Piyasalar

Nuh'un Gemisi Geliyor!

Punto:
Salgın bitse bile, daha güçlü gelir korkusu, insanlığın gırtlağına yapışmıştır, dünya artık yörüngesinden çıkmıştır. Yıkılışını haykırıyor! Tanrı’nın nimetleri sonsuz değilmiş. Uygarlığın maskesi düştü, gösteri sona erdi. Devletler ideolojiler borsalar dinler yalanlarını ülkelerini ve hazinelerini ve sonsuz sandıkları stoklarını kaybetti. Devletler borsalar dinler istisnasız hepsi engizisyona ve sonsuz yağma hırsına ve Sodom- Gomore’ye sessiz kaldı ya da izin verip memnuniyetle içine aldı, hiç biri tarlalara tohumlara kuşlara göç yollarına yağan yağmura hiç acımadı. Artık ayı, güneşi, suyu, havayı, çiçekleri ve çok akıllı şehirlerimizi ve her birimiz çokbilmiş birbirimizi ve ellerimizi tanıyamaz olduk, yanyana ve içiçe yaşamanın, karınca sürüsü hayatlarımızın sonuna mı geldik? Virüs güya: insan sanki: İnsan maskemizi düşürdü, kendini beğenmiş küstah bilimimiz ve sanatımız ve suratımız kabusuyla başbaşa kaldı. Hadi salgını birkaç güne defettik, yarına kalmaz yine koşa koşa Mercedes mi almak isteyeceksiniz yoksa izbe dağ başlarında sazdan çürümüş tahtadan bir kulübe mi? Nükleer bombaların gücünden korkup direnen insan irademizi bitirdik, liderlerimizin emriyle ahlakımızın soyumuzun atomlarını parçaladık. Virüs bütün şatolara, bütün rütbelere, bütün başarılara, bütün diktatörlere, bütün iki yüzlü düşük zekâlı uyanık kurnazlıklarımıza saldırdı. Rodeo boğası gibi, doğa, kapitalizmi ve giysisi uygarlığımızı, üstünden atıyor! Ölüdür artık caddelerimiz. Tanrı yoruldu, lanet nihayet şehre indi. İnsanlığın kusursuz bilge kadim geleneklerini hiçe sayanlar, buyrun, bela artık her yerde! Birkaç gün içinde hızla ve anında hiç beklenmedik bir anda oturduğumuz yerden bizden çok uzakmış sandığımız korkunç bir kâbus ülkesine ışınlandık ve bir gölge kadar silik mecalsiz hareketsiz kaldık. Tohumların aklını bozan aklımız bir günde bozuldu. Çok çok uzak geçmişe dair bir felaket anında değil, gerçekdışı gibi bilim-kurgu gibi ama değil, şehrin tanrıları korkarak kaçtılar, bir günde, medeniyetin bütün cadde sokak kapıları kapandı, oysa ne mükemmel eserdiler, ama değil. Elinden bir şey gelmez trajedinin içindeyiz ve dünya deyip sığındığımız bir rüya gibi kayboldu. Konuşulanlara bakmayın, İzmit Depremi’nde de böyle olmuştu, bilim adamları siyasiler, bir daha asla eskisi gibi olmayacak, demişti, hiç utanmadan hiç ders almadan bir daha eskisinden daha acımasız duygusuz insansız şehirler kurduk. Mutlak bir yıkım, uğruna namusunuzu, onurunuzu, özgürlüğünüzü sattığınız paralarınız artık hiçbir şeyi satın alamıyor. Nükleer bombalara para buldunuz ama basit en ucuz bezden avuç içi kadar bir maske bulamıyorsunuz? Sahtekârız, bize emanet edilen mucizevi ve narin doğa, hassas bir âşık olmadığımızı anladı, bizi terk ediyor. Teknolojiniz siyasetiniz işletme bilginiz ekonominiz, hadi söyleyin, yapabileceğiniz bir şey kaldı mı, kum tanesinden milyon kez küçük bir virüs, ne kadar zayıf bilgisiz korunmasız yalan olduğumuzu ortaya çıkardı. Hayat, diye borsalara, fabrikalara, diktatörlere bağlandık, artık sokaklarınızı, kafelerinizi, pazarlarınızı dolduracak cesaretiniz artık bir çakıl taşı kadar iradeniz yok. Yoksa dünyaya bir kutlu devrim mi geldi? Ya insan yeniden doğacak, ya boşluk korku insan elinden çıkmış her şeyi bakteri virüsleriyle bitirecek. İnsan elinden çıkmış her şey, insan yapımı her şey, bir virüse yenildi. Borsaların yerine koyacak çok şeyleriniz akıllarınız bilimleriniz paralarınız var ama, söyleyin, insanın yerine ne koyacaksınız? Yoksa bu virüs, bir tedavi, uygarlığımıza bir şifa mı? Virüs, nihai ve büyük bir temizliğe, yepyeni bir ‘düzen’ kurmaya mı geldi? Ey insanlık, aşağı in, gökdelenler, aşağı inin, petrol zenginleri, aşağı in, kilise, aşağı in, bir milyar insandan daha çok kazanan şirketler, burnunuzu silahlarınızı .kinizi, aşağı indirin, insanlık çok aşağıda, altınızda kaldı. Yoksa virüs, tarihlerin bu en ağır çaresizliğimizin enkazı altından hepimizi bir daha kurtarmaya mı geldi! Virüs, kimse değil insan var mı diye bağırıyor, hayırdır bu sessizliğiniz, en son ne konuşuyordunuz, Fransız Mutfağı, İtalyan Yemekleri, eğlenceli abidik gubidik videolar. Birkaç ay mahsur kalır, sonra geçer mi diyorsunuz, hayır! Havanın suyun denizin balıkların tohumların gen dizilimini bozdunuz, artık yeni bir ‘gen’ haritası lazım! İkiyüz yıl (1776, 1789, 1948) önceki İnsan Hakları Beyannamesi gibi, şimdi bugün hemen, dünyamıza, yeni bir DOĞA VE İNSAN HAKLARI BEYANNAMESİ lazım. Felaket günlerinden sonra insanlığa yepyeni bir anayasa lazım. İlk maddesi, su, hava, tohum, temiz yiyecekler belediye başkanı şarlatan siyasetçilere vaatlerine asla bırakılmayacak. Su, hava, tohum, temiz yiyecekler, kamu sağlığı, hiç bir şirket ve devletin insafına mutlak bir inanç artık kesinlikle bırakılmayacak. Yoksa insanlık, servetleriniz, şirketleriniz, devletlerinizin, bir nefeslik canı beş paralık itibarı kalmadı işte. Vahşi kapitalizmi engellemeden virüsü engelleyeceğinizi mi sanıyorsunuz? Beş-on yıl sonra bir daha çıkıp gelir. Sars, kuş gribi, ebola, verem, sıtma, AIDS, vs. gelmekte olan bu nihai felaketin yeterince sinyalini vermedi mi? Kaç kez doğa bizi ikaz etti, hiç oralı olmayıp servetleriniz üstüne servetler gökdelenler üstüne gökdelenler yaptınız. Şimdi virüs bedeninizi yiyip bitiriyor, geriye, bir ayakkabınız bir düğmeniz dolarlarınız, gömülürken toprağa, yanınızda virüs, korkudan bir akrabanız dahi yanaşamıyor. Bir kısa günde oldu işte, kurban sunakları kuruldu, bir günde yüz-yüz bin-bin insanları paralı hastanelerinizin tapınaklarından aşağı atıyoruz. Dünyanın sindirim ve dışkılama doğanın artık ‘ruhu’ bozuldu, balinaların göçmen kuşların bombalar altında minicik çocukların, ah’larını aldınız. Hadi, şimdi şöhretli markalı şirketlerinize borsalarınıza koşun, tedavi etsin sizi. Konumuz nihayet insanlık! Yıkılan, insanlık ve uygarlık değil, virüs, gırtlaklamakta olduğunuz doğayı ve insanlığınızı koşup elinizden aldı, kuşkunuz olmasın, doğa, hepinizi yıkıp yoluna devam edecek! İçimizde asla doymayan her şeye sahip olmak isteyen milyonlarca insanı kim yarattı, ülkeleri makamları servetleri, madenleri, bombaları, her şeyde gözü olan canavarlar. Bir Cengizhan vardı Çin’den girdi Finlandiya’dan çıktı, şimdi, her ülkede onbinlerce Cengizhan, her coğrafyanın sahibi olmak istiyor! Gerçek bu. Uygarlığın rüyası bozuldu, insanlığın artık içine ölümcül bir şüphe düştü. Bütün doğayı midelerine indiren bu şirketlere neden sessiz kaldı, bu kâbustan uyanabileceklerini sanıyorlar hala, artık çok geç. Henüz yüz yıl önce Amerika Afrika’dan kırbaçla ve neşeyle nüfus taşıyor milyonları köle gibi çalıştırıyordu, şimdi, gelen nüfusu kovuyor. Henüz elli yıl önceye kadar Avrupa her yıl yüzbinlerce göçmeni törenlerle karşılıyor nüfus istiyor ve sanayisi çalıştırıyordu, bugün kovuyor. Çaresi yok bütün kıtalar tek çocuğa geçecek, insanlığın kapıları bütün coğrafyalara açılacak yolu yok. Daha dün el kadar parkları nimet görüp parklara koşun diyordunuz, bugün parklarda yaşlıları çocukları polis zabıta kovalıyorsunuz. Tarihlerle alay ederek ne diyorduk, Fransızlar dışkı bok pis kokuları parfümle bastırıyordu, ha ha ha. Ayakta kalanlar, yarın ne diyecek bize, yüzlerine bin çeşit krem-boya-kozmetik sürüyorlardı, ancak, ellerini ve götlerini yıkamayı bilmiyorlardı. Ne diyecekler bize, öyle aptaldılar ki sırf yol açmak için milyonlarca ağacı kesiyor sonra en büyük sanatçıları ağacın sadece resmini yapıp, o resimlere müzelerinde tapınıyor milyon dolarlar ödüyorlardı. Ne diyecekler bize, pamuktan koyunların yününden değil, zehir zıkkım petrol ziftini rafine edip plastik iplikten giysiler giyiyorlardı, nükleer çöplerden çocuklarına oyuncaklar yapıyorlardı. Tarımı terk edip (tarım toplumunu) çayırları, meraları, dağ başlarını, yaylaları terk edip fabrikalarda karınca sürüsü gibi köleler gibi çalıştılar. Ve salgından sonra felaket salgın ve savaşlarla dolu Sanayi Toplumu’ndan virüsün lütfüyle bir günde ‘ev toplumuna’ geçtiler. Hiçbiri evlerinde kurutulmuş yiyecek, marul ekip tavşan büyütmeyi bilmiyordu. Saksıları tohumlamayı, evlerinde kilim halı dokumayı bilmiyordu. Milyarlarca insan korkudan kaskatı kulağını Dünya Sağlık Örgütü’ne dayamış, çık diyordu, bilim adamları, çıkıyorlardı, saklanın diyordu, korkuyla titreyip, saklanıyorlardı. Her gün gazeteler videolar dünyanın en güzel kadınlarının en lüks sofralarının resimlerini iştahla gözlerine sokuyorlardı, sonunda hepsi bir nefese muhtaç ve hiç bir eşyaya ve canlıya dokunamaz hale geldiler, gölgeleri bir insanın gölgesi üstüne düşmesinden korkuyorlar artık, biri hapşırmasın nükleer bomba düşmüş gibi kaçışıyorlar. Virüs daha ne yapsın, vezüv patlamış milyonlarca insan Pompei’de ne olduğunu anlamadan lavların volkan küllerinin altında heykelleşip bir daha kalmıştır. Vahşi kapitalizm, sonunda hayatlarımızı dondurmuş, virüs, yoksul, işsiz, zengin, siyasetçi, bilimadamı, sanatçı, hepsini bir anda nefessiz bırakıp, nihayet, cesetlerimizi eşitlemiştir. Bomboş pembe rüyalarla oyalanıp kandırıldık, çölün rengi de pembeydi, insanlığın çakıldığı yer, donup hareketsiz hale geldiği bu yerde bir milyar doların ne değeri var artık! Doğanın insanlığın olmadığı yerde o sahte tanrıların tapınağı ‘piyasası mı’ kalır? Bir dünya dolusu insan bir insanlık aynı anda kimse artık gülümseyemiyor. Kimse artık, -hemen çıkmalıyım, acil işim var, diyemiyor. Kimse artık, -çok meşgulüm, diyemiyor. -Kimse artık, planlarım raporlarım ödevlerim hemen yetişecek işlerim, var, diyemiyor. Artık bütün dünyalılar bu son gününde, dağ başında bir kulübem olsaydı. Kurutulmuş sebzeler, kışlık odun, küçük bir bahçem, yetecek kadar yemek, tahtadan oyuncaklarımı kendim yaparım, artık güzellik ve sanat yarıştırmak istemiyorum, yeni bir uygarlık yeni bir doğa hakları anayasası, hepimiz için çok geç kaldı. Şirketlerin hisse senetlerine, borsaların gökdelenlerin, yükselişine, baka baka başı döndü, oysa yaradan o’na mucize ve güzelliklerle hayatlar dolu bir evren verdi. Bir gün başını kaldırıp ay’a güneş’e bakamadı, çayırlardaki çiçekleri hafife aldı, şırıl şırıl pırıl pırıl dere sularına şükran duymadı, canlı parlak ışıl ışıl sabahları nimetten saymadı, saksıdaki minicik bir çiçeğin dünyanın en büyük saraylarından şatolarından makamlarından rütbelerinden başarılarından daha büyük ve güzel bir sevinç olduğunu hiç anlayamadı. Şimdi güya sözüm ona tedbir alıyor! Ey insanlık, tedbir’in sonu yoktur, doğaya ‘tedbir’ olmaz. Bugün size sakın sokağa çıkmayın, diyorlar. Beş yıl sonra bir daha gelirse, veba günlerinde olduğu gibi kapılarınıza demir kilit vurulacak. Ey insanlık tedbirlere güvenmeyin, ondan da beş yıl sonra bir daha gelirse, imha savaşlarında olduğu gibi hastalık kapmış şüphesi taşıyan herkesi görüldüğü an ve yerde öldürülecek. Ey insanlar bu yol, yol değil, ‘tedbirle’ bir yere varılamaz, bir daha, sonra, ondan da sonra aklımız başımıza gelmezse ve virüs tekrar tekrar bir daha gelirse, şüpheniz olmasın. Virüs kapmış bölgeleriniz şehirleriniz tepeden nükleer bombalarla imha edilecek. Ey insanlık, tedbirle olmaz, doğa atıklarını kirini zehrini boşaltıyor, insanlık risk altında. Doğaya karşı günahlarınızı itiraf edin ve yeni bir başlangıca hazırlanın. Nuh’un Gemisi yola çıktı. Korkunun örtüsünü kaldırın korkunun derisini sıyırıp kopartın. Nuh’un Gemisi, yıldızlara bahçelere suya havaya temiz yiyeceklere hasret insanları toplamak için limana yanaşıyor. Nuh peygamber, bir küçük balığı da gemisine almak istemiş. Balık, ‘hayır, binmem o gemiye’, demiş. Nuh Peygamber, ‘neden?’ demiş. Balık, ‘o gemiye aldığın insanlar zıpkınları oltalarıyla canımı yakarak beni avlıyorlar’, demiş. Nuh Peygamber, dönmüş insanlara, ‘bir daha balıkları zıpkınla avlamayacağınıza söz verin, yoksa gemiden atarım sizi’ demiş. İnsanlar, o gün söz vermiş ama bugün yaşayan bizler doğayla o ilahi sözleşmede durmadığını biliyoruz. Uzaylar sonsuz evrenler içinde bu minicik mavi gemiden, birer birer bu yüzden atılıyoruz. Ey insanlık hangi sözünde durdun, kuşlar balıklar bir daha bizimle aynı gemiye biner mi? Şu salgın bir geçiversin, vur patlasın, içki, seks, dans, vahşi kapitalizmin sokakları hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden, şüpheniz olmasın daha da kudurmuş, devam eder. Karanlığımız ve çaresizliğimiz öyle derin ki, böyle birkaç veba birçok büyük salgın birkaç felaket virüsü, olgunlaşmamıza yetmeyecek!