ya Sümerbank?

1929 İktisadî buhranı Türkiye’yi de derinden sarstı. Dünyada ziraî mahsullerin fiyatı keskin bir düşüş gösterdi, bu da Türkiye’nin tarıma dayanan iktisadî yapısını sarstı. Orta Anadolu köylerinde “Ekonomi Bakanlığı”nın yaptığı bir araştırmaya göre, köy nüfusunun bir kısmı yeterince ekmek bile bulamıyordu. Çok un tüketenler köyün zenginleri idi!

Açlık, yokluk, sefalet büyüdükçe okur yazarları meşgul edecek bir meşgaleye ihtiyaç duyuldu ve öyle anlaşılıyor ki, Dil Devrimi’nde karar kılındı! Tabiî tek sebep bu değil. Millet dille yatırılıp kaldırıldı. Sanayiye yatırım yapacak sermaye birikimi yok. Devlet bazı teşekküller kurarak sanayi yatırımları yapmaya başladı. Sümerbank 1933’de kanunla kuruldu. Daha çok mensucat (şimdi tekstil deniliyor) sahasına yatırımlar yaptı. Tabiî yatırımlar daha sonra çeşitlendi. Bu arada 1810’da kurulan Beykoz Deri Fabrikası, 1836’da kurulan Feshane gibi köklü Osmanlı kurumları da Sümerbank’ın bünyesine alındı.

Sümer-Bank türkçe bakımından kusurlu bir kelimeydi. “Sümer Bankası” denilmeliydi. Daha sonra Deniz-Bank’ın kurulması ile ilgili kanun görüşülürken bu konuyu dile getiren Sadri Maksudi Arsal kurumun ismi Atatürk tarafından konulduğundan linçe tabi tutuldu ve milletvekilliğinden ayrılmak zorunda kaldı.

Neyse bizi Sümerbank değil, bina ilgilendiriyor. Sümerbank binası eski Ankara’nın sembol yapılarından Taşhan’ın yerine inşa edilmiş. Yarışmayı bir Türk mimar kazanmış olmasına rağmen bir Alman mimarın projesi uygulanmış. Alt katlar, teşhir ve mağaza, yukarı katlar bürolar. Geçmiş yıllarda Sümerbank binasına girmişliğimiz vardır, tabii alt katlarına. Ya ayakkabı almışızdır ya pijama veya kaput, basma… nevinden şeyler! Üst katlarla bir işimiz olmamıştır elbette!

İşte bu binanın en üst katında, Cumhuriyet Ankara’sının merkezine bakan bir salonda Türkçe Şûrası toplanıyor…Böylece biz de Sümerbank’ın üst katlarına çıkma fırsatı buluyoruz.

Binanın adı bir dil devrimi mahsulü! Yani türkçesi bozuk!

İşte burada, iki gün boyunca türkçenin dününü, bugününü ve geleceğini konuştuk.

1.Türk Dil Kurultayı’nda en çok geçen isimlerdin biri “Sümer”. Bütün dil devrimi kadrosunda yer alan dilciler Sümerlilere atıfta bulunmuşlardır. Türkçenin Hind-Avrupa Dili olduğu iddia edilmiş, türkçenin kökünün Sümerceye gittiği ısrarla savunulmuştur. Yazılı medeniyetin temelinde Sümerler var. Öyleyse onların Türk olması gerekir! Yaşayan bir medeniyeti, Osmanlıyı öldürürken binlerce yıl öncenin ölü bir medeniyetini diriltmek! Velhasıl acayip bir iş!

*

Sümerlerle coğrafî alâka kurulamıyor. Sümerler Basra körfezine yakın bir bölgede yaşamışlar. Anadolu nere, oralar nere! Her halde bu coğrafî uzaklığı telafi etmek için Anadolu’nun merkezinde devlet kuran Hititler hatırlanmış. Hatta Hitit yapılmış “Eti”. Ahi de Eti’dir zaten! Al san Ahi Mes’ut yerine “Etimesğut”!

Zamanımızın tarihçileri bu bağlantıları ciddiye almıyorlar. Hele de Hititlerin Eti yapılmasından fena halde rahatsız oluyorlar. Yani bugünün ilminde “Eti” yok. 1930’larda bir Eti-Bank kurulmuştu. O da madencilik işleri ile uğraşırdı. Şimdi o da yok!

Velhasıl, “Türkçe Şûrası”, güzel bir başlangıç oldu.