Piyasalar

KUR-AN’I KERİM NEDEN YAKILIR, PEYGAMBERİMİZE NEDEN HAKARET EDİLİR?

Punto:

Öncelikle kısaca yakın tarihe yani Osmanlı-İsveç ilişkilerine bakalım. 

Bu ilişkinin 1587 yılına kadar indiğini görürüz.  III. Murad, İsveç Kralı Jonn Sigismund’un, Lehistan(Polanya) tahtına geçmesini sağlar. Yani taç giydirir. 

1700 yıllarında İsveç’in, İstanbul’da kalıcı bir temsilcilik açması ile Osmanlı-İsveç ilişkileri tarihsel seyri içerisinde devam eder.

1709 da Rus Ordusuna yenilen İsveç Kralı XII. Charles(Demirbaş Şarl veya Karl) Osmanlıya sığınmış ve Osmanlı topraklarında beş yıla yakın yaşamış, Osmanlı, Kralın her türlü ihtiyaçlarını karşılamış bunun yanı sıra borç para vermiş, istediği zamanda ülkesine dönmesini sağlamıştır. (Daha sonra Bu paranın bir kısmı alınabilmiş, bir kısmı ise alınamamıştır.) 

İsveç defaten Osmanlı ile diplomatik temas kurmuş, ticari ilişkilerde bulunmuş olmasına rağmen Osmanlı Devleti İsveç’i çok da ciddiye almamıştır. Bütün bunlara rağmen tarihte Türk-İsveç ilişkileri hiç bu kadar kötü olduğu kadar kötü olmamıştır. 

Görüldüğü gibi Osmanlı, devletler kurmuş, devletler yıkmıştır. Krallara taç giydirmiş, gerektiğinde kralları himayesine almış onları gerektiği gibi kullanmıştır. 

Fransa farklı mı? Veya bir başka Avrupa ülkesi. Hangi ülkede inanç ve değerlerimize yönelik hakaret, küfür ve şiddetli bir tepki varsa bilin ki o ülke zamanında Osmanlıdan iyilik görmüş, Osmanlıya sığınılmış, Osmanlının adaletini beklemiştir. Aşağılık kompleksi o ülke ve insanlarını bize karşı bir “Öfke” duymalarına ve bunu da inanç ve değerlerimize “saldırarak” göstermelerine neden olmuştur. 

Güçlü, kudretli, dünyanın tek süper gücü Osmanlıdan bahsediyoruz. Çünkü o dönemlerde elimizde de, dilimizde de, gönlümüzde de, hayatımızın her alanında Kuran-ı Kerim vardı. Allah ve Resulünün emir ve yasakları vardı. Hak, hukuk, adalet vardı,  kul hakkı yenmezdi,  fakire, fukaraya yardım etmek, gözetmek vardı. Vatan, bayrak, devlet, millet için gözünü kırpmadan şehit olmak vardı.  

Ne zaman ki Kuran-ı Kerimi duvara astık, elimizden bırakıp unuttuk, sadece ölülere, mezarlıklarda okumaya başladık, göstermelik olarak adını zikrettik, hükümlerini bildiğimiz halde uygulamak bir tarafa Kuran-a aykırı ne varsa yaptık, bencillikte, egoizmde, yalanda,  sahtekârlıkta, insanları aldatmakta, kandırmakta, dünya malını elde etmek için her türlü illegal işi yapmakta, fakirin, fukaranın hakkını yemekte, kul hakkı  tanımamakta,  adalet ve hukuku yok saymakta sınır tanımadık. Birde bunların yanı sıra uğrunda şehit olduğumuz ne varsa  düşman olur hale geldik. Din ve devlet düşmanlarına kucak açıp kuzu sarması olduk, yani KURAN-I KERİMİ yakmaya başladık işte o zaman iki yakamız bir araya gelmedi. 

Dün kapımızda beklettiğimiz, el pençe divan durdurduklarımız, krallar yapıp, taç giydirdiklerimiz karşısında bugün maalesef aciz duruma düşüyoruz. Dün bizim eyaletimiz durumunda olanlar, bu gün bizi tehdit eder duruma geldiler. Çünkü biz Kur-anın hükümlerini yok saydık, Kur-anı yakmaya başladık. İlahi Kelimetullahı yeryüzüne hâkim kılma hedefinden vaz geçip, seküler, maddeci, çıkar ve menfaatimize düşkün bir toplum haline geldik. Yani Kur-anı yakmaya başladık.  

Hangi ülkenin haddineydi bizim aleyhimizde olmak. Ne zamanki Kur-anı yakmaya başladık işte o zaman küçüldükçe küçüldük. Akşam eline silahı alan sabah bağımsızlığını ilan etti. 

Şimdi kendimize tekrar soralım!

Kur-anı önce İsveç mi yaktı, yoksa biz mi? Özetle Kitabımıza sahip çıkamadık. 

Ancak bu şu demek asla değildir.  Kitabımızı yakmaya yeltenenleri,  Peygamberimize hakaret edenleri hafife alıp görmemezlikten gelelim, sesimizi çıkarmayalım, tepkimizi en şiddetli şekilde haykırmayalım demek asla değildir. 

Bunları bilelim ve unutmayalım.  Ancak hiç kimse de şunu düşünmesin! Bizim günahkârlığımızı ileri sürerek, İsveç’teki Kuran-ı Kerim yakma olayına gösterilen tepkiyi asla ne küçümsüyorum ne de anlamsızlaştırıyorum. Tam aksine güçlü olalım, yaşayan Kur-an olalım, ne inancımıza, ne Kitabımıza ne de Peygamberimize tek bir laf söylemelerine asla izin vermeyelim diyorum. 

Biz değimliyiz; “ bayraklar düşmesin, ezanlar susmasın, İslam’ın gür sesi insanlığa hak, adalet, hukuk, huzur getirsin diye can verip şehit olan, gazi olan.”  Elbette yapılanların hesabı sorulacak.

Biliyoruz ki, Kur-anın koruyucusu Allah’tır. “Şüphesiz zikri (Kur-an’ı) biz indirdik. Ve elbette onun koruyucusu da biziz” (Hicr-9) Yaşayan Kur-an olmakta bize düşer.

Ve biz biliyoruz ki; “İnkâr edenlere de ki: Siz mutlaka yenilgiye uğrayacak ve toplanıp cehenneme doldurulacaksınız.”(Al-i İmran- 12)

İsveç’te yapılan bir devlet terörüdür. Ayağa kalkmanın, Kur-an’ı yaşayan Kur-an haline getirmenin, İslam düşmanlarına karşı topyekûn mücadele etmenin, birlik olmanın, zamanı.

İlahi emir açık ve net: “Yeryüzünde fitneden fesattan eser kalmayıncaya, din de Allah’ın oluncaya kadar savaşın. Vazgeçerlerse artık düşmanlık sadece zalimlere karşıdır” (Bakara-193)

Hiçbir zaman aklımızdan bir saniye bile çıkarmayalım. Her can ölümü tadıcıdır. Yaptıklarımızdan, yapamadıklarımızdan, Allah’ın dinine, Kitabına, Peygamberine sahip çıkamamaktan sorgulanacağız, hesaba çekileceğiz. Hesap gününde hesabımızı nasıl vereceğimizin hesabını yapalım.

Bu vesile ile Allah’ın Kitabına, Peygamberine dil uzatan, bayrağımıza  el uzatan, en ufak bir kem gözle bakan, en ufak bir söz söyleyene, en gür sesimizle bağırıp, tek yürek, tek yumruk, tek vücut halinde tepkimizi haykıralım;“ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM”

İSVEÇ VE BENZERLERİ: “UNUTMAYIN, ALLAH’IN GAZABINI BEKLEYİN”