Nurettin Topçu Yarınki Türkiye kitabının önsözüne “Anadolu’nun kurtuluş savaşı ruh cephesinde henüz yapılmadığı” serzenişi ile başlar. Yine Büyük Fetih kitabında “ikinci fethimizin kapısı milli maarif davası olmalıdır” diye devam eder.
Yarınki Türkiye kitabının 1961 ve 1972 baskıları kapak sayfası resmi, Yunus Emre’nin mezarı önünde açılmış kitap resmidir. Yağmur Yayınları sahibi İsmail Dayı kapak resmi fikrini ressam Ayhan Erer’e Nurettin Topçu’nun söylediğini “Nurettin Topçu‘ya Armağan” kitabında anlatır.
Yarınki Türkiye kitabına önsöz yazan Ali Fuat Başgil “Yarın bir hayal levhası değil bugünün bir çalışma planı ve bir vazife program” olarak tespit eder. Topçu, Yarınki Türkiye kitabını kapağından anlaşılacağı üzere Anadolu’nun yeniden fethini Yunus Emre ile başlatır.
Nurettin Topçu, Benliğimiz (Yarınki Türkiye) denemesinde özetle Anadolu toprağının vatana dönüşürken geçirdiği safhaları anlatır ve bu safhaların maddi boyutları yanında manevi boyutları üzerinde geniş mülahazalar yapar. Toprağın mayalanmasında Yunus Emre’yi zikretmeden geçmez. O’na göre “Anadolu’nun ruhundaki benlikle savaşan kahramanları arasında başı göğe değen Yunus Emre’yi hatırlamak lazımdır.”
Topçu’da benliğin oluşması ve kâmil insana ulaşmak için Yunus önemli bir figürdür. “Çiğdik piştik Elhamdülillah diyebilmek için 40 yıl pirinin dergâhına sırtında odun taşıyan Yunus ruhu gaye, maddeyi ona ulaşmak için vasıta bilen Anadolu çocuğunun cetlerinin en özlü tarafıdır. Yunus’un temsil ettiği insan, çiğlikten kurtulmuş, olgun ve özlü insandır. Bu insanın, ruhunu hürriyete kavuşturmak, benliğini yenmek için, içinde ve dışında yaptığı savaş, bizim yüzümüzü ağartacaktır.” Sadece dış mücadeleden değil bir iç mücadeleden de bahsederek kâmil ve olgun insana ancak içeride verilecek mücadelenin kazanılması ile mümkündür.
Nurettin Topçu, Kuvvet (Var Olmak) denemesinde kuvvetin dışsal kuvvet ve içsel kuvvet olarak izah ederken dıştaki kuvvet yani kas gücünün zafiyetinden genişçe bahsettikten sonra insanı kemâlât erdirecek kuvvetin merhamet odaklı iç kuvvet olarak şöyle açıklar; “Yunus nasıl bir insandı acaba? Asıl yapısı ile insan olarak bizim gibi bir insandı şüphesiz. Lakin insan fani bir heykeldir veya semboldür. Asıl varlığın sembolü gerçekten var olan kuvvettir. İnsan asıl bu kuvvetin muvakkat karargâhıdır. Kuvvetse eserde görünür. Yunus bütün gönülleri fetheden semavi bir kuvvettir. Yunus’ta barınan kuvvetlerin hepsi aynı kaynaktan, merhametin dünyaların ve ruhlar yaratıcı olan kaynağından fışkırmış insanüstü kuvvetlerdir.”
Nurettin Topçu 1962 senesinde kaleme aldığı ve Yeni İstanbul Gazetesinde yayınlanan Yunus Emre denemesinde Yunus’u ve vahdet-i vücut ile beraber anlatır.
“Yunus’a gelince o bütün vahdet-i vücutçular gibi Allah’la kâinat ayrılığını bir vehim olarak kabul etmişti. Her şeyde barınan hakikat her şeyin dili ile çağırış ve bu çağırışla eşyanın üzerine sımsıkı örtülü bulunan perdeyi sıyırmak nasıl kabil olacak? İşte mistik denemenin ulaşmak istediği gaye budur; bu yolu bulmaktır. Bu bir nevi geriye dönüş mü? Vakıa Yunus’un sohbeti bazen bir veda ziyafetini andırır. Kirli ten, hırslarla hasetten dokunmuş kumaştır. Hakka yanaşmak için, fani arzuları dolaştıran şahsiyetten sıyrılmak, daha yaşarken kendini gömmek lazımdır; ölmeden ölmek gerekir. O da bunu istiyor.”
Topçu, Yunus’un hakikat yolculuğunu “Büyük dost ile dost olabilmenin şartı ise feragattir; fena dünyasından geçmek, ahiretten geçmek, varlığından geçmek. Böyle, tam feragat yolu ile ruh, nefis ve şehvet bağlarından sıyrılınca insan Allah’a yaklaşır. İlahi ruh o insana girer. Artık o adamın her hareketi Allah’ın hareketi, onun her emri Allah’ın emri olur. O da öyledir.” cümleleri ile anlatır.
Nurettin Topçu, 1971 senesinde Muzaffer Civelek’in Yunus Emre kitabına “Yunus’a Dair” isimli bir takdim yazısı yazar. Topçu burada Anadolu toprağının Moğol istilası ile perişan edildiği bir dönemde Porsuk Vadisi nihayetin de ıssızlıktan “ Bu ne derttir ana derman bulunmaz” diye bir ses yükseldiğini bu sesin, aynı zaman da ruhundaki bir kıvılcım olarak Anadolu torağını hikmet ile aşılayan Yunus’un sesi olduğunu söyler. Yine yirminci asırda tazelenen derdin ( Kurtuluş Savaşı sonrası Anadolu halkının durumu) altı yüz sene evvel yani Moğol istilasına denk tutarak Yunusları beklemektedir.
Nurettin Topçu, Anadolu’nun Moğol istilasından sonra Yunus nasıl toprağı hikmet ile aşıladı ise yine aynı toprağa bağlanarak, maarif yoluyla yeni Yunuslar yetiştirerek bir başlangıç beklemektedir. Bu yeniden başlama maarif marifetiyle olacaktır.
Topçu, Yunus’a Dair denemesinde dervişliği Yunus Emre’nin dizelerinden örneklerle açıklarken aşk, vuslat, vecd kavramlarına genişçe yer verir. Yine vahdet-i vücutu Yunus Emre’de en açık şekilde ifadesini bulduğunu şu cümlelerle belirtir. “Bayezid-i Bistami’den ve Hallacı Mansur’dan, Sadreddin-i Konevi ve Mevlana Celaleddin-i Rumi’den sonra en mükemmel ve açık ifadesini Yunus’ta bulan vahdet-i vücut mesleği inkâr değil, itmamdır. Hazreti Mevlana’nın da dediği gibi şaşılıktan kurtulmaktır. Allah ve kâinat diye bir olan varlığı ikiye bölüp de iki görme hali, ruh için şaşkınlıktan başka bir şey değildir. Ancak ferd ferd eşya, şekiller ve tek tek varlıklar Allah olamaz; O şekiller halinde görünüyor. Ancak bu şekiller O’nun taayyünatıdır, belirtileridir. O eşya olur, hayat olur, dağ olur, sahra olur; yol olur, dava olur; mekân olur, zaman olur, kalp olur, iman olur; göz olur, bakış olur; aşk olur, hicran olur.”
Nurettin Topçu’nun Taşralı kitabındaki son 4 hikâyesi Yıldırımın Huzurunda, Mahşer, Büyük Mahkeme, Edebi Hayat adlarını taşımaktadır. Nurettin Topçu, ölümünden birkaç gün önce yanında bulunanlara hangi eserlerin en çok beğenildiğini sorunca verilen cevaplardan başı ile yaptığı işaretle tatmin olmadığını belirtmiş; Cevabı, Taşralının sonundaki birkaç yazı diyerek bizzat kendisi vermişti.
“Ebedi Hayat”ta bir pasajda Nurettin Topçu’nun vahdeti vücudu hissettiren cümleleri şöyledir;
“O anda yanımda tekrar peyda oluveren meleğe o nerede, diye sordum.
Görüyor musun, dedi, O’nu?
Bunlar dünyada gördüklerimin kemal halinde ebedi şekilleri mutlak varlıklar. Ya bunların sahibi nerede? Her mülkün sahibi olur. Bunlarında bir sahibi olması lazım. Ben onu arıyorum.
Kılavuzum, hakarete uğramış bir kalbin merhametle tehdidi birleştiren hayretle ürpermiş lisanını kullanarak beni susturdu:
Sen deli misin, dedi, hiç O’ndan başka şey olur mu?” diye hikâyeleştiren Nurettin Topçu, Yunus Emre’nin vahdeti vücuda dair dizelerinden bir kaçını şöyle açıklamıştır.
“Sensün gözlerüm içe bile bakan
Sen bile bakmasan yolum görülmez…
Hak cihana tolıdur kimseler Hakk’ı bilmez
Ânı sen senden iste o senden ayru olmaz…
Oldur gelen oldur giden ol görinen oldur gören
Ulvi-vü süfli cümleten görünen oldur gör sene.”
Birinci beyitte, her şeyi görenin Hâlık olduğunu, ikinci beyitte, Hak her yerde ancak kimse onu göremez, zamanın kendisi de O’dur, üçüncü beyitte ise, etraflıca bir yaklaşım sergileyerek gelen, giden, gören görünen hatta yüksekte ve alçakta olan her ne varsa Hakk’ın olduğunu ifade etmektedir.”
Edebi hayat hikâyesindeki örneklendirdiğimiz kısa pasaja ve Yunus Emre’nin dizelerine yaptığı açıklamalardaki bütünlüğe dikkat kesilince, Nurettin Topçu’nun tasavvufu Yunus Emre ile açıklarken vahdeti vücudu içselleştirdiğini, ifadelerinden kendi mistik yolculuğuna dair izler barındırdığı sonucuna varıyoruz. Topçu’da Yunus’u ararken, Yunus’ta da Topçu’yu bulabileceğimizi söyleyebiliriz.