Mehmet DOĞAN
Punto:
Dinle
Son uğrak verdiğimizde cami onarımda idi. Bir zamanlar çok faal olan cuma ekibimiz dağıldı, maalesef. Toplamak imkânsız değil elbette veya yeni bir takım da oluşturulabilir. Bir nevi “cuma buluşması” bu. Ankara’nın zirvesine, yani meşhur kalesine yollanıyorsunuz. Hisar içinde Ankara’nın yegâne selatin camii var: Alaeddin Camii. Her ne kadar Sultan Mes’ut yaptırmışsa da daha sonra Ankara’da kuşatma altında bir yıl geçiren Alaeddin’in de eli değmiş. Halk, Anadolu’da Selçuklu’nun en büyük hükümdarı “Uluğ Keykubad” adına kayda geçirmiş bu camii. Bina kimbilir kaç defa yeniden yapılmış? Girişte camiden eski Roma sütunlarını saymazsak, en eski (ve orijinal) eser ahşap kündekârî minber. Halis Selçuklu eseri. Bir gün gidin 8 asırlık cemaatin kaydını tutan bu sanat eserini görün mutlaka. (Hani yeni belediye başkan adayı Mehmet Özhaseki bu ufku geniş yapıyı görmeden, hatta cuma kılmadan yola çıkmasa derim).
Necati Öner’in vefat haberini duyunca zihnim Alaeddin Camii’ndeki cumalara gitti…Orada karşılaştığımız isimler arasında Necati Hoca, ekseriya Gazi Üniversitesi’nin kurucu rektörü Şakir Akça ve eski valilerden, Sayıştay başkanlarından ve de bakanlardan Vecdi Gönül’le birlikte olurdu. Bir defasında imam, cemaate “içinizden müezzinlik yapacak biri var mı?” diye seslendi. Arkadan bir mümin müezzinliği üstlendi. O müezzinin Şakir Akça olduğunu namazdan sonra Necati hocadan öğrendik. Necati hoca, tesbihe kalmaz dışarıda sohbete dalardık. Arada bir “içeride çok kalanlar günahı çok olanlardır her halde” derdi. Ben de “hocam, bunların çoğu Erzurumlu” diye lâtife yapardım. Necati hoca Erzurumlu ya, bir de bizim takımda ekseriya iki üç Erzurumlu bulunurdu…
Necati Öner’le cuma arkadaşlığı dışında Türkiye Yazarlar Birliği’nde çeşitli vesilelerle ve bilhassa Yazar Okulu hocalığı dolayısıyla hatıralarımız gözümüzün önünden geçiyor. Yazar Okulunun başlangıcında “Mantık ve düşünce” dersi onundu. Yıllarca gönüllü olarak düşünme ve yazma heveslisi gençlerle meşgul oldu. O gelemez olunca “Manatık ve düşünce” dersini sürdürecek hoca bulamadık!
Ankara İlahiyat’ın kaç defa dekanlığını yapmıştı, doğrusu “emekli olana kadar” desem yeri var. (Kendisi “uzun Süre dekanlık yaptım maalesef” diyor.) O İlahiyat Fakültesi’nin hem resmiyete karşı saygı gören yüzü idi, hem selefilik ithamı ile karşı karşıya olan İlahiyat’ı temsil eden felsefe hocası olarak yerleşik imajları bozucu bir etki uyandırırdı.
Necati hocanın şifahi hayatından fazlasını öğrenmek için elimin altındaki kaynaklara baktım; hayret, en çok biyografi ihtiva eden İhsan Işık’ın 12 ciltlik ansiklopedisinide dahi yok. Sonra onun elektronik versiyonunu araştırdım, orada da yer almamış.
İmdadıma TYB’nin Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı yetişti. 2009 yıllığının Nesillerin Mirası bölümünde Necati Öner’le yapılan bir konuşma var. (Veysi Erken konuşmuş) Bu bölümde yayınlanan ropörtajlardan derlenen Nesillerin Mirası kitabına da alınmış bu konuşma. O konuşmanın başında merhumun kısa hayat hikâyesi yer alıyor. Mülükatta da hayatı ile ilgili hayli bilgi var.
O bir Erzurumlu, o bir Tortumlu!
1940’lı yılların sonunda bir Erzurumlu hem de Tortumlu bir genç, Ankara’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin kapısına neden dayanır? Necati Öner’in hayat hikâyesi yakın tarihi öğrenmemize yardımcı olur aslında. O zaman Türkiye’de üç üniversite vardır: İstanbul, İstanbul Teknik ve Ankara Üniversitesi. Bütün yüksek öğretim talebeleri 10 bin civarında. Necati Öner imtihansız girilen üniversiteye DTCF’nin felsefe bölümünde başlamak ister. İlgili idareci ise ona iyilik yapmaktan yanadır: “Oğlum felsefe karın doyurmaz!” der. Hukuk, Tıp veya ziraat okumasını tavsiye eder. Bu fakültelerden mezun olduktan sonra iş bulmak garantidir. Necati Öner bu öğütle sarsılır, kararından cayacak gibi olur. O gazla Hukuk Fakültesi’ne gider. Aklına, belki de gönlüne yatmaz, geri döner Dil Tarih’e…
İyi ki döner, DTCF’den mezun olan aykırı felsefecilerden biri olur. Öncesi Osman Yüksel’dir her hâlde. Onun macerası başka elbette. Necati Öner işsizliği tattıktan, bir süre Erzurum’da gazetecilik yaptıktan ve belediyede çalıştıktan sonra hocası Hamdi Ragıp Atademir’in yeni açılan İlahiyat Fakültesi’nde hocalığa başladığını, asistanlık kadrosu için kendisini düşündüğünü belirten mektubu üzerine bir daha ve dönmemek üzere Ankara’nın yolunu tutar.
İyi de yapar! Bu aslında, Türkiye’de felsefe alanında materyalist ve pozitivist tekelin kırılmasına giden yolun başlangıcıdır…İlahiyat’ta felsefeye sıcak bakmayan talebeler az değildir, hocalar arasında da böyleleri bulunur. İşe bakın ki, Türkiye’de felsefe hocalarının çoğu ilahiyatlarda yetişmiştir! Necati Hoca’nın ardından gelenleri uzun uzun saymaya gerek yok.
Onun bir önemli tarafı da Türk Felsefe Derneği’ni kurmasıdır. Otuz yıl önce kurulan bu dernek hâlâ faal ve hocanın taleblerinden biri başkanı. En uzun ömürlü felsefe dergisini de bu dernek yayınlıyor: Felsefe Dünyası.
Necati Hoca dil meselesi olan bir felsefeci idi. “Dil bir mililetin ‘ben’ini oluşturur. Millî kültürün en önemli unsuru dildir.” Bana kalırsa dil meselesi olmayan gerçek anlamda felsefeci olamaz. Kendi dilimizin kavramlarıyla düşünmemiz gerektiğini söyler ve “bizde millî dil şuuru yok” derdi. Dilde sadeleşmeye taraftardı, ama “müsamaha”nın yerine kullanılan “hoşgörü”nün aynı anlamı taşımadığını söylerdi.
“İmtihan sistemimiz fikri kısırlaştırıyor. Çoktan seçmeli test usulü muhakemeyi zayıflatıyor, yaratıcı düşünceyi tahrib ediyor. Çocuk sadece seçme yapmaya çalışıyor, onu da yapabilirse. Test usulü eğitim sistemimize büyük darbe vuruyor. Bundan vazgeçilmelidir.” Diyordu.
Necati Hoca ile bir arada olmak hep müsbet ve verimli bir iklimde bulunmaktı. Mantık ve felsefe meselelerini anlaşılır şekilde izahı, seksenli yaşlarda bile düşünmeye yazmaya iştiyakı aklımızdan çıkmaz.
Talebeleri olan akademisyenler ona ithafen dört-beş sene önce Ankara'da “Birlikte Yaşamak” adlı bir bilgi şöleni düzenlediler. Türkiye’nin felsefe birikimi orada idi desek, mübalağa olmaz. Necati hocanın kitaplarının yeni baskılarını da dağıttılar o toplantıda, bir iki eksiğimi de böylece tamamladım.
*
Ankara’nın meşhur Asrî mezarlığı artık yeni definler için kullanılmıyor. Demek ki Necati Hoca yerini önceden ayırtmış. Yıllarca önce Osman Yüksel Serdengeçti ve son defa 28 şubat döneminde, 1998’de vefat eden Hürriyet gazetesinin Ankara temsilcisi Yavuz Gökmen için Asrî mezarlığa gitmiştim. Necati hocanın cenaze namazından sonra Şakir Hocayla karşılaştım. Kadim dostu için başsağlığı diledim. Vecdi Bey yoktu veya ben göremedim. İlahiyat’ın kıdemli hocaları Mehmet Aydın ve M. Sait Hatiboğlu’na da rastladım ve taziyelerimi ilettim…
*
Necati Hoca’nın temele bir eser olarak Klasik Mantık kitabı dışında konuyla ilgili başka eserleri de var: Tanzimattan Sonra Türkiye’de İlim ve Mantık Anlayışı ile Fransız Sosyoloji Okuluna Göre Mantığın Menşei Problemi. Diyebiliriz ki ülkemizde mantık konusu üzerinde bu kadar duran başka bir ilim adamımız yoktur. Hoca Tanzimattan Sonra Türkiye’de İlim ve Mantık Anlayışı kitabında benimsediğimiz yeni mantık cereyanlarına ilave yapamayışımızı memleketimizde gerekli bir ilmi zemini olamasına bağlar. Fikirilerin nakilcisi olarak kalmışızdır, bu sahada yazılanlar daha çok ders kitabıdır. Ders kitaplarında ilmi araştırma kaygısı değil, pedagojik gayeler ön plana alınır. Bu bakımdan batanın ilmi faaliyetlerine iştirak edememiş, bu sahada yaratıcı olamamışızdır…
Necati Öner, zihnimizi ayakta tutu, mantığımızı tazeledi, hizmet etti ve hamulesi ile yola revan oldu. Allah rahmet eylesin.
Asrî mezarlıktan ayrılırken zihnimde şu soru dolaşıyordu: Necati Hoca sizlere ömür, mantığımız yerinde mi?