Öğretmenler günü mesajlarının hatırlattıkları
Her şey bir vatandaş yazdığı bir mesaj ile başladı:
“Tanıdığım tüm öğretmenler düşünmeyi değil, kendi düşündüklerini öğretmeye
çalışıyorlardı”.
Evet tam olarak böyle diyordu. Bu önerme test edilmesi gereken bir hipotez gibi duruyordu.
Toplumun ahvaline baktığımızda maalesef düşünce üretimi konusunda, yeterli üretim
teçhizatımız yokmuş gibi ciddi bir yoksulluk yaşıyoruz. Düşünce üretimi teçhizatını imal
etmek veya tamir etmek görevi üstlenen öğretmenlerimiz üzerlerine düşen görev ve
sorumluluğun farkında mıdırlar?
Zaman bir çok şeyin ilacı olsa da eğitim sistemimiz ivmesi giderek artan bir entropiye
maruzdur. Düşünce üretebilme araçlarını yok eden bir gayri-müesses/sosyal eğitim sistemi ve
bu sistemin müesses eğitim kurumları maalesef düşünebilen ve tenvir edebilen münevver
yetiştiremiyor. Fikir ve düşüncenin; kiralama, intihal veya klonlama yoluyla edinildiği
rasyonaliteden uzak, tarafgir siyasetin, bireyselliği günahkarlık ile itham eden cemaatli
toplumun ve düşünsel faaliyetin şeytanlaştırıldığı mistik-ruhani insan tipi örgütlenmelerinin
egemen olduğu bir toplumda öğretmen olmak ya da olabilmek kolay mı? Düşünce
üretememeye hapsolmuş, iradesi ipotek altına alınmış ve entelektüel yetileri iğdiş edilmiş
kalabalıklara düşünebilmeyi öğretmek mümkün müdür? Zihnini kiraya vermenin yarattığı
konfor, seçim yapma veya karar verme sorumluluğunun yarattığı stresten kurtulmak için
düşünme ve karar yetkisini başkasına ihale eden konformist tutumun bir bedeli var. Bu bedel
müesses sistemlerin maruz kaldığı entropidir.
Çünkü düşünmek bedel ödemeyi göze almaktır, düşünmeyi öğretebilmek ise daha büyük bir
bedel ister. Düşünmek eylemi, kendisine dayatılmış zorunluluğa meydan okumaktır.
Öğretmenler gününü kutlamak için bir başkası öğretmen için şöyle ithafta bulunmuş: “İdealist
ve fedakâr ve üstelik sümüklü böcek gibi kabuğuna çekilmiş çocukları bile kabuğundan
çıkaran muazzez ruhlara” Bu ithaf öğretmen için iyi bir tanımlama yapmaktadır. Teori ile
pratik ayrımını dikkate aldığımızda kabuktan çıkarma yeteneği kazandırılmış öğretmen
bulmak için öğretmen yetiştiren yüksek öğretim kurumlarının da maharetine ihtiyaç var. Bu
kurumlarda düşünce, bilgi ve fikir üretimi ne aşamadadır? “Kabuktan çıkarma” yeteneği
kazandırmak için istihdam edilenlere baktığımızda bir başka manzara karşılıyoruz.
Bu manzarayı yine öğretmen günü mesajları üzerinden tarif edelim. Toplum; öğretme, eğitme
konusunda bazı önemli inanışlara sahip. “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum”
cümlesini ömründe en birkaç kere telaffuz etmeyen vatandaş neredeyse yoktur. Bu minval
üzere ister dershanede öğretme işi üstlenen kadrosuzlar olsun ister öğretmen ister
akademiysen olsun vatandaşın gözünde “bir harf öğreten” olarak “eğitme, öğretme,
yetiştirme” gibi kutsal bir görevi ifa ediyor. Bu çerçevede akademisyenlere de kutlama
mesajlar geliyor. Çünkü onların da diğer rollerinin yanında bir rolü de öğretmenlik. Diğer
rolleri nedir acaba şeklinde bir soru akımıza gelebilir. Bu sorunun cevabından önce şunu ifade
etmeliyim ki kanaatimce “bir harf öğretmek”, düşüne-bilme yetisi aşılamak, özgür kılabilecek
cesareti verebilmek, kabuğundan çıkarmak gibi vazifeleri olan öğretmenlik çok daha başka bir
şey… daha önemli ve daha mübarek bir vazife. Küçük fidanları nitelikli ormanlara dönüştüren
toplumsal malzeme mühendisleridir öğretmenler. Küçükleri büyütürler.
Böyle bir görevleri var. Akademisyenler ise bu öğretmenleri bu sosyal malzeme mühendislerini yetiştiren taraf
olarak sahnedeki rolü itibariyle “makine üreten makina” olmaklığını yerine getirmektedir.
Bazı akademisyenler, öğretmenlerin yetiştirdiği çocuklardan daha büyük çocukları
yetiştirdikleri için kendilerini öğretmenden bir numara büyük sayıyor ve öğretmenler
gününden nasiplerinin olmadığını ve olmaması gerektiğini üstenci bir tavırla ima ediyorlar.
Haklılar da … Ama üstten bakan tavırları itibariyle değil, hak etmedikleri için haklılar.
Aslında öğretmenler günün akademisyenler için ihdas edilmediğini bilseler belki kıskanırlar
bile. Kutlama tebriklerini karavana atılmış bir ok gibi değerlendiren bu büyük çocuk yetiştiren
zevat ne yapıyor acaba? Üretebileceklerini üretebiliyorlar mı? Kabuğundan çıkarma becerisi
olan mevcut insan kaynağı ile ölçülebilecek akademik performans maalesef tatmin edici
olmaktan uzaktır. “Milli akademiyamızın ürettiği bütün eser, tez, makale ve kitapları yok
etseniz dünya bilimi ne kaybeder” şeklinde bir araştırma sorusu sorsak ve bunu test etsek nasıl
bir sonuca ulaşırız? Biraz ağır bir soru oldu ama kanaatimce ölçmeye değer. Doğu ve batıda
sınırdaş olduğunuz komşu ülkeler bile eğitim konularındaki başarıda bizden öndeler. Varın
gerisini siz hayal edin.
Öğretmen yetiştirenler olarak zayıf performansımızın yükünü öğretmene yüklemek elbette
haksızlık olur. Bu nedenle öğretmeni pozitif ayrıştırmak gerek. Ancak biz, ayrıştırıcı vasıf ve
hususiyetlere odaklanmayı sevmeyen, her şeyi birbirine bulayıp boca eden, şeylere bulanık ve
opak nazarlarla hissiyat yükleyen, müsavi ve karşıt manalara çekilebilir jargonları kavramsal
netliğe tercih eden bir toplumun kurbanları olarak zarardan payımıza düşeni almak
zorundayız.
Toplumsal deformasyonunun maruzu müesseselerimiz ve bizler ayrılmaz gereklilikler ve
ayrıştırıcı vasıf ve hususiyetlere direnip kurbanı olduğumuz tuzaklardan çıkmayı
reddediyoruz. Bir şeyleri doğrultma çabası, alışıp bir ölçüde varlığımızı sürdürme rotası
çizebildiğimiz konfor tuzağın yıkılması kaygısına karşı tedirginiz. Akademisyeni
düşünce/bilgi üretimine göre değil de kaç çocuk mezun ettiğine göre ödüllendirip
cezalandıran nev-i şahsına münhasır milli üniversite çarkı da akademisyenleri
öğretmenleştirme algısı oluşturmanın bir devamıdır.
Akademik kurumlar sözde akademik kurumlar olmanın ötesine geçemiyor bir türlü. Yüksek
lise formunda tanımlanmış milli tip akademisyenlikte, akademisyenliğin asli vazifesi olan
bilgi ve düşünce üretimi hep kişisel ve yan ürün gibi kalmıştır. Yüksek lise öğretmenine “aptal
değilsin ya hem öğreteceksin hem de unvan almak için adı yayın olan bir şeyler yapacaksın,
puan toplayacaksın, engellerin üzerinden zıplayacaksın, bonus olarak unvanları
toplayacaksın” görgüsüzlüğü de cabası. Araştırma dediğimiz şeylerin mühim bir kısmı “diğer
ucunda peynir olan bir labirentten çıkmaya çalışan fare içgüdüsünü” çağrıştıran araştırma ve
yayınlardan ibarettir ve insanlığın derdine derman olacak bir potansiyele sahip değildir. Çoğu
zaman bu şeylerin, yeni fikirlerle, yeni düşüncelerle, icatlar ve patentlerle yolu kesişmiyor.
Buna rağmen ciddi ve gerçekten fikir ve bilgi üreten akademisyenler de yok değil. Sosyal
üretim sisteminin kabul sınırları dışında kalan bu arızalı çocuklar, bu nitelikli
akademisyenlerin miktarı Anadolu ariflerinin tarif ettiği deli-veli miktarından fazla değildir.
Öğretmen….
O bir inci avcısıdır, şüphesiz ki, zor sosyal ekonomik şartlar altında, en az bir maden işçisi
kadar alnından ter dökerek birilerini kabuğundan çıkarmaya çalışsa da her kabuktan inci
çıkmaz. Özel sektör kurumlarında, amele kadar eğitimli patronların sultası altında köle
muamelesi gören öğretmenler var. Aslında vadesi ve eceli ile ölen her öğretmen şehittir ama
kurşun ile şehit olanlar var. Sosyal malzeme mühendislerimiz olan öğretmenlerimiz,
yaşadığımız zaman diliminde her geçen yıl biraz daha değer kaybediyor. Zaman zaman
veliden, zaman zaman deliden, zaman olur öğrenciden şiddet görür. Ama bunlardan hiç biri
onun azmini kırmadı ama en büyük yılgınlığı bir zamanların meşhur uygulaması olan “147
alo öğretmen şikâyet hattı” ile yaşadı. Şükür şimdi o yok ama …
“Bilinmelidir ki istiklalimiz ve istikbalimiz öğretmene verdiğimiz değere göre
şekillenecektir.”
Tüm öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun.
Muhsin HALİS