İki hafta önceki yazımda dünya üretim gücünün Asya'ya kaydığını anlatmıştım.
Asya ve Uzak Doğu dünya üretiminin yaklaşık yüzde 85'ini gerçekleştiriyor.
Tek başına Çin, dünya üretiminin yüzde 61'ini yapıyor. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası da Asya ve Uzak Doğu'da.
Şimdi bu yazımda da bu konuları işlemeye devam edeceğim.
Peki, bu konuları niçin gündeme getiriyoruz?
Öncelikle Rusya-Ukrayna savaşının ekonomi politik arka planını göstermeye çalışıyoruz.
Dünya üretim merkezi Asya ve Uzak Doğu'ya kaymasına rağmen mali düzeni dolar ve SWIFT sistemi üzerine kuruluydu. Bunun sürdürülebilmesi mümkün değildi.
İşte Rusya, bilerek veya bilmeyerek, bu düzeni bozdu. Yeni üretim merkezinde, yeni bir mali altyapı oluşumunun önünü açtı. Yani yaptığı hamleler böyle bir mecranın açılımına vesile oldu.
İkinci olarak Türkiye'mizde idarecilere farklı bir ufuk penceresi açmaya çalışıyoruz.
NATO üyesi olduğumuzdan dolayı, olaya sadece güvenlik açısından bakarsak, yanlış pozisyon alma ihtimalimiz yükselir.
Ancak ekonomi politik gelişmeleri de hesaba kattığımızda, ülkemizin önüne önemli fırsatların serilmeye başlandığını da görebiliriz.
Neticede dış politika, romantizm değil menfaatler üzerine kurulur. Bazen de fırsatları siz oluşturursunuz.
Burada anlattıklarım çerçevesinde sevgili dostum Fakülte'mizden arkadaşım Profesör Remzi Yıldırım ile uzunca bir fikir alışverişinde bulunduk.
Kendisinin de bu konularda güzel çalışmaları var. Olay üzerinde "kafa yormuşluğu" var. Olayı "dert edinmişliği" var.
Şimdi o müzakerelerimizden de esinlenerek anlatımıma devam edeyim.
ABD ve AB, Rusya'yı provoke etmeye devam ediyor ve devam edecek! Rusya da hem askerî hem de para-kredi sistemi üzerinden karşı hamlelerini ölçülü olarak yapmaya devam ediyor.
Hemen işin para boyutuna bakarak başlayalım.
Rusya, 24 Şubat 2022 günü Ukrayna'ya müdahale ettiğinde, 84,95 Ruble 1 Dolar idi. 7 Mart 2022 tarihinde 1 Dolar 139 Ruble oldu.
Kısa zamanda ruble çakılmıştı ve Rusya ekonomisinin çökeceği düşünülüyordu. Ancak Rusya'nın karşı adımları ile Ruble değer kazandı ve bugün 62 Ruble 1 Dolar seviyesine çıktı. Bu seviye, savaş öncesi seviyesinden bile daha iyi bir seviyedir.
Çin'deki gelişmeleri de hesaba kattığımızda Batı'nın, yükselen Doğu karşısında birçok alanda orta vadede ayakta durma şansı yoktur.
Çin'in, dünya üretiminin yüzde 61'ini tek başına yapmasının yanı sıra, daha birçok alanda hâkimiyet tesis etme yolunda olduğunu görüyoruz. Bunlara bir iki kritik örnek verelim.
Öncelikle bilim dünyasına baktığımızda, geleceğin önemli alanlarında üniversite sıralamalarında Çin başta olmak üzere Asya ve Uzak Doğu ülkeleri dikkat çekicidir.
Nükleer-parçacık, havacılık-savunma, enerji-petrol-gaz konularında insan kaynağı yetiştiren üniversitelerin ülkelere göre dağılımında bunu görebiliyoruz.
Hidrokarbon aramak, üretmek, teknolojiye sahip olmak önemlidir ancak bu konularda nitelikli insan kaynağı yetiştiren üniversitelere ve kurumlara sahip olmak daha önemlidir.
Dahası, şu tablo 2017-2020 yılları arasında ülkelerin ilk 100'e giren üniversite ve araştırma kurum sayılarındaki değişimi göstermektedir. Bu da nitelikli insan kaynakları açısından çok önemli bir göstergedir.
Bu tabloya göre kurum sayıları; ABD yüzde -7,4 ve Avrupa ülkeleri Almanya ve İspanya yüzde -2 küçülürken, Güney Kore yüzde +100 ve Çin yüzde +150 büyümüştür.
Toplamda yüzde 6 büyümüş demektir. Yine toplamda ABD ve Avrupa dışındaki ülkeler yüzde13 büyümüştür.
Asya ve Uzak Doğu ülkelerinin bu performansları aynı şekilde devam ederse, 14 yılda Batı ile aralarındaki farkı kapatırlar.
On beşinci yılda yani 2035 yılında Doğu, diğer ülkelerin önüne geçer. Bu da dünyada üç teknoloji üretim merkezinin oluşacağının habercisidir. Diğer bir ifade ile dünyamız üç kutuplu hale dönüşecektir.
Bunlar; ABD merkezli Kuzey Amerika, Avrupa ve Çin merkezli Asya'dır.
Diğer bir konu yenilikçi ekonomiler konusudur.
Bu zamana kadar Uzak Doğu ekonomilerinin hep taklit üzerine bir endüstri oluşturduğu söylenir. Yani hep arkadan geleceklerdir. Öncü olamazlar.
Evet doğrudur, başlangıçları hep taklit üzerine kuruludur. Lakin bunu onlar da bildiği için bu konuda yatırımlarını sürekli geliştirmişlerdir.
Çin, dünya yenilikçi ekonomiler listesinde 12. sıraya yükselmiştir. Güney Kore ve Singapur ise sırasıyla birinci ve ikinci yenilikçi ekonomiye sahip ülkeler olmuşlardır.
Bir de bankacılığa bakalım.
Bankacılık, finans ve sigortacılık sektörü ülkelerin kalkınması, milli sermaye ve milli burjuvanın oluşturulması açısından çok önemlidir.
Ülkelerin kendi milli insan kaynağını, milli sermayesini ve milli sermayedarlarını oluşturmadan kalkınmaları son derece zor ve sıkıntılıdır.
Milli sermaye birikimi ile yeni iş alanları kurup üretime yönelik sektörlere yatırım yaparsanız, kazanılan paralar ile yeni yatırımların da önü açılır.
Eğer yanlış yatırım ve yönlendirme yaparsanız var olan tüm sermaye birikimleri kaybolur gider. Bu nedenle de finans yönetimi ve proje yönetimi insan kaynakları diğerleri kadar önemlidir.
Bu açıdan baktığımızda dünyadaki ilk 10 banka, ülkeleri ve borsa değerleri içinde Çin'in gelişimi çok dikkat çekicidir. İlk 10 içerisinde Çin ve Amerika'nın dışında sadece İngiltere bir banka ile yer alabilmiştir.
Kısacası, Rusya-Ukrayna savaşı başlangıçta Rusya'nın bir güvenlik hamlesi olarak algılandı. Öyle takdim edildi.
Batı'nın SWIFT hamlesi ile dünya rezerv paralar savaşına dönüştü. Daha doğrusu, savaşın bu boyutu öne çıktı.
Böylelikle Doğu, sahip olduğu üretim gücüne dayanarak mal ve hizmet deviniminin araçlarını da oluşturuyor. İş eninde sonunda yeni bir para-kredi sistemi kurulumuna gidecektir.
Öyle anlaşılıyor ki yakın bir zamanda olayların teopolitik altyapısı da ortaya çıkacaktır. Bunun ipuçlarını liderlerin konuşmalarında bulabiliyoruz. Tamamen farklı bir analiz konusudur.
Bütün bu gelişmeler karşısında Türkiye'nin doğru bir noktada pozisyon alması gerekir. Şu andaki pozisyonu yanlış olmasa da yetersizdir.
Türkiye'nin NATO üyeliği, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurgulanan denklemin bir ürünüdür. O denklem artık geçerliliğini yitirmiştir.
Tabi bu demek değildir ki NATO ile ilişkilerimizi keselim ve Doğu'ya yönelelim. Bu demektir ki Türkiye, dünya ekonomi politiğindeki konuşlanmasını yeniden tanımlaması gerekir.
Avantajlarının ve fırsatların farkında olması gerekir. Fikri çalışmalarını bir an önce tamamlaması gerekir.
Aslında ABD ve Avrupa gelişim ivmesi, Asya ve Uzak Doğu'nun gelişim ivmesinin oldukça gerisinde kalmıştır.
NATO, Rusya'yı provoke ederek bu gelişimi yavaşlatmak istiyor. Henüz başarılı olabileceğine dair ipuçlarını göremiyoruz.
Rusya'nın karşı tehditleri hepsinin birlikte kaybedeceğini gösteriyor. Bir nükleer savaşın kazananı olmaz.
Doğal kaynaklar açısından baktığımızda Asya ve Uzak Doğu'nun kaynakları kendi kendine yetecek düzeydedir.
Aynı şekilde ABD'nin kaynakları da kendine yetecek düzeydedir. Bu gelişmeler en büyük baskıyı Avrupa üzerinde tesis etmektedir.
Çünkü Avrupa'nın kaynakları kendine yetecek düzeyde değildir. Hatta çok çok sınırlıdır. Bu gelişmeler karşısında esas karar vermesi gereken blok, Avrupa bloğudur.
En büyük kaybı Avrupa bloğu yaşar. Almanya hantal bir teknolojiye sahiptir. Endüstri 4.0 diyor ama çok geç kaldı.
Fransa hâlâ İkinci Dünya Savaşı galibiyetinin nimetlerini tüketmekle meşgul. İngiltere ise imparatorluk anılarını gözden geçiriyor.
Son olarak gelecekte olası genişlemeler açısından baktığımızda nüfus artışlarını analiz etmek durumundayız.
Nüfus artışlarının neden kaynaklandığının çok büyük bir önemi yoktur. Doğumla da olabilir göçlerle de! Çin, Pakistan ve Özbekistan'da nispeten yüksek nüfus artışları görülmektedir.
Bu durumda da Çin'in Moğolistan'a, Özbekistan'ın Kazakistan'a ve Pakistan'ın da Hindistan'a doğru genişleyeceğini öngörebiliriz. Bunlar da bize Asya ve Uzak Doğu açısından geleceğin kriz hatlarını oluşturacaktır.
Eğer yeni kurulacak ekonomi politik sistemde adil bir bölüşüm tesis edilebilirse, bu kriz hatları üzerinden geliştirilebilecek savaşlar engellenebilir.
Bu da işin başında sistemin sağlam kurulmasını gerektirir. Konuşup anlaşmayı gerektirir. Türkiye için de fırsat tam buradadır.
İşte bütün bunlar, önümüze hızlıca gelmekte olan önemli ekonomi politik konulardır. Aslında önümüze getirilmektedirler.
Şöyle ki dünyada üretim-tüketim tedarik zincirleri kırılmadı. Dolaylı olarak ambargolar var!
Örneğin 2019 yılında chip fabrikaları sayıca yüzde20 arttı. Çin, 150 milyar dolar chip ve ilişkili alanlara yatırım yaptı. Lakin hâlâ chip sıkıntısı yaşıyoruz!
Neticede, olayların seyrini izleyerek kaybedecek vaktimiz yoktur. "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini alır" politikası bu çerçevede işe yaramaz.
İktidar-muhalefet, bütün millet el ele verip, hep birlikte "Yeni Bir Dünya kuralım" politikası oluşturulmalıdır.
Evet, yeni rezerv paralar oluşuyor. Yeni bir düzen kuruluyor. Batı'nın tüm propagandası eski sistemin birkaç düzeltme ile devam etmesi üzerine kurulu.
Lakin şu ana kadar başarılı olduklarını söyleyemeyiz. Olacaklarını ise hiç söyleyemeyiz.
Türkiye olarak bizler ise şimdiye kadar sadece izliyoruz!
Hâlbuki izlemek gecikmek, gecikmek ise kaybetmektir.
Prof. Dr. Mete GÜNDOĞAN