Rubil GÖKDEMİR
Punto:
Dinle
Bizim gibi ağırlıklı olarak doğu ve batı medeniyetlerinin coğrafi ve kültürel olarak da kesiştiği otoriter eğilimlerin tarihi olarak neredeyse tek seçenek gibi kabul edildiği bu coğrafyadaki ülkelerin siyasi kültürlerinde GENEL BAŞKAN yerine, çok önemli yer tutan ve çabucak kabullendiğimiz LİDER kavramı üzerinden bile o ülkenin siyasi yapılarını anlayabilmek ve siyaseti bu kavram üzerinden analiz edebilmek mümkündür. (Putin Rusya'sı, Esad'lı Suriye, Mübarek'li Mısır v.s. gibi)
Batılı ülkelere baktığımızda, sivil siyasi yapıların başında bulunan GENEL BAŞKAN kavramının karşılığı ise; dayanağını seçilmiş meclislerin demokratik esaslarla ortaya koyduğu objektif, soyut ve genel kurallardan oluşan hukuk normlarıyla belirlenmiştir.
Hukukun üstünlüğü ve demokratik sivil siyasetin hâkim olduğu rejimlerde siyasi partilerin halk desteği ve seçilmiş olmak sebebiyle, kurum ve kurulları yönetme yetkisi elde etmiş kişiyi ifade etmek üzere ve yönetme yetkisinin sınırları hukuk kuralları ile belirlenmiş kişilere “genel başkan” diyorlar.
Genel Başkan dediğimizde, meşrûiyetini ve temsil kabiliyetini; halk desteği, seçilmiş delege veya kurullardan alan; seçilmesi, yetki ve görev alanının kapsamı objektif hukuk kurallarıyla belirlenmiş kişi anlaşılır.
Evrensel hukuk ilkeleri ve demokratik usûllerin hakim olduğu ülkelerde ve bu esaslara göre oluşmuş siyasal yapılanmalarda genel başkanın yönetme yetkisinin kapsam ve sınırı da; anayasa, kanun, tüzük ve bunlara uygun olarak düzenlenmiş parti programlarıdır.
Genel başkanın yönetme yetkisinin meşrûiyetinin oluşması ve devam edebilmesi ise; hukuk kuralları içinde parti içi seçim mekanizmalarından aldığı destek veya seçim başarısı ve bütün bu unsurların ortak sonuçlarından ortaya çıkar. Bazen de, siyasî geçmişi ve “hikayesi” bulunan bir siyasi figüre yönelmiş ve ölçülebilen halk desteği bu meşrûiyetin kaynağını teşkil eder. Özetle; demokratik siyasi kültürün geçerli olduğu ülkelerde genel başkan olmak için oyunun olağan kuralları başından bellidir.
Genel Başkan; halktaki ölçülebilir karşılığı, temsil ettiği kitle veya partinin kurul ve kurallarını işleterek, ortak akılla üretilmiş bulunan politikalara göre siyaset icra eden ve yetkilendirildiği siyasi yapıyı kurumsal olarak temsil etme hakkı kazanmış kişidir.
LİDER kavramına geldiğimizde ise, yukarıdaki unsur ve tanımların hiç birinin işimize yaramadığını, objektif kurallara göre tarif edilebilecek kavramla karşı karşıya olmadığımızı hemen anlarız. Kişilerin kültür düzeyi veya kişisel algılarına bağlı olarak LİDER kavramının farklı anlamları bulunsa bile; LİDER'in meşrûiyeti seçilmişlikten kaynaklanmaz veya işin başında demokratik usullerle seçilmiş olsa bile, kendisi LİDER sıfatına ulaştığına kanaat getirdikten sonra, o kişi için meşrûiyetin kaynağı artık üye veya delegeler tarafından seçilmiş olmak değil, kendi ürettiği ve etrafına da inandırdığı "liderlik efsanesidir".
LİDER bu şekilde kendi ürettiği meşrûiyetini; ya efsane haline getirilmiş gizemli güçlerinden ya da temsil ettiği kitlelerin inandırıldığı veya asla anlayamayacakları büyük tehlikelere ve düşmanlara karşı verilen kutsal mücadele efsanesinden alır.
O artık ürettiği bu efsane ile yarı bir tanrı özelliğine kavuşmuş ve temsil ettiği siyasi hareketin mensuplarının da bu özelliklere tam bir sadakatle kayıtsız şartsız inanması ve itâat etmesi gerektiği düşünülen kişidir.
Bu hale ülkemizden bir örnek vermek gerekirse; AKP üyesi birisi için Sayın Cumhurbaşkanının konum ve hukuki statüsünün ne olduğu veya ne olması gerektiği sorularından bağımsız olarak, şahsi olarak ürettiği ve aslında çok da demokratik usullere uymayan LİDER'lik karizması ve bu efsaneyle üretilmiş bir meşrûiyetten kaynaklanmaktadır.
İlmi tespitlerde bulunduğum iddiasından özellikle kaçınarak, sadece gözlemlerime dayalı tespitlerin sonucu olarak, siyasette “ demokratik bir değişim” için, Türk milliyetçilerinin özlem ve tercihi, sorgulanamaz ve kerâmeti kendinden menkûl LİDERLER yerine kural ve kurulları işleten GENEL BAŞKAN’la yürümekten yanadır.
Çünkü bu halde genel başkan olarak seçilen kişi; mensuplarından kayıtsız şartsız itâat etmesini, sadâkat göstermesini değil, en fazla parti içi görevlerini "temsil kabiliyeti" ve "liyakat" ölçülerine göre yerine getirmesini isteyebilir.
Bilmediğimizi veya bilemeyeceğimizin düşünüldüğü gizemli alanlar için “bir bildiği vardır” cümlesi ve gerekçesiyle üretilen efsanelerle kimsenin sadâkatini değil, aklî ve bilimsel sebeplerle sadece başarılı olunması ölçüsünü gözetecek ve dâima mensuplarının demokratik katılım ve ortak rızasını arayacak bir genel başkan olmalıdır.
Siyasette “demokratik katılımcı” usûllerin yönetme işini ve başarıyı zorlaştırdığı, kaos ve karışıklığa yol açabileceği yönündeki temelsiz tezler, siyasette "vasatlaşma" ve "yozlaşma" dışında bir işe yaramayacağı gibi, ancak hür bir tartışma ortamında ortaya çıkabilecek insan kaynağımızın üretebileceği zengin enerjiyi de hebâ etmenin ötesinde bir anlam ifade etmez.
Türk milliyetçileri, birilerine sadakât göstermeyi mûteber ve şerefli olmamın ön şartı saymayan, demokratik ilke ve istişâre usûllerini benimseyen, “kurtarıcı ve yarı tanrı olmayan”, hukuk içinde kurul ve kuralları işleten, insan sevgisi ve yüksek bir organizasyon kabiliyetiyle ortaya çıkarılacak enerji ve rasyonel bir heyecanla siyasi değişim projeleri üreten bir genel başkanla yol alınmasından yanalar.
Her ne kadar bazı kardeşlerimizin “dünya liderler çağını yaşıyor” yönündeki kanaatlerinin aksine hiç de abartılı olmayan bu arzularımızın gerçekleşebilmesi için, hür bireyler olarak kendi irade ve mesûliyetlerimizi kimseye ciro etmeden, yeni sadâkat efsaneleri üretmeden, bireysel demokratik haklarımıza sonuna kadar sahip çıkmalıyız.
Çünkü Türk milletinin sivil irade ve heyecanından elde edilecek büyük atılım hamleleri için, millet enerjisinin önünün açık tutulması gerekmektedir.
ÇOK MU ŞEY İSTİYORUZ, YOKSA ISLÂH VE İFLÂH OLMAZ İYİMSERLER MİYİZ ?