Piyasalar

MAKAMLARDA LİYÂKAT VE MENSUBİYET

Punto:
Gelişmekte olan ülkelerin en büyük sorunlarından biri, siyasi ve idari kadroların belirlenmesinin liyakat ve ehliyet esasına göre değil mensubiyet ve sadakat esasına göre yapılmasıdır. İslâm coğrafyasının genelinde olan bu durum “Emaneti ehline veriniz” ilâhi buyruğu ile asla örtüşmemektedir. Kriter olarak sadakat ve aidiyet duygularının ön planda olması ,muhteris kişilerin daha çok sadakatte bulunmalarını zorunlu kılar ki bunun neticesi de riyakarlık denilen basitliğe kadar gider. Geçmişten günümüze bu konuyla ilgili sayısız örnekler vardır. Eski dönemlerde bir Adalet Bakanının “Karşıt görüşten kimseyi işe alacak değilim” sözleri bakış açısını göstermesi açısından ibret verici bir ifadedir. Bayanlarla ele ele halay çeken bir rektörün ,” Yabancı bir kadının elini tutmak ateşi avuçlamaktan daha korkunçtur” ifadesinin altında yatan gerçek ,makamı korumak uğruna belirli yere mesaj vermek ve aidiyetini duyurmak düşüncesini akla getirmektedir. Kurum mescitlerinde kimlik bırakmak, siyasilerin devam ettiği camilerde görünmek, umre turlarında etkili ve yetkililerle bir arada bulunmak Allaha kul olmak yerine, kula kul olmanın göstergesidir. Osmanlı’nın son dönemlerinde, devlet kadrolarında yozlaşmalar başlamış, okuma- yazma bilmeyen insanlar, yüksek mevkilere kadar çıkmışlar, bu olumsuz durum yalakalık ve riyakarlık gibi kavramları tetiklemiş, tabir yerindeyse işin çivisi çıkmıştır. Bu hastalıklı durumu Neyzen Tevfik “Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır. Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır. Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca…” mısralarıyla ağır bir şekilde eleştirmiştir. İhsan ve ikram edilen makamlara gelenlerin oturdukları koltukların hakkını vermeleri tartışılır bir durumdur. Çöküşü hızlandıran en önemli faktörlerin başında gelen bu durum cumhuriyeti kuran iradenin gözünden kaçmamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında nitelik ve liyakatin önde tutulmasıyla az zamanda çok işler başarılmış, devletin her kuruşunun hesabını yapan, mesai mefhumu tanımayan, makamların hakkını veren, eğilmeyen, dürüst çalışkan kadrolar sayesinde bir imparatorluğun külleri arasında Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş bu kadrolar cumhuriyetin tüm değerlerine kanat gererek ülkeyi muasır medeniyet seviyesine ulaştırmanın gayreti içinde olmuşlardır. Bu kadrolar kendi çıkar ve gelecekleri için inandıkları devlet terbiyesinden asla taviz vermemişlerdir. 1924 yılında yaşanan depremden dolayı Kars’a giden Gazi Mustafa Kemal Paşa ve Kars Valisi İbrahim Ethem Aykut arasında yaşanan bir olay, o günlerde devletin işleyiş şeklini hatırlatması açısından oldukça anlamlıdır. Kars Valisi İbrahim Ethem Aykut, depremden dolayı teftiş için gelen Gazi Mustafa Kemal Paşa onuruna bir akşam yemeği verir ve yemek esnasında depremle ilgili Gazi’nin sorularını cevaplar. Çalışmalardan dolayı bir takım eksikliklerin olduğunu fark eden Gazi ,ses tonunun yükselterek valiye sert bir çıkış yapar. Bu tavrı içine sindiremeyen vali, son derece kırılır ve Gazi’ye dönerek “Zatı devletlerinin bir devlet başkanı ve bunun üstünde büyük kurtarıcı bulunmanız dolayısıyla benimde derin hürmet ve bağlılığım var. Aldığım tedbirleri yeterli görmeyebilir, beni de valilikten uzaklaştırabilirsiniz. Ama, devleti, sizi temsil ettiğimizden, şu anda ve burada küçük düşüremezsiniz.” diyerek onurlu bir duruş sergiler. Ortalık bir anda buz kesilir. Gazi ,çatalı bıçağı bırakır ve sert bir şekilde yemeği terk eder. Sofrada ki sessizliği, valinin eşi Hacer Hanımın “ Aferin Ethem ! ben çamaşır yıkar ailemize bakarım” sözü bozar. Bu olaydan sonra İbrahim Ethem Aykut’un görevden alınacağı beklenirken tam tersi olur. Gazi Mustafa Kemal Paşa, valinin gönlünü alır ve İbrahim Ethem Aykut daha sonra Samsun, İzmir gibi illerde valilik görevini sürdürür. Çok partili sisteme geçildikten sonra liyakate ve ehliyete verilen önem yavaş yavaş azalmaya başlamış, ideolojilerin, siyasi görüşlerin, cemaat ve tarikat yapılanmalarının devlete talip olma girişimleriyle birlikte makam ve mevkiler nitelik esasına göre değil mensubiyet esasına göre belirlenir olmuştur. Akademik hayata kadar uzanan bu yanlış uygulama ,bilimsel kriterlerin devre dışı bırakılmasına kadar gitmiş, 15 Temmuz dan sonra bununla ilgili somut bilgiler ortaya çıkmıştır. Kazım Yurdalan ,Erzurum Belediye Başkanı seçildikten bir müddet sonra imar çalışmalarına başlar. İmar düzenlemesi bazı partililerin hoşuna gitmez ve hoşnutsuzluklarını değişik ortamlarda dile getirmeye başlarlar. Kazım Yurdalan bu partilileri çağırır ve huzursuzluklarının sebebini sorar. Partililer, kendi evlerinin, arsalarının, iş yerlerinin yeteri kadar değerlenmediğini, partili olmayanların ve bazı fukaraların yerleri değerlenirken, kendilerinin bu işten faydalanmadıklarını, oysa partilileri olarak kendisini reis seçtirmek için çalıştıklarını bunun da bir karşılığının olması gerektiğini söylediklerinde, asker kökenli ,Kazım Yurdalan ,yanında çalışan Arap Mehmet isimli memuru çağırır “Git ,oy sandıklarını getir bu lüzumsuz adamların oylarını geri ver gitsinler” diye bağırır. Riyakarlık ve dalkavukluk faziletli, erdemli kişiliklerin kapsam alanı dışındaki kavramlardır. Muhteris kişiler için bu omurgasız tavrın bir sınırı yoktur. Siyasetin erdemli şahsiyetlerinden rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun “iki saniye sonrasına garantisi olmayan hayatımız için, fırıldak olmaya değmez” sözü, anlayana çok şey ifade etmektedir. Erdal Güzel /Ekim/2017/Erzurum