Kemal ÜÇÜNCÜ
Punto:
Dinle
Marx’ ın vukufla belirttiği gibi kapitalizm ve tüketim kültürü kendi hegemonyasını ve iktidarını pekiştirmek için insanı kendi gerçekliğine, doğaya, emeğe, üretime yabancılaştırarak nesneleştirip araçsallaştırır.
“Tüketim toplumunda emtialara fiziksel özelliklerinin yanında birçok yeni özellikler yüklendi. Bu özellikler metanın özellikleri ile ilişkili değildir, metaya ait değildir. Hijyen ürününün keyif vermesi, ödüllendirmesi ona has bir özellik değildir. Bunlar nesnelere ait özellikler değildir. İnsanlara ait özelliklerdir. Nesne ve insan yer değiştirmiş. Özne, özne fonksiyonunu kaybederek nesneleşmiştir. Nesne de özne fonksiyonu yüklenerek özneleşmiştir”
24 Ocak 1980’de Türkiye’de Neoliberalizme geçiş kararları 12 Eylül ihtilaliyle pekiştirilmiştir.12 Eylül sonrasında kapitalist tröst ve tekellerin açık pazarı haline gelen Türkiye’de siyasal ve toplumsal dönüşüm ve yabancılaşma da beraberinde gelmiştir.
Araçlar, amaç, özneler nesne olarak metayla yer değiştirmişlerdir.
Siyasal ideolojilerin içeriği boşalmış, onlara kapitalizmin arzu ettiği yeni anlamlar yüklenmiş muhtevasız, sahte kof birer nesneye dönüşmüşlerdir.12 Eylül öncesinde CHP’nin MHP’nin, MSP’nin, AP’nin kendine özgü ekonomik programları ve görüşleri vardı.12 Eylül sonrasında bütün partiler sorgusuz sualsiz neoliberalizmi kabul etti. Marksistler reklamcı, sağcılar distribütör, rantçı müteahhit oldular! Bugün TBMM’de solcu CHP, Milliyetçi MHP, muhafazakar AKP ve merkez sağ İyi Parti aynı ekonomi politik görüşü Neoliberlizmi paylaşırlar ve trajik olanı şu ki bu şizofrenik duruşlarında bir çelişki ve garabet görmezler. Zira hasta cemiyetlerde hastalık bütüne yayılmışsa o durum artık normalleşir hastalık olarak algılanmaz.
Melvin Konner’e göre Los Angeles’teki Kaliforniya Eyalet Üniversitesi’nde (UCLA) psikoloji ve kültür antropolojisi alanında ders veren Profesör Edgerton, toplumların devam eden gelenek ve göreneklerinin her zaman toplumun yararına olmadığını, bazı durumlarda gelenek ve göreneklerin bir toplumu hasta edip yok ettiğini gözlemlemiştir.
Her toplumun tanımlama ve değerlendirme sistemleri vardır. Tanımlama sistemleri o toplumun olaylar karşısında “Ne?” sorusunun cevabını, değerlendirme sistemleri “Niçin?” sorusunun cevabını verir. “Niçin?” cevabının temelinde toplumun ‘iyi’ ve ‘doğruları’, yani ahlak nizamı vardır. Bazı ahlak nizamları zamanla hasta toplumlar, bazı ahlak nizamları ise zamanla güçlü ve sağlıklı toplumlar inşa ederler. Hasta toplumların ‘iyi’ ve ‘doğruları’ insanın özünden kopuk bir değerlendirme sisteminden kaynaklanıyor; sağlıklı toplumların ‘iyi’ ve ‘doğruları’ ise insan özüyle uyumlu bir değerlendirme sistemi üzerine kurulu. Bu demek oluyor ki, gelenek ve göreneklerle kuşaktan kuşağa taşınan toplumun ahlak nizamı, ‘iyi’ ve ‘doğruları’, insanın doğasıyla ahenk içinde ise toplum sağlıklı, insan doğasıyla uyumsuz ise toplum hastalıklı olmaktadır.
Neoliberal olarak hem solcu hem muhafazakar hem de milliyetçi olunabilmektedir bu arkadaşlarımıza göre. Tekelci sermayenin güdümündeki gerici medya düzeni bilginin akış ve dağıtım sürecini kontrol ederek bu hegemonyayı pekiştirmektedir.
TBMM siyasetinin bir teorisi ve yol haritası yoktur, yönünü belirleyen konjonktürel dalgalanmalardır. Teorisiz, olguları, toplumsal oluşu ve kültürü açıklayamazsınız. Kimin umurunda.?
Kemal Bey, Erdoğan, Bahçeli, Meral Hanım ve kurmaylarıyla bu konuları konuşmak ve tartışmak neredeyse atomu parçalamak kadar zor ve hatta imkânsızdır.
İşte Türkiye olarak “bizim büyük çaresizliğimiz”
Bu sebeple Türkiye’ye özgü bir siyasal dil ve iletişim kurulamıyor. Bilgiyle, bilimle, düşünceyle desteklenemeyen siyaset kuru, basit bir kakafoni olarak gündemi işgal ediyor ülkeyi paradoksa sürüklüyor.
Yeni bir yüzyılın eşiğinde yepyeni bir çağın ayak seslerini duyuyoruz.
Bundan sonraki toplumsal, siyasal, ekonomik düzen bugüne kadarkilerin hiçbirine benzemeyecek.
Karanlık fabrikalar, insanın yeni biyonik türevleri, yapay zeka, nesnelerin interneti, dijital para insan ve cemiyete ait olan her şeyi dönüştürecektir. Dinler, ahlak, değerler sistemi kökünden dönüşüme uğrayacaktır.
Bu çağdaki en devrimci duruş insan olmakta, insani olanda ısrar etmek olacaktır.
Mevcut siyasi yapımız, kurumlarımız, üniversitelerimiz sizce bu yükü çekebilir mi? bu devasa dalgayı göğüsleyip topluma yön gösterebilir mi?
Vicdanınızın ve kalbinizin sesine kulak verin.
Türkiye esasen ağır bir epistemolojik kriz yaşamaktadır. Siyasal İslamcı geleneğin bilgi, üretim kaynak ve yöntemleri arkaik ve aynı evren içinde tekrarlanarak, sürekli geriye düşen bir nitelik arz etmektedir. Bu evrenden ve epistemolojiden beslenen kadrolar bir türlü ülkenin ihtiyaç duyduğu çözüm ve sıçramayı ortaya koyamıyor. Aynı düşünen kırk kişi istişare yapıyor oradan nasıl bir sürpriz ve üretim çıkabilir! Tartışmaya ve düşünmeye kapalı bir evren.
Türkiye örneğinde Siyasal İslâmın dili ve göndergeleri Türkçe değildir, madun bir sözlüğe atıf yapar. Madun, özne değildir, dili yoktur. Madun bir dil medeniyet ve kurucu gramer inşa edemez.
Oysa ki Türk İslam yorumu, geleneği, tasavvuf ve metafizik derinliği ile kurucu, dönüştürücü proaktif bir gelenektir.
Siyasal İslâmcılar Millet dediği zaman “milli kültür” dedikleri zaman tahayyül ettikleri şey evrensel bilimsel kavramsal literatürdeki “millî” ile örtüşmez. Kültürel ve tarihsel süreklilik ve atıfları çok zayıftır.
Erol Güngör’ün şu değerlendirmesini hatırlamadan edemiyoruz: "... Bu anlamda (Siyasi) İslâmcılık şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların amacı İslam ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı etkisiz duruma getirmektir. Bu azınlıklar ayrılıkçı bir politika takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe İslâm davasının şampiyonu olarak görünürler "
Aşağıdaki tablodan kendine milli diyen bütün siyasetçiler kaçmaktadırlar.
Çünkü bu tabloda üretim devrimi, planlama, kamu özel işbirliği var. Bilimsel yöntem var.
Bunları ağzınıza aldığınız zaman Atlantik abileri biber sürüyorlar.
Manav tezgahı önünde seğirterek pahalılık var siyaseti kolay , sen nasıl ucuzlatacaksın? diye sorduğumuzda çıt yok!
İşte Türk iktisat tarihinin en parlak başarılarının alındığı Atatürk döneme ait rakamlar:
Teorisi olmayan bir siyaset, strateji üretemez, terörle mücadele edemez.
Tür milleti ordu millettir. Dugin’in tabiriyle “onun gücü silahlarından ve teknolojisinden değil ruhundan, eğitiminden” gelir.
Başaramayacağı hiçbir görev yoktur. Bunu bir kenara not edelim.
Bulunduğumuz coğrafyada yegane güvencemiz güçlü bir ordudur.
İlkeler üzerinden konuşursak daha kolay anlaşılırız.
Terörle mücadelede siyasi partilerimiz, hatta güvenlik bürokrasimiz NATO ve Atlantik etkisini doğru teşhis edemiyorlar. Siyasi partiler arasındaki kör dövüşü sadece ve sadece Türkiye düşmanlarını işine yarar. Tarafsız bir Cumhurbaşkanı, hadi tarafsızını geçtik bu görevi deruhte eden Erdoğan’ın siyasi parti liderlerini toplayarak bir mutabakat açıklaması, Meclisteki siyasi partilerin teröre ve dünyaya Atlantik’e karşı ortak bir deklarasyon açıklaması çok önemlidir. Bunu 40 yıldır başaramadık. Meseleyi kapalı bir oturumda enine boyuna müzakere etmek gerekir. Kemal Kılıçdaroğlu Bey’in son Gara operasyonu vesilesiyle sorduğu soruları Bakanlarla ve komutanlarla bir toplantıdayken sorup cevaplarını tatmin edici şekilde alacağı bir mekanizma olabilmelidir.
Büyük devletlerde sistem böyle işler. Keza diğer liderler. Zira askere sadece iktidar partililer gitmiyor, toplumun tamamının ikna edilmesi , toplumsal rıza ve desteğin alınması son derece önemlidir.
Menkıbe anlatırken kimseye beş yaptırmayıp , şehitler olduğunda Malatya ve Hatay valisi aramak devlet ciddiyeti ve sorumluluğu ile bağdaşmaz. Sevinci olduğu gibi acıya da hep beraber sahip çıkma ulus olmanın bir gereğidir.
Bedelli ve kısa dönem askerlik yapanlar, bütün ailesine yaptıranlar, partizanlar “bu şehadet şerbeti” diskurunda biraz fren yapmaları icap eder. Ayıp oluyor, Onlara Cemal Süreya’nın “Sizin Hiç Babanız Öldü mü?” şiiriyle bir vicdan muhasebesi tavsiye ediyoruz. Biz 16 ay muvazzaf askerlik yapanlardan az utansınlar. Birinin acısı üzerinden kahramanlık söylevi vermek ağır bir ahlaki ihlaldir. Bazen susmak en büyük haykırıştır, yaraların kabuk bağlanmasının ilacıdır.
Kamu hukukunda amirler yönettiği kurumdaki yapılan yapılmayan bütün işlerden en üst düzeyde mesuldürler. Kemal Bey bir eski yüksek memur olarak bunu ifade etti. Keşke Sayın Bakanlara kapalı görüşmede bunları ifade etseydi. İslam yönetim geleneğinde Dicle kenarında kaybolan kuzudan mesul olmak da deniyor.
AKP siyasilerinin büyük bir kısmı bir gün devlet memurluğu yapmadıkları, esnaflık ve belediyeden geldikleri için bu mesuliyet meselesini “terör örgütünün”, PKK’nın hiç suçu yok mu? diye tevil ettiler. CHP sözcülerinin bu konuda daha özenli ve herkesin anlayacağı biçimde açıklayıcı davranmaları gerekir. PKK, terör örgütü Türk milletinin düşmanıdır lakin düşmanla mücadele için onu iyi tanımış olmak gerekir. Birdenbire ayağa fırlayıp Oslo görüşmeleri, hendekler, çadır mahkemeleri, Sırrı Süreyya eşgüdümünden Süleyman Şah gazvesi!, Dolmabahçe protokolü, TRT Osman Öcalan röportajları, Öcalan’ın Nevruz mesajlarını bir anda bu toplum unutamıyor, acaba mı? diyor. Öyle “yıkadım ellerimi çıktım” şekli tarihsel muhasebatta yok. Bunların hepsi tarihe not düşüldü. Sizin akil adamlarınıza üniversitelerde karşı çıktıkları için bizim arkadaşlarımız ceza aldılar. Şimdi bu akıldânelerin “millüğ ve yerlü” mahnıları bize sinek vızıltısı gibi geliyor. Biz bedelini öderken, siz ekmeği şamandıra yapıp güvece banıyordunuz.
“Dağğvvadır” gardaş “dağğva” bir kısım zevat siz hiç duymadınız, duyanlar da kulaklarının üstüne yattılar. Onların hukukunu savunmak yine bizim gibi yazarlara kalmıştı. Hanum hey! Dümen, numero anlaşılmasın, sert bir şiirle durumu düzeltelim. Kalın Oğuz beylerinin uykusu ya da uyku numerosu! da ağır olur malum.
Değerli muvazzaf ve emekli Komutanlarımız baş tacımız ordumuz;
Analitik akıl ve eleştiri olmadan daha iyiyi ve mükemmeli yakalayamayız. Uygun ortamlarda bağcıyı dövmek değil ama üzüm yemek için diyalog ve istişareye, öğrenmeye açık olmaları lazım.? Bir askeri harekatın hedefi ve amacı hiçbir tartışmaya yer vermeyecek netlikte ve açıklıkta olmazsa, iyi planlanmazsa askeri operasyon ne kadar ustalıklı olursa olsun neticeye varması imkansızdır. Türkiye Cumhuriyetinin diplomatik gücü iyi planlanıp yönetildiği takdirde terör örgütünün elindeki bu değerli görevlilerimizi kurtarabilecek kadar büyüktür. Asgari 200.00 kitabı şöminesi, boğazlı kazağı , postu olan şaraplardan anlayan diplomatlarınız, bu aklı tevarüs ettirip devam ettiren devlet yöneten sınıflarınız olacak, patates haşlaması ve dürüm yiyerek diplomasi yapılmaz. Reesepsiyonlarda siyasi gözlemcilerden! aferin almak için limonata için diplomat devlet çıkarını savunamaz.
Umarım buradaki metaforlar avam kafasıyla “çimlere basmayınız” şeklinde okunmuyordur.! Ehli irfana sesleniyoruz, ikaz edelim.
Nasıl ? diye sorana anlatırım, burada yazmak abestir.
Muhsin Çelebi böyleydi misal bizim devlet yöneticimiz âlim bürokrattı Tonyukuk’la başlar, Çandarlılar, Köprülüler, Cahit Kayra, Osman Olcay, H.Celal Güzel, Erbakan hemen aklıma gelen bir kaçıdır. Nice nice yiğitlere ,alplara, bilgelere selam olsun.
Selam olsun [üç kıtada] binlerce yıldır “Tuğ kaldırmış, devlet yönetmiş orduların Başbuğ [larına]
***
Ne Yapmalı?
Gerçek bir milli yol henüz yoktur. Yeni diye çıkan partilerinin hiç birinin yeni bir sözü yoktur. Misal Muharrem İnce HDP’yle olan ilişkinin gizli saklı değil apaçık olmasından yanadır. Ama Atatürkçülükte sorun yok! Babacan anayasın İlk 4 maddesine takıntılıdır, Davutoğlu İslamcı bagajını ikinci kez demokrasi diye sunma arayışındadır. Türk siyasetinin iki temel hattından biri olan Hürriyet ve İtilaf çok güçlüdür. MHP’nin ve Vatan Partisinin BBP’nin büyük tarihsel yanılgısı ve yorum hataları bu hattı [ koşulsuz, şerhsiz, iç politikadaki çelişkileri işaret etmeksizin] toptancı bir yaklaşımla milli diye nitelemeleridir, haklarındaki hükmü tarih soğukkanlılıkla verecektir.
Neoliberal ekonomik modelde milli herhangi bir şey olmadığını /olamayacağını bilmek gerekir.
İttihat ve Terakki ekolü CHP’ nin uluslararası sistem tarafından tasfiyesiyle yoktur, MHP geleneği dağınıktır. Hürriyet ve İtilaf cephesi her şeye hakimdirler.
CHP kendi tarihi ve metinleriyle derin bir çelişki içindedir. Atatürk ilkleri ve 6 ok hiçbir seçmen tabanı olmayan CHP gücünü kullanan Neoliberal sol söylemli 10 Aralık hareketi tarafından CHP tabanına yabancılaştırılmıştır. Oysa ki Kürtler ve CHP , Müdafa’a-yi Hukuk kongreler sürecinde asli kurucu iktidar olarak milli devlet ve misak-ı milli programında mutabık kalmışlardı. Müstakil bir yazıda CHP’nin Kürtlerle tarihsel demokratik mutabakatını burada başka bir yazıda ele alacağım. Emperyalizmle işbirliği içindeki Bogos Nubar ve Şerif Paşa, Koçgiri hattının Türk ve Kürt asıllı yurttaşların milli mutabakatıyla bir daha yenilgiye uğratılacağı açıktır. CHP’nin emperyalizme karşı mutabakatı tarihsel mesuliyeti gereği buradadır.
ABD Biden hattı, Bogos Nubar ve Şerif Paşa’yladır.
CHP’nin mevcut duruşuyla Türkiye sosyolojisinin çoğunluğuna hitap edemeyeceği açıktır. Bunu derin bir üzüntü ve kaygıyla söylüyorum.
Bir Halk bilimci olarak bilimsel realiteyi saklamak milletimize ve tarihimize karşı olan mesuliyetimizle bağdaşmaz. Söyledikleri tutarsız ve bilgi değeri olmayan cümleleri halkın anlamadığı gibi bir derin yanılgı içindeler.
TBMM partileri NATO ve Atlantik’in soğuk savaş sonrası stratejisi konusunda derin bir cehalet ve yanılgı içerisindedirler. NATO’ya düşman olmayalım, NATO’dan çıkmayalım ama NATO ve Atlantik mutabakatıyla PKK ve terörle mücadele edemezsiniz bu çok açıktır. Gel de bunu Kemal Bey’e, Meral Hanım’a ve Cumhur ittifakına anlat. AKP ikircikli bir tablo sergiliyor. Bazen NATO baş tacımız, AB tarihsel rotamız bazen emperyalist merkez. Kötü niyetli değiller lakin aşırı bir iyi iyimserlik içindeler Batı sistemine karşı. “Ehem mühim” tasnifini yapamıyorlar. Açıktan cephe almanıza gerek yok, Türk diplomasisi ve devlet aklı bu süreci yönetecek ferasettedir, kendi tedbirlerimizi almamıza engel olan ne?
Siyasal önderlikler bu zaaflarıyla halkı ve kendini kandırmış olur.
Keşke dinleyebilecek vakit ayırsalar anlatmaktan yüksünmeyiz. Tedbirlerimizi buna göre almalıyız. XXI. yüzyılın jeopolitik saflaşmaları ve realiteleri de Türkiye’nin yakın kara ve deniz havzasında Avrasya güçleriyle dayanışma içinde pozisyon alması gerektiğini net bir biçimde ortaya koymaktadır. Doğu Akdeniz’de ve Suriye’de Karabağ’da Irak’ta Türkiye’yi taşıyan Astana ve Soçi mutabakatlarıdır. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Borrell “Rusya ile Türkiye'nin Dağlık Karabağ, Suriye ve Libya meselelerinde Avrupa’yı çözümün sürecinin dışına ittiğini” ifade ediyor. Yani “AB ve NATO güdümünden bağımsız kendi milli çıkarlarına uygun” bir siyaset izlediği için başarılı oluyor diyor.
Nitekim bu politikaları için siyasi iktidarı destekledik, destekliyoruz, destekleyeceğiz.
Bakını İçişleri Bakanımız Türkiye sahasında 300-500 terörist kaldığından söz ediyorlar. Psikolojik algı oluşturmak içinse pekala diyelim lakin Suriye’nin kuzeydoğusunda Fırat’ın doğusunda 50.000 PKK militanı yersen! YPG militanı ağır silahlarla donatılmış vaziyette müttefikimiz ABD ve NATO’nun himayesinde eğitilip ordulaştırmaktadır. Hedefleri Türkiye ve İran’ı bölerek istikrarsızlaştırmak bu yoldan Kafkasya’ya ve Çin’e giden güzergahı veya Çin’den gelen Kuşak Yol inisiyatifini boğmaktır. ABD’nin hesabı yanlıştır. Bu yanlış hesabı alttan alta Pekin’le işbirliği yapan Londra da görmektedir. Çin üretiminin halen önemli bir kısmını Londra baronlarına ve sermayesine ait olduğunu unutmayalım. Tehdidi doğru tanımlamazsak mücadele edemeyiz. Suriye’de hendekleri tahkim ederken yüzlerce tırla silahlandırırken Türk ordusu karşısında yıllarca partizan savaşı yapabileceklerini sanıyorlardı. Aylarca süren tahkimat ve beton koruganlar iki günde başlarına yıkıldı. Fırat’ın doğusunda da farklı olmaz. Türkiye, Rusya ve İran’ın kendi coğrafyalarını Avrasya’yı savunmak için ortaya koydukları irade belirleyici olmaktadır/ olacaktır. Amerika 1. Dünya savaşında bölgede İngilizlerin akıbetini yaşayacaktır. Bütün milli güç unsurlarımızı seferber ederek 1974 Ecevit –Erbakan şahsında Türkiye’nin ortaya koyduğu iradeyi bu yüce gazi Meclis yeniden ortaya koymalıdır
Tümden ve toptan “oh ne güzel maşallah” veya “her şey çok kötü” yaklaşımı hem bilimsel hem de doğru değildir.
Onu güveç beklentisi içinde olanlar düşünsün.
Aydınlar ve muhalefet aksi takdirde denetim ve ikaz görevini yapmamış olurlar.
Gerçek bir milli perspektifi açmak için ciddi bir mücadele vermek gerekiyor, sloganlara, yalanlara , kariyer ve kendi çıkarlarını millüğ diye allayıp pullayan çığırtkanlara statüko ajanlarına aldanmayın artık lütfen. Milliyetçilik yürüyüş kararı SAYMAZ. Emir, komuta, disiplin, katı hiyerarşi içerisinde değil demokratik müzakere ve oydaşmayla siyaset yapar. Kralları, monarşiyi deviren, hukuk devletini kuran muhafazakar değil devrimci bir perspektiftir.
Yalana teslim olmayalım artık.